Uzun zamandan beri tansiyonun yüksek olduğu Türkiye-Fransa ilişkilerinde önemli bir gelişme yaşandı; 2 Mart’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron arasında video konferans yöntemiyle bir görüşme gerçekleşti. Macron yönetiminin bir süredir devam eden popülist ve tepeden bakan siyaset tarzından ötürü Türk-Fransız ilişkilerinde ciddi sorunların yaşandığı böyle bir dönemde iki liderin görüşmesi, her halükârda ilişkilerin geleceğine dair olumlu bir gelişme olarak görülebilir.
İkili ilişkilerdeki sorunlu alanlar
Erdoğan ile Macron arasındaki görüşmeyi değerlendirmeden evvel, ikili ilişkilerdeki sorunlu alanlara bakmak yararlı olacaktır. İki ülke arasında son yıllarda gerilime yol açan konular arasında Libya meselesi, Suriye krizi, Karabağ meselesi, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci ile Macron’un selamet dini İslam ve müntesipleri olan Müslümanlar hakkındaki mesnetsiz açıklamaları yer alıyor.
Öncelikle Libya meselesinde Fransız hükümetinin takındığı tavrın ikili ilişkileri olumsuz etkilediğini belirtmek gerekiyor. Zira Türkiye Birleşmiş Milletler (BM) tarafından muhatap alınan görevdeki meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile uluslararası hukuk sınırları içinde ilişkilerine devam ederken, Fransız hükümeti bunun tam tersi bir davranışla darbeci General Halife Hafter ile işbirliği yapıyor ve bununla da yetinmeyerek Hafter güçlerine askeri yardımda bulunuyor. Bunun yanında, Türkiye’nin 27 Kasım 2019 tarihinde Libya hükümeti ile “Deniz Yetki Sınırlandırması Anlaşması” ve “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması” imzalamasına Fransız hükümeti ilk günden beri tepki gösteriyor ve anlaşmadan ötürü Ankara’yı hedef alan içi boş iddialar gündeme getiriyor. Fransa’nın salt kendi çıkarlarını önceleyen ve uluslararası hukuku hiçe sayan tutumuna karşın Türkiye’nin uluslararası toplumla birlikte hareket ederek görevdeki meşru hükümetin safında yer alması ikili ilişkilerde sorun yaratıyor.
2 Mart’ta gerçekleşen Erdoğan-Macron görüşmesi sürpriz bir gelişme olmaktan ziyade, Ocak ayında başlayan diplomasi trafiğinin devamı olarak görülebilir. Ancak ikili görüşmedeki olumlu havaya aldanıp Türk-Fransız ilişkilerinin normalleştiğini söylemek en azından şu an için mümkün değil. Zira ikili ilişkilerdeki sorunlar kısa zamanda kolayca çözülecek türden olmadığı ve epey geniş bir alanı kapsadığı için, bu görüşmeyi gerilim düşürücü bir adım olarak yorumlamak daha yerinde olacaktır.
İki ülke Suriye krizinde de uzun zamandan beri karşı karşıya. Zira Türkiye Suriye krizinde yine BM öncülüğündeki uluslararası toplumu takip ediyor ve hiçbir siyasi meşruluğu kalmayan Esed yönetimine karşı çıkıyor. Buna karşın Fransız hükümeti yine tam tersi bir tavırla Esed’le görüşmelere devam etmenin ötesinde, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü hedef alan ve sınır güvenliğini ihlal eden terör örgütü PKK’nın bölgedeki uzantıları PYG/YPG’ye açıkça destek veriyor. Bu da tabii olarak Türkiye’nin tepkisine yol açıyor. Burada Fransa’nın PYD/YPG’ye verdiği desteğin Macron yönetimine özgü olmadığını da belirtmek gerekir. Nitekim Macron’un selefi François Hollande cumhurbaşkanlığı görevine devam ederken sözde PYD temsilcilerini Elysee Sarayı’nda ağırlayarak Türkiye karşıtlığını açıkça ortaya koymuştu. Hollande 2018 yılında verdiği bir mülakatta da terör örgütü PYD/YPG’yi Fransa’nın müttefiki olarak gördüğünü ifade etmiş ve bölgede yürüttüğü operasyonlardan ötürü Türkiye’yi suçlamıştı. Bu açıdan bakıldığında, Paris yönetiminin PYD/YPG konusunda da açık bir akıl tutulması yaşadığı ifade edilebilir.
Aktüel bir başka konu olması bakımından, Azerbaycan’ın Karabağ’a yönelik müdahalesi de Türkiye ve Fransa’yı karşı karşıya getirmiştir. Zira Ermenistan işgali altında bulunan Karabağ’a operasyon başlayınca Türkiye tereddüt etmeden Azerbaycan’a destek verdi. Buna karşın Macron yönetimindeki Fransa ise ülkedeki Ermeni lobisinin etkisiyle Ermenistan’ı destekledi. Öyle ki Macron kurumsal olarak AB çatısı altında bölgeye askeri müdahalede bulunulması gerektiğini ima eden açıklamalarda bulunarak kışkırtıcı bir politika izledi. Bunun da ötesinde uluslararası basına yansıdığı kadarıyla, Fransız hükümetinin, taraflar arasında devreye sokulan ateşkesler sırasında Ermenistan’a hava yoluyla silah göndererek askeri destek sağladığı bile ortaya çıktı. Operasyon sona erdikten sonra da Fransa kışkırtıcı politikasına devam etti. Örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan Karabağ’da yenilgiyi ilan edip bölgeden çekileceklerini açıkladığı halde, Fransa parlamentosunun üst kanadı Senato’da, Karabağ’ın sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” adı altında özerk bir devlet olarak tanınması için oylama yapıldı. Ancak sahadaki acı gerçeklerin farkına varan Cumhurbaşkanı Macron, konuyla ilgili yaptığı açıklamada Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul etmek durumunda kaldı. Buradan hareketle, Macron yönetimindeki Fransa’nın, Libya’dan sonra Karabağ’da da uluslararası hukuka uygun olarak meşru aktörlerin safında yer almak yerine, karşıt saflarda yer alarak hem uluslararası topluma hem de Türkiye’ye karşı kaybettiği söylenebilir.
Macron yönetiminin bir süredir devam eden popülist ve tepeden bakan siyaset tarzından ötürü Türk-Fransız ilişkilerinde ciddi sorunların yaşandığı böyle bir dönemde iki liderin görüşmesi, her halükârda ilişkilerin geleceğine dair olumlu bir gelişme olarak görülebilir.
Fransa diğer yandan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile 2017 yılında yaptığı görüşmeler sonucunda, daha önce iki ülke arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasını revize etti ve Rumlardan bir askeri üs aldı. Bu da Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki faaliyet alanını genişleten stratejik bir gelişme oldu. Fakat burada önemli olan iki husustan biri, Fransız enerji şirketi Total’in GKRY’nin uluslararası hukuk kurallarını çiğneyerek tek taraflı ilan ettiği parsellerde doğalgaz arama faaliyetlerine devam etmesidir. Yani Fransa’nın Rum topraklarından askeri üs edinmesi, sadece siyasi ve askeri saiklerle okunabilecek bir adım değildir. Haliyle meseleye bu pencereden bakıldığında, Fransa’nın Doğu Akdeniz’e duyduğu ilginin ekonomi-politik arka planı daha iyi anlaşılabilir. Bunun yanında önemli olan diğer husus, Fransa’nın bu anlaşma bağlamında Doğu Akdeniz’deki gelişmelere GKRY üzerinden dahil olması ve Türkiye ile bir kez daha karşı karşıya gelmesidir. Zira yakın zamanda kurulan Rum-Fransız işbirliği kapsamında iki ülke sık sık askeri tatbikatlar düzenlemekte ve AB çatısı altında sözde “üyelik dayanışması” adı altında Türkiye’yi hedef alan girişimlerde bulunmaktalar.
Bu arada Türkiye-Fransa ilişkilerinde önemli bir yere sahip AB üyelik sürecini de gözden kaçırmamak gerekir. Zira herkesçe bilindiği üzere, Fransa bir devlet politikası olarak Türkiye’nin AB’ye üyeliğine en şüpheci bakan ülkeler arasında yer alıyor ve bu tutumunu her fırsatta dile getirmekten geri durmuyor. Aslında eski Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy döneminde bariz şekilde ortaya çıkan bu karşıtlık Türkiye-Fransa-AB üçgeninde ciddi tartışmalara yol açtı. Örneğin Sarkozy görev süresi boyunca Türkiye’ye açıkça üyelik perspektifi verilmemesi gerektiğini dile getirdi ve AB yerine “Akdeniz İçin Birlik” isimli alternatif bir oluşum önerdi. Türkiye’nin ilk günden beri reddettiği bu tür alternatifler Fransa tarafından hâlâ zaman zaman dile getiriliyor ve bu durum Türkiye’nin AB üyelik sürecine zarar veriyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un son zamanlarda toplum nezdinde düşen siyasi popülaritesini artırmak için İslamofobik söylemlere tevessül etmesi de Türkiye’nin tepkisine yol açıyor. Macron’un “İslam dünyanın her yerinde krizde ve yeniden yapılandırılması gerekiyor” gibi haddini bilmeyen bir şekilde ithamlarda bulunması, ülkesinde bulunan milyonlarca Müslümanı değersizleştirerek bu insanları sözde “Fransa İslam’ı” adı altında asimile etmeye çalışması, Fransa genelinde bulunan birçok camiyi sudan bahanelerle kapatması ve Fransa’daki imamların Türkiye ve Cezayir gibi ülkeler tarafından eğitilmesine son verilmesi gerektiği gibi tepeden inmeci açıklamalarda bulunması, bu durumun somut örnekleri arasında yer alıyor. Türkiye Macron’un bu tür dayanaksız açıklamalarına tepki göstererek Müslümanların hakkını ve hukukunu korumaya çalışıyor. Bu çerçevede Türkiye-Fransa ilişkilerinin son dönemini meşgul eden sorunların tamamının, Paris yönetimi tarafından başlatıldığı ve devam ettirildiği tespiti rahatlıkla yapılabilir.
Diğer taraftan, Türkiye-Fransa ilişkilerinin daha önce hiç olmadığı kadar gerilmesinin temel sebebi, Türkiye’nin kendisine çizdiği yeni dış politika vizyonuyla ilgili. Bu doğrultuda Türkiye, her sahada yapıcı ve ön alıcı adımlar atarak sadece bölge siyasetinde değil, dünya siyasetinde de ağırlığı her geçen gün daha fazla hissedilen bir aktör haline gelmiş durumda. Bahsi geçen bu durum, Fransa’nın bir zamanlar sömürge haline getirdiği Afrika bölgesi için de geçerliliğini koruyor. Zira Türkiye’nin bu coğrafyadaki ülkelerle dostane ilişkiler kurmasından ve bölgedeki yumuşak gücünü artırmasından Fransa kendi çıkarları açısından endişe duyuyor. İşte böylesi gerçeklikleri kabullenmekte zorlanan ya da kabullenmek istemeyen Fransa, meseleye neo-kolonyal bir açıdan yaklaşarak kendi sübjektif ajandasını Türkiye’ye dayatmaya çalışıyor. Buna karşın Türkiye, Fransa dahil olmak üzere diğer küresel aktörlerin kendisine biçtiği küçük çaplı rolleri reddediyor ve haklı olarak kendi tarihine ve gücüne uygun şekilde hareket etmeye çalışıyor. Bu da sonuç olarak Türkiye’nin sadece Fransa ya da diğer Avrupa ülkeleriyle değil, geniş bir siyasi coğrafyaya tekabül eden Batı ile sorunlar yaşamasına neden oluyor.
Erdoğan-Macron görüşmesi
Türk-Fransız ilişkilerinin zorlu bir süreçten geçtiği böyle bir dönemde, iki ülkenin cumhurbaşkanları yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından ötürü video konferans yöntemiyle 2 Mart’ta görüşme kararı almıştı. Yukarıda bahsi geçen sorunlu alanların konuşulduğu Erdoğan-Macron görüşmesinin neticesi ise gayet diplomatik bir dille, iki ülkenin bulundukları coğrafyada barışı temin etmek için birlikte çalışması kararlaştırıldı sözleriyle duyuruldu. Bu bağlamda Türkiye ve Fransa’nın NATO’nun güçlü iki müttefiki olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa’dan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar uzanan geniş coğrafyada iki ülkenin güvenlik, barış ve istikrar çabalarına önemli katkılar sağlayabileceğini ifade etti. Diğer yandan terörün iki ülke için de geçerliliğini koruyan bir tehdit olduğunu belirten Erdoğan, barış ve istikrarın temin edilmesine yönelik çalışmaların, terör örgütleriyle mücadelede ortak çabaları da kapsaması gerektiğini belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ile beraber çalışma potansiyelini yüksek gördüğü bölgelerde, iki ülkenin sık sık karşı karşıya gelmesi dikkat çekici. Bunun yanında, karşılıklı çıkar çatışmalarının yüksek olduğu aynı bölgelerdeki sorunların çözümü konusunda dahi, önce Türkiye’nin barış elini uzatmasını gözden kaçırmamak gerekiyor. Nitekim Erdoğan’ın 1921 yılında imzalanan ve bugünlerde yüzüncü yılını dolduran Ankara Anlaşmasına atıf yaparak iki ülke arasındaki işbirliğinin önemine vurgu yapması da dikkat çekici.
İki ülke Suriye krizinde de uzun zamandan beri karşı karşıya. Zira Türkiye Suriye krizinde yine BM öncülüğündeki uluslararası toplumu takip ediyor ve hiçbir siyasi meşruluğu kalmayan Esed yönetimine karşı çıkıyor. Buna karşın Fransız hükümeti yine tam tersi bir tavırla Esed’le görüşmelere devam etmenin ötesinde, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü hedef alan ve sınır güvenliğini ihlal eden terör örgütü PKK’nın bölgedeki uzantıları PYG/YPG’ye açıkça destek veriyor.
Öte yandan, 2 Mart tarihinde gerçekleştirilen ikili görüşmenin sürpriz olmadığını da belirtmek gerekiyor. Zira hatırlanacağı üzere, ikili ilişkilerin her geçen gün daha da kötüye gittiği bir dönemde, bu yılın Ocak ayında Fransa Cumhurbaşkanı Macron Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir mektup yazarak ikili ilişkilerdeki gerilimi düşürmek için en yakın zamanda görüşmek istediğini belirtmişti. Dolayısıyla 2 Mart’ta gerçekleşen Erdoğan-Macron görüşmesi sürpriz bir gelişme olmaktan ziyade, Ocak ayında başlayan diplomasi trafiğinin devamı olarak görülebilir. Ancak ikili görüşmedeki olumlu havaya aldanıp Türk-Fransız ilişkilerinin normalleştiğini söylemek en azından şu an için mümkün değil. Zira ikili ilişkilerdeki sorunlar kısa zamanda kolayca çözülecek türden olmadığı ve epey geniş bir alanı kapsadığı için, bu görüşmeyi gerilim düşürücü bir adım olarak yorumlamak daha yerinde olacaktır. Nitekim Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian görüşme sonrasında üst perdeden konuşma tavrına devam ederek Türkiye’nin Fransa’ya ve AB’ye hakaret etmeyi bıraktığını dile getirmesi ve bunun ikili ilişkilerdeki gerilimi yatıştırdığını, ancak Ankara somut adımlar atana kadar ilişkilerin kırılgan kalacağını ifade etmesi, esasen gerilimin devam ettiğini ortaya koyuyor. Buna karşın, yazı boyunca görüldüğü üzere, Türk-Fransız ilişkilerindeki sorunların müsebbibinin esasen Macron yönetimi olduğu somut bir gerçekliktir. Dolayısıyla Le Drian’ın açıklamasının tersine, Macron yönetimindeki Fransa’nın Türkiye ile ilişkiler konusunda gerçekten samimi davranması ve bunu uygulamaya dökmesi durumunda, ikili ilişkilerin gerçekten normalleşebileceği söylenebilir.
Netice itibarıyla, Fransa ve Avrupalı ortakları tarafından bütün sorunların kaynağı olarak Türkiye’nin lanse edildiği bir ortamda, Türk-Fransız ilişkilerinin normalleştirilmesi adına Erdoğan-Macron görüşmesi hiç şüphesiz önemli bir adım. Buna karşın Türkiye ile Fransa arasındaki sorunlu alanların geniş ve derin olması nedeniyle, ikili ilişkilerde gerçek bir normalleşme için bu tür yapıcı görüşmelerin devam etmesi gerekiyor.
[SETA Avrupa Araştırmaları Direktörlüğü’nde görev yapan Hacı Mehmet Boyraz Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir]
[Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğrenimine devam eden Süheyl Yasir Yıldız Fransa siyaseti üzerine çalışmaktadır]