ABD’nin Obama dönemindeki stratejik doktrini Orta Doğu’nun güç dengelerini değiştirdi. Washington yönetimi Çin’in Asya-Pasifik’te yükselişini sadece bölgesel bir gelişme olarak görmedi. Aksine Çin’in ekonomik anlamda güç artırımının küresel sisteme meydan okuyan yönünü gördü ve bu bağlamda Obama döneminde ABD önceliğini Çin’le mücadeleye verdi ve dolayısıyla Orta Doğu’ya ikincil bir öncelik tanındı. Söz konusu durum ABD müttefiklerinin güvenlik kaygılarını artırırken bölge ölçeğinde ABD’nin bu siyaseti bir güç boşluğu doğurdu. Güvenlik bağlamında yerel aktörlerin daha fazla sorumluluk almasına yol açan bu siyaset bir taraftan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) aktifleşmesinin önünü açarken, diğer taraftan Fransa’nın da ABD’nin sorumluluğu başkasına atma stratejisinden doğan boşluğu doldurarak bölgede kurulmak üzere olan yeni düzende yer almasını sağladı. Dolayısıyla BAE ve Fransa, ABD’nin stratejisinin sonuçları bağlamında ortak hareket ediyor.
Öte yandan geleneksel olarak Avrupa Birliği (AB) içinde Almanya ile rekabet halinde olan ve belli konularda farklı düşünen Fransa küresel çapta da statüsünü değiştirmek istiyor. Orta Doğu bu anlamda da Fransa açısından büyük öneme haiz. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan’da yaşanan faciayı fırsat olarak görmesi ve bu kapsamda “yumuşak güç” unsurlarını devreye sokarak bölge siyasetinde etkin olmaya çalışması da bu minvalde okunabilir. Fakat Paris yönetiminin önünde iki büyük engel var: Birincisi bölge halkları; ikincisi Orta Doğu sokaklarındaki Erdoğan ve Türkiye rüzgârı. Orta Doğu halklarının Macron’un İslam ve Hazreti Peygamber ile ilgili ifadelerine yönelik tepkisi, Fransa’nın post-kolonyal zihniyetle bölgede etkin olamayacağını ortaya koyuyor. İkinci olarak, Türkiye’nin bölge halklarıyla dayanışma halinde olması ve Erdoğan’ın Arap sokağında popüler bir lider olarak benimsenmesi Fransa’nın siyasi emellerine ket vuruyor. Tam bu noktada, Fransa’nın Orta Doğu’da aktif olmasını sağlayacak bir aktör olarak karşımıza BAE çıkıyor. Bu bağlamda, BAE ile Fransa arasındaki işbirliği alanlarından birinin Türkiye karşıtlığı olduğu söylenebilir.
Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu ve değişen güçlü dış siyaset politikası neticesinde ortaya çıkan İslam ve Türkiye karşıtı söylemlerin, aslında İslam’ın ve Müslümanların asıl hüviyetlerine kavuşması karşısında duyulan korkudan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait “Batılı için Müslüman Türk’tür, aynı şekilde Türk de Müslümandır” sözleri bu durumu açıkça anlatmaktadır. Bu korku ise bölgedeki diğer aktörleri Müslümanların içinden alternatif, kontrol edilebilir, laf dinleyen ve uşaklık edebilecek ortak arayışlarına itiyor. Bu doğrultuda hareket eden Fransa BAE ile yakınlaşırken, Türkiye bölgedeki faaliyetlerine ve dışişleri politikasındaki kararlılığına devam ediyor.
Muhaliflerinin tecrübe eksikliğiyle ve başarısız liderlikle suçladığı Macron idaresindeki Fransa dış politikası, Türkiye başta olmak üzere NATO’daki bazı müttefikleriyle artan anlaşmazlıklara giriyor. Fransa’nın Libya’da darbeci General Halife Hafter’e bağlı milislere yardım eden BAE’ye verdiği destek ve bu ülkeyle çeşitli anlaşmalara girmesi, iki ülke arasındaki krizi tırmandırdı. Bu durum aynı zamanda Orta Doğu’da Türkiye’ye karşı olan Fransa ve BAE’nin güçlerini birleştirmesine ve birbirlerine yakınlaşmalarına neden oldu. İngiltere’nin 1968 sonrası bölgeden çekilmesiyle birlikte başlayan Fransa-BAE yakınlaşması son dönemde daha da yoğunlaştı. Bu anlamda iki ülke “Stratejik Diyalog” toplantılarının 12. oturumunu 3 Haziran’da gerçekleştirdi. Toplantıda Abu Dabi ve Paris yönetimlerinden üst düzey yetkililer ikili ilişkileri güçlendirme arzularını dile getirirken, “stratejik ortaklıkları derinleştirme” amacıyla hazırladıkları 10 yıllık yol haritasını onayladılar.
BAE ve Fransa’nın Türkiye düşmanlığında buluşması
Fransa BAE’yi önemli bir yatırım, ticaret ve enerji kaynağı olarak görüyor. BAE ise Fransa’nın Körfez’deki ilk kalıcı askeri üssüne ev sahipliği yapıyor. 1995’te imzalanan ve 2009’da açılan, Fransa’ya BAE’ye karşı bir saldırı olduğunda askeri müdahale olanağı sağlayan askeri üste çok sayıda Fransız askeri bulunuyor. Fransa’nın Afrika’daki sömürge faaliyetleri açısından kolaylık sağlayan bu üs, aynı zamanda Fransız savunma sektörünün de BAE üzerinden Orta Doğu pazarına açılmasını sağlıyor. Bu anlamda iki ülkenin güvenlik anlamında işbirliğini artırdığı söylenebilir. Fransa BAE’ye 1,5 milyar avrosu 2019’da olmak üzere, 2010-2019 yılları arasında toplamda 4,7 milyar avroluk silah satmıştır. Paris’in Abu Dabi’ye yönelik bu silah satışlarıyla birçok hedefi gerçekleştirmek istediği söylenebilir. Bunlardan ilki, kasasını doldurarak ekonomik anlamda güçlenmektir. İkincisi BAE’yi güçlendirerek, Orta Doğu ölçeğinde fazla sorumluluk almadan istediği siyasetin kurgulanmasını ve arzu edilmeyen statüko karşıtı, meydan okuyan bölgesel bir düzenin kurulmasının engellenmesidir. Üçüncüsü ise bölgede ABD yerine askeri bir güç olarak aktif olmaktır.
2011’deki Arap ayaklanmalarının ardından, BAE ve Fransa ilişkileri ivme kazanarak bölgede tehlikeli bir hal almaya başladı. Bölgenin demokratikleşmesi ihtimali, otoriter bir Orta Doğu rejimi olan BAE’yi ve kendi kontrolü dışındaki meydan okuyucu bir demokratikleşmeyi tehdit olarak gören Fransa’yı tedirgin etti. Bu bağlamda iki aktör bölgedeki siyasal İslami unsurları ve bölge dinamiklerini “Aşırıcı İslami Güçler” olarak tanımladı. Bu bağlamda Macron Abu Dabi ve Riyad’ı “aşırılıkla mücadele” kılıfı altında Fransa’nın İslam karşıtı politikalarının Orta Doğu bölgesindeki önemli ortakları olarak görüyor. Dolayısıyla, bir tarafta Fransa ve BAE ortaklığı ikili ilişkiler ve bölgedeki stratejik planlar çerçevesinde gelişmesine devam ederken, diğer tarafta Türkiye ile ilişkiler her geçen gün krize dönüşüyor. Buna müteallik, ikilinin Ankara ve Yunanistan arasında çıkan münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı bağlamındaki karmaşık ve çekişmeli deniz sınırları anlaşmazlığı konusunda Yunanistan’ı desteklemesi, Libya’daki darbeci Hafter’e ve Suriye’deki terör örgütü PKK/PYD’ye sponsor olması, bölge halklarını, Türkiye’nin bölgesel çalışmalarını ve Orta Doğu politikalarını tehdit ediyor.
Muhaliflerinin tecrübe eksikliğiyle ve başarısız liderlikle suçladığı Macron idaresindeki Fransa dış politikası, Türkiye başta olmak üzere NATO’daki bazı müttefikleriyle artan anlaşmazlıklara giriyor. Fransa’nın Libya’da darbeci General Halife Hafter’e bağlı milislere yardım eden BAE’ye verdiği destek ve bu ülkeyle çeşitli anlaşmalara girmesi, iki ülke arasındaki krizi tırmandırdı. Bu durum aynı zamanda Orta Doğu’da Türkiye’ye karşı olan Fransa ve BAE’nin güçlerini birleştirmesine ve birbirlerine yakınlaşmalarına neden oldu. İngiltere’nin 1968 sonrası bölgeden çekilmesiyle birlikte başlayan Fransa-BAE yakınlaşması son dönemde daha da yoğunlaştı. Bu anlamda iki ülke “Stratejik Diyalog” toplantılarının 12. oturumunu 3 Haziran’da gerçekleştirdi. Toplantıda Abu Dabi ve Paris yönetimlerinden üst düzey yetkililer ikili ilişkileri güçlendirme arzularını dile getirirken, “stratejik ortaklıkları derinleştirme” amacıyla hazırladıkları 10 yıllık yol haritasını onayladılar.
Abu Dabi ve Paris’in Türkiye’ye karşı Hafter’e desteği
Paris ve Abu Dabi Hafter’i 2014’ün başlarında desteklemeye başladı. Paris yönetiminin Nisan 2019’da Hafter’in Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) devirmeyi amaçlayan “Trablus'u Özgürleştirme Operasyonu”nu desteklediği ortaya çıktı. BAE Hafter’in paralı asker ordusunu askeri teçhizat, zırh, savunma sistemleri ve saldırı dronları ile donatarak gereken hava desteğini sağlarken, Fransa da buna istihbarat, özel kuvvetler ve bazı gelişmiş silahlarla katkıda bulundu. Dolayısıyla Hafter 2019 yılının sonlarına doğru Fransa desteğini açıkça överek belirtti. Bununla birlikte, Libya’da bulunan diğer unsurların da desteğiyle körüklenen savaş sonucunda sivillere karşı daha fazla savaş suçu işlendi.
Doğu Akdeniz’de BAE ve Fransa’nın çabaları
Bölgeye dair enerji kaynakları ile ilgili değinilmesi gereken hususlardan birisi de Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı veya bilinen ismiyle “Eastmed” doğalgaz boru hattıdır. Eastmed’in İsrail’den Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY), oradan da Yunanistan’a bağlanması planlanmaktadır. Buradan ise başta İtalya olmak üzere tüm Avrupa’ya doğal gaz taşınacaktır. Anlaşmanın bu şekliyle Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynaklarından çıkarılması planlanmaktaydı. Nisan 2019’da GKRY, Mısır, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin arasında Kahire merkezli Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurulurken Türkiye tamamen saf dışı bırakıldı. Yedi ay sonra BAE, Yunanistan ve GKRY ile ilk üçlü toplantısını yaptı ve kısa süre sonra Fransa foruma sürekli gözlemci sıfatıyla katılma talebinde bulundu.
Türkiye’nin Libya müdahalesi ve BAE-Fransa başarısızlığı
Türkiye’nin Libya ile tarihsel ve dini bağı, Libya’da işlenen savaş suçları, Fransa’nın ve BAE’nin bölgedeki sömürü politikaları ve demokratik yollarla yönetime gelen Libya UMH’ye karşı yapılanlar, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesindeki başlıca nedenler oldu. Bununla birlikte Libya’nın daveti üzerine gerçekleşen Türkiye müdahalesi, gerek Doğu Akdeniz’de yeni keşfedilen gaz zenginliğinin gerekse bütün bölgesel enerji kaynaklarının sömürgeci ülkelerin değil hak edenlerin kullanımına eşit şekilde sunulmasında etkili oluyor.
Ankara Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan Türkiye karşıtı ittifaka ve Türkiye’yi ince bir kıyı şeridinde hapsetmek için gösterilen çabalara yanıt olarak, Kasım 2019’da Libya UMH ile deniz sınırlarını çizmek için bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma sonucunda Türkiye’nin deniz yetki alanlarının bir kısmı belirlendi. Libya UMH’ye, zahirde darbeci Hafter ile mücadelesinde, aslında bölgede yeni güç olma peşinde koşan Fransa ve BAE’ye karşı, güçlü bir şekilde destek verildi. Türkiye’nin kararlı mücadelesi sonucunda, Libya ve Türkiye arasında imzalanan deniz yetki alanları BM tarafından da tescil edildi ve Türkiye saf dışı bırakılmak istendiği masaya söz sahibi olarak oturdu. Netice olarak, Fransa ve BAE Türkiye’ye karşı başarısız olurken İsrail-Yunanistan koridoru uluslararası anlaşma ile kapatıldı. İsrail Türkiye’den onay almadan gaz ihraç edemeyecek hale geldi.
Orta Doğu bu anlamda da Fransa açısından büyük öneme haiz. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan’da yaşanan faciayı fırsat olarak görmesi ve bu kapsamda “yumuşak güç” unsurlarını devreye sokarak bölge siyasetinde etkin olmaya çalışması da bu minvalde okunabilir. Fakat Paris yönetiminin önünde iki büyük engel var: Birincisi bölge halkları; ikincisi Orta Doğu sokaklarındaki Erdoğan ve Türkiye rüzgârı. Orta Doğu halklarının Macron’un İslam ve Hazreti Peygamber ile ilgili ifadelerine yönelik tepkisi, Fransa’nın post-kolonyal zihniyetle bölgede etkin olamayacağını ortaya koyuyor. İkinci olarak, Türkiye’nin bölge halklarıyla dayanışma halinde olması ve Erdoğan’ın Arap sokağında popüler bir lider olarak benimsenmesi Fransa’nın siyasi emellerine ket vuruyor. Tam bu noktada, Fransa’nın Orta Doğu’da aktif olmasını sağlayacak bir aktör olarak karşımıza BAE çıkıyor. Bu bağlamda, BAE ile Fransa arasındaki işbirliği alanlarından birinin Türkiye karşıtlığı olduğu söylenebilir.
Türkiye karşıtı söylemlerin nedeni
Artan askeri ve teknolojik gücü ile Orta Doğu’da söz sahibi olması, mazlumlara kucak açması, Müslüman halklar tarafından her geçen gün daha çok sevilmesi ve Müslümanların temsilcisi olarak görülmesi, Türkiye’nin Batılılar tarafından tehdit olarak algılanmasına neden oluyor. Nitekim Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın “Türkiye’nin Türk İmparatorluğu kurmak gibi bir hedefi var. Bu politika burada başarılı olursa şaşırmayın. Sadece Yunan adaları değil, Avrupa kıtasında da yayılmaya çalışırlarsa şaşırmayın. Eğer Türkiye bunları başarırsa, onları Viyana’da bekleyin” ifadeleri de bu duruma işaret ediyor.
Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu ve değişen güçlü dış siyaset politikası neticesinde ortaya çıkan İslam ve Türkiye karşıtı söylemlerin, aslında İslam’ın ve Müslümanların asıl hüviyetlerine kavuşması karşısında duyulan korkudan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait “Batılı için Müslüman Türk’tür, aynı şekilde Türk de Müslümandır” sözleri bu durumu açıkça anlatmaktadır. Bu korku ise bölgedeki diğer aktörleri Müslümanların içinden alternatif, kontrol edilebilir, laf dinleyen ve uşaklık edebilecek ortak arayışlarına itiyor. Bu doğrultuda hareket eden Fransa BAE ile yakınlaşırken, Türkiye bölgedeki faaliyetlerine ve dışişleri politikasındaki kararlılığına devam ediyor.
Son durum
Macron’un Ermenistan’la dayanışmasını ifade etmesi ve gerçekleşen son çatışmalarda Azerbaycan ve Türkiye’yi suçlaması, özellikle İslam’a yönelik ve İslamofobiyi canlandıran konuşmaları ve Türkiye karşıtı söylemlerinin hızla artması oluşan krizi üst seviyeye taşıdı. Macron’un bu tavrından cesaretlenen ve Hazreti Peygamber’e hakaret içeren karikatürler yayımlayan Charlie Hebdo dergisinin şimdi de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik hakaret içerikli karikatür yayımlaması, Paris ve Ankara ilişkilerini daha büyük bir krizin beklediğini gösteriyor. Bununla birlikte Macron tarafından üretilen İslam karşıtı söylemlere ve “ifade özgürlüğü” kılıfı altında çizilen karikatürlere Müslümanlar tarafından tepki gösterildi. Macron’un İslam’a hakaret içeren açıklamaları sadece BAE tarafından olumlu karşılandı. BAE’nin dışişlerinden sorumlu bakanı Enver Gargaş Alman Die Welt gazetesine verdiği röportajda, Macron’un açıklamalarının dikkatlice dinlenmesinin gerektiğini söyleyerek İslam’ı terörle eşdeğer gören bu zihin yapısının savunuculuğunu yaptı. Dahası Gargaş Erdoğan’ın dini siyasete alet ederek Fransa’ya saldırdığı ithamlarında bulundu. Bu anlamda BAE’nin, Fransa’nın İslam ve Türkiye karşıtı söylemlerini destekleyen tek Müslüman ülke olduğu söylenebilir. Nitekim başta Türkiye, Katar, Pakistan, Libya ve Azerbaycan gibi ülkelerde olmak üzere Fransız malları boykot edilerek çeşitli protestolar gerçekleşti. Tıpkı Suudi Arabistan’ın yarı-resmi şekilde Türk ürünlerine uyguladığı boykotun Suudi Arabistan halkının Türk ürünlerine daha çok sarılmasına yol açması gibi, BAE-Fransa ortaklığında inşa edilmeye çalışılan Türkiye düşmanlığı da bölge halklarından beklenilen sonucu vermiyor. Diğer bir deyişle, Fransa-BAE’nin Türkiye düşmanlığı Arap sokağında ters tepiyor ve Türkiye’nin gücünü artıyor.
[Şam’da Arapça ve temel İslami ilimler eğitimi alan Numan Aygen Bahçeşehir Üniversitesi Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans üstü çalışmalarına devam etmektedir]
[Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Mehmet Rakipoğlu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]