Deutsche Welle Kanalında Ayasofya konusundaki söylemleriniz üzerine aynı Kuran mahallesinin çocukları olarak bu açık mektupla iddialarınıza cevap vermek durumunda kaldık. Kanalda verdiğiniz röportajda Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin Hac Suresi 40. Ayetinin delaletiyle koruma altında olan Hıristiyan mabedine ve Hıristiyanlara zulüm olduğunu ima ediyor, bu tasarrufa karşı çıkıyorsunuz. Bunun fetih anlayışının barış ilkesiyle de bağdaşmadığını söylüyorsunuz.
Öncelikle Mustafa İslamoğlu’nu hala bizim Kuran mahallesinin çocuğu olarak kabul ettiğimizi birçok değerli âlim gibi buradaki gibi bazı görüşlerine katılmasak da kendisinin de ilminden araştırmalarından kitaplarından da istifade ettiğimizi belirtelim. Ayasofya hakkındaki görüşleri sebebiyle diğer değerli âlimlerimiz gibi hakkında linç, iftira kampanyaları açılmasına, fikirleri üzerine ambargo uygulanmasına karşı olduğumuzu da açıklamalıyım. Daha önceki yıllarda Mustafa Hoca’nın put kıracağım derken pot kırdığına defalarca şahit olmuştuk. Bu defa kırılan potun büyüklüğü sebebiyle eleştiri ve karşı görüşlerimizi kamuoyu önünde açıklama gereği duyduk.
Hac Suresinin 40. Ayetinde: “... Çünkü Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, şüphesiz o zaman, içlerinde Allah'ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler (çoktan) yıkılıp gitmiş olurdu. Ve muhakkak ki Allah, O'nun davasına arka çıkanlara yardım edecektir”.. Mustafa Hocam sizin mealinizde de aynı anlam verilerek mescidlerin yıkılmasının önlenmesi için Allah’ın mescidlerin savunulması gerektiğine işaret ettiği bir ayet olduğu açıktır. Burada adı zikredilen ‘manastırlar, kiliseler, havralar’ yine kitabını çevirdiğiniz Hasan Basri’ye göre zamanında ki, müminlerin mescidleridir. Ayette zikredilen manastırlar kiliseler ve havralar Resulullah’tan önce Allah’ın hak dinini tebliğ eden Musa, İsa Nebilerin ve takipçilerinin inşa ettiği Müslüman mabedleri olduğunu vurgulamıştır. Yoksa buradaki manastır ve kiliseler Pavlus ve takipçileri tarafından şirkin yuvası ve öğretim merkezi haline getirilen Hıristiyan mabedleri değildir! İkincisi bu ayette zikredilen eylem kiliselerin şirkten arındırılarak camiye çevrilmesi değil, kiliselerin yıkılarak yok edilmesidir. Ayasofya ne Fatih Sultan Mehmed tarafından ne de günümüzde müzeden camiye çevrilerek yıkılmıştır. Bilakis Ayasofya baştan aşağı yenilenmiş restore edilmiş yapısı güçlendirilmiş müminlerin ibadetine açılmış, içinde Allah'ın adının çokça anıldığı mescid haline getirilmiştir.
Yine bu ayette bir şart bir nitelendirme vardır. Ayette bu manastır ve kiliselerin içinde “Allah’ın adının çokça anılması” nitelendirmesi yapılmıştır. İçinde Allah yerine tanrılaştırılmış İsa’nın adının anıldığı, Meryem’in ilahlaştırıldığı, putlaştırıldığı kiliseler ibadethaneler yıkılması önlenecek yerler değildir. Bilakis bunların adı kilise değil mescid bile olsa Mescid-i Dırar olayında olduğu gibi yıkılıp, yakılması gerekirdi! Hocam size sizin de çok iyi bildiğiniz Mescid-i Dırar olayını hatırlatmak durumundayız. Mescid-i Dırar Medineli münafıkların Bizans'ın ön karakolu olarak kullanmak ve fitne amacıyla Resulullah döneminde inşa ettikleri bir mesciddi. Kuruluş amacı zarar olan bu mescid Tevbe Suresinde kınanmış ve Resulullah tarafından yıktırılmıştı! Adı mescid olan içinde insanların namaz kıldıkları mescid kuruluş amacı zararlı olup, Bizansa yardakçılık yapmak amacı taşıdığından Allah’ın niyetleri açıklaması ve Resulullahın emriyle ortadan kaldırıldı. Ne tesadüftür ki, orayı inşa edenler de Bizans'ın müttefikleriydi. Kuran bu olayı belgeliyor:
9.107 - Ve (birtakım) zararlı eylemlerde bulunmak, dinden çıkmayı örgütlemek, müminler arasına ayrılık sokmak ve başından beri Allah ve O'nun Elçisi'ne karşı savaş tavrı içinde bulunanlara bir gözetleme yeri sağlamak için (ayrı) bir mabed kuranlar (var). Bunlar (ey inananlar, size) muhakkak ki, şöyle yemin edecekler: "Biz (bununla) sadece iyilerin iyisini yapmak istemiştik!" Oysa, Allah onların yalancılar olduğuna (Bizzat) tanıktır.
9.108 - Böyle bir yere asla adımını atma! İçine adım atacağın en uygun mescid, daha ilk günden beri Allah'tan yana sağlam bir bilinç ve duyarlık temeli üstünde yükseltilen mescittir. (Öyle bir mescid ki) orada arınmak isteğiyle dolup taşan adamlar vardır, (ki zaten) Allah (da) kendini arındıranları sever.
9.109 - O halde, hangisi daha iyidir? Yapısını Allah'a karşı sağlam bir sorumluluk bilinci ve O'nun hoşnutluğu(nu kazanma çabası) üzerinde yükselten mi; yoksa yapısını kaygan bir yar kenarına kuran ve sonra da onunla beraber yuvarlanıp cehennem ateşini boylayan mı? Allah (bile bile) kötülük yapan topluluğu doğru yola yöneltmez.
9.110 - Böylelerinin kurduğu bina, içlerini paralayıp onları tüketinceye kadar kalplerinde bir şüphe ve huzursuzluk kaynağı olmaktan öteye gitmeyecektir. (Hatırlayın ki, bunu böylece açıklayan) Allah her hükmüyle ince, derin bir gerçeğe işaret eden mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir.
Ayasofya Allah’ın Adının Çokça Anıldığı Bir Mescid miydi?
Ayasofya Bizans döneminde Doğu Roma İmparatoru olarak dini emri altına alıp kullanmak isteyen 1. Kostantin’in yapımına başladığı bir kilisedir. 1. Kostantin Batı Roma İmparatorluğu ve Papalığa karşı kendi kontrolünde bir dini merkez kilise oluşturmak istemiş, önce 1. İznik Konsülünü toplayarak Ayasofya’nın kuruluş amacına da kaynaklık edecek Ortodoks akidesini oluşturmuştur. Bu konsülde asıl çekişme konusu; İncillerin sahihliği değil Ariusçularla İskenderiye'li Athanasios’un ideolojileri arasındaki mücadeledir. Ariusçular İsa’nın Tanrıdan bir öz, ancak Tanrı tarafından yaratılmış olduğunu kabul ediyor, evreni ve diğer insanları Tanrıyla beraber İsa’nın yarattığını savunuyordu. İskenderiyeli Athanasios ise İsa’nın yaratılmadığını Tanrı ile aynı özden olup evrenin başlangıcından beri var olduğunu iddia ediyordu. İznik Konsülü, Athanasios’un 'Ezeli Tanrı İsa' tezinin galibiyetini ilan eden bildirgeyle sona erdi. Sonunda Ayasofya’nın kurucusu I. Kostantin’in gücü baskısı ile Ariusçular aforoz edildi, yaşayanları görüldüğü yerde kâfir ilan edilip öldürüldü. MS 325’te İznik’teki konseyde hazırlanan ve Pavlusçu Hristiyanlığın mezheplerinin hemen hemen hepsince kabul edilen inanç bildirgesi aynen şöyledir:
“Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen, bütün şeylerin Yaratanı olan bir tek Baba Tanrı’ya inanıyoruz; bir tek Rab İsâ Mesih’e inanıyoruz: Tanrı’nın Oğlu, Baba’dan doğan biricik Oğul, yani Baba’nın özvarlığından oluşan Tanrı’dan Tanrı, Nurdan Nur, gerçek Tanrı’dan gelen gerçek Tanrı, yaratılmış değil, doğurulmuş, Baba’nın aynı öz varlığına sahip olan, kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O’dur; ve Kutsal Ruh’a da inanıyoruz.”
Bu konsülden 12 sene sonra MS 337 Ayasofya’nın ilk binası İsa’yı İlahlaştıran müşrik inanç üzerine inşasına başlanmıştır. Bu mabed şirk inancı üzerine bina edilmişti. Oysa Resulullah’ın emriyle içinde namaz kılanlarında bulunduğu ismi mescid olan, kuruluş amacı zarar olup, şirk gibi affedilmez bir günah olmadığı halde Mescid-i Dırar yıkılmıştır. Resulullah Allah'ın emriyle kendisinin de namaz için davet edildiği içinde bir takım Müslümanların namaz da kıldığı mescidi yıktırmıştır. Çünkü kuruluş amacı zarar ve fitne olan bir bina mescid bile olsa yıkılmalıydı. Ayette belirtildiği gibi Mescid-i Dırar’ın kuruluş amacı: ‘(birtakım) zararlı eylemlerde bulunmak, dinden çıkmayı örgütlemek, müminler arasına ayrılık sokmak ve başından beri Allah ve O'nun Elçisi'ne karşı savaş tavrı içinde bulunanlara bir gözetleme yeri sağlamak için (ayrı) bir mabed kurulmasıydı’
Ayasofya’nın inşasını başlatan 1. Kostantin’in gerçek bir Hıristiyan olmadığı halde dini kullanmak için Hıristiyan gözüktüğü önemli sayıda Hıristiyan tarihçisinin de iddiasıdır. Aşağıda bilhassa ünlü tarihçi Eusebius’un bilgilerine dayanarak Hıristiyan Tarihçilerin Kostantin hakkındaki bilgileri derlenmiştir: ‘Constantinus’un Hıristiyan Tanrısı ile Güneş Tanrısı arasında bir zıtlık veya çelişki görmediği belirtilmektedir. Konuyla alakalı verilen örneklerden birisi ise şudur: Constantinus 324 yılında bir bildiri yayınlayarak bütün askerlerin Üstün Tanrıya tapmalarını istemiştir. Constantinus bunu öyle bir günde yapmıştır ki hem Hıristiyanların, İsa’nın yeniden dirilişinin yıl dönümü kutladığı, hem de güneş kültü dininin kutsal saydığı bir güne denk getirmiştir. Dolayısıyla iki taraf da buna karşı çıkmayarak bugünü kutlamıştır.’(Burckhardt, The Age of Constantine The Great, s. 297. 89
Aynı zamanda gerçek bir Hıristiyanın yapması gereken şey olan pagan dinini yasaklaması gerekirken bunu yapmadığını, birçok pagan ayinine izin verdiğini, daha da ötesi buna izin vermekle kalmayıp fırsatını buldukça onlara destek verdiğini ve bazı ayinlere bizzat katıldığını iddia ederler.
Constantinus’un hareketlerinin büyük çelişkiler içerdiğini, bir taraftan miğferlere İsa amblemini yapıştırırken diğer taraftan Jüpiter anısına zafer anıtları yaptırdığını belirtir. Aynı zamanda Constantinus’un bastığı paraların üzerinde güneş Tanrısının işaretinin olduğunu söyler. Bununla birlikte Constantinus’un ilk dini pratiği olarak 308 yılında Apollo tapınağını ziyaret etmesinin de önemli olduğunu dile getirir. Bunları yapmaktaki amacının da Constantinus’un iki dine desteğini birlikte sürdürüp iki tarafın da gücünden faydalanmak istemesi olarak sunar. Burckhardt, aynı zamanda Constantinus’un çocukluktan beri imparatorluk sarayında büyüdüğünü ve seferlere katıldığını bu nedenle siyaseti ve toplumu çok iyi bildiğini belirtir. Dolayısıyla Constantinus’un Hıristiyanların artık sayıları çok olan, iyi bir topluluk olduğunu bildiğini bununla birlikte Hıristiyanlara uygulanan işkencelerin de sonuç vermediğini gördüğünü söyler. Constantinus’un, uyguladığı siyaseti bütün bunları düşünerek oluşturduğunu belirtir. Biraz daha açarsak Burckhardt güçlü ve birlik içinde bir imparatorluk oluşturmak için Constantinus’un Hıristiyanları kullandığını söyler.
Özetle ne Ayasofya içinde Allah’ın adının anıldığı bir mümin mescididir, ne de ilk kuranlar bunu Allah Rızasını gözeterek inşa etmişlerdir. Ne de sonraki kullanımı Tevhid İnancı doğrultusunda olmuştur. Sultan Mehmed bu şirk için inşa edilmiş olduğu 1. İznik Konsülü Bildirgesinden ve Kostantin’in inanç ve siyasetinden açıkça ortaya çıkan bu mabedi içinde beş vakit namaz kılınıp Allah’ın adı anılan Allah’ın Korunmasını emrettiği mescid haline çevirmiş, yıkmamış, yenilemiş, güçlendirmiştir.
Gelelim Hz. Ömer’in Kudüsteki uygulamasına. Kudüs, Müslümanların Emiri Hz. Ömer’in mabedlerine ve din adamlarına dokunulmayacağı garantisine ve fermanına güvenerek savaşılmadan Müminlerin Emirine teslim edilmiştir. Müslüman Orduları bu eman garantisiyle şehre girmişlerdir. Şayet İstanbul yani Bizans, barış ile ‘İslam Eman’ı altına girseydi. Bu anlaşmada Ayasofya’nın Hıristiyanlarca eskisi gibi kullanılacağı şartı olsaydı, sizin deyiminizle Ayasofya’nın cami yapılması kabul edilemezdi. Böyle bir anlaşma ve eman yoktur. Kostantinopolis sonuna kadar direnmiştir. Tıpkı Mekke’nin fethinde içindeki şirk unsuru putlardan temizlendikten sonra Kabe’nin statüsünün Resulullah tarafından belirlendiği gibi Sultan Mehmed’in ve Osmanlı’nın Ayasofya’nın nasıl kullanılacağını belirlemek hakkı ve yetkisi vardır. Kaldı ki, Allah’a ibadet ve zikir amacıyla kullanılması gereken bir mabedi İsa’nın ilahlaştırıldığı bir şirk merkezi ve okulu olarak kullanan Bizanslı Pavlusçuların elinden kurtarıp içinde Allah’ın adının çokça anıldığı bir mescid haline getirmeyi kim tenkid edebilir? Tam tersine Ayasofya’ya dokunmayıp onu bir şirk merkezi okulu olarak devam ettirmesi tenkid edilmesi gereken bir tasarruf olurdu.
Son olarak evet, İslam adı gibi bir ‘Barış Dini’dir. Barış Dini olması fetih için zulmü kaldırmak, İslam’la insanların yürekleri arasına konan maddi ve manevi engelleri kaldırmak için savaşılmasına da izin vermesini de ortadan kaldırmamıştır. Barış Dini ‘barışı önceleyen bir din olması’ demektir. Yoksa bir yanağına tokat vuranlara öbür yanağını uzatan bir din değildir. Müminler İsrail oğullarının onlara bir yurt arayan Musa’ya dedikleri gibi:" 5.24 - (Ama) onlar: "Ey Musa!" dediler, "Ötekiler orada oldukça biz o (topraklar)a asla giremeyeceğiz. O halde sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın! Biz burada kalacağız!" demezler, yurtları imanları İslam için zalimlere karşı savaşırlar. Nitekim sahabe de Bedir Savaşı öncesi Resulullah’a öyle söylemişti:"- Sen ne karar verirsen biz ona tabi oluruz. İsrailoğulları gibi '-Sen ve Rabbin savaşın biz burada oturanlardanız' demeyeceğiz. Senin yanında ve emrinde savaşacağız" dediler.
Fetih Suresi Hudeybiye Barış Anlaşması için inmiştir. Ancak Resulullah’ın Hudeybiye’den sonra savaş yapmadığı Fetih ve savaşa katılmadığı doğru değildir. Mekke’nin Fethinden sonra Hayber’in Fethini, Mute Savaşını, Huneyn Savaşını, Tebük Seferini nereye koyacak, hangi barış anlaşmasıyla açıklayacaksınız?
Hocam! Asr Suresinde emredildiği gibi iman eden Salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. Biz size sizin de iyi bildiğinize inandığımız hakkı, hak söylemi tavsiye ediyoruz. Doğrusunu Allah bilir. Ancak kitabı hakem yapıp ihtilafı gidermek için Hak bildiğimiz doğruları hatırlatmak istedik. Biliyorum siz hakkınızdaki iftira linç ve ambargo kampanyalarına üzülerek başka mahalle çocuklarına şikâyet ediyor, serzenişlerinizi anlatıyor, onlara hoş gelen şeyler söylemeye gayret ediyorsunuz. Ancak her hak dava takipçisinin başına gelen bu kampanyalara sabretmek, direnmek, hakkı söylemek, gerekirse bedel ödemekten daha doğru yol yoktur! Seküler Hümanizmin DW’ye ve spikerlerine faydası olmadığı gibi size de olacağını zannetmiyorum. Daha doğrusu bu yanlış yönelişten dönmenizi umud ve dua ediyorum.
Abdülkadir Karaman