Yıllara kafa tutan gençliğimiz; aylara, hatta saatlere tutsak olmuştu. Kader arkadaşı olmuştuk. Sen bana “KANKA” diyordun. Birbirimizin ızdırabını; birbirimizden başka anlayan yoktu. Sıkıntılarını, ağrılarını, esprilerin arkasına saklamayı bilen, ender insanlardandın. Hatırını soran sağlık personeline “ne iyiyem, ne kötüyem; orta halli biriyem” diyordun; Erzurum aksanıyla.
Annene özlemlerini anlatıyordun. Çok küçük yaşta öksüz kaldığını, baba sevgisi görmediğini, kırık bir kalple dile getiriyordun. Bu sevgisizlik içinde nasıl öğrenmiştin; bu kadar sevgi dolu olmayı.
Hastalanınca olan iniltilerin; torunların hasta olunca “off”lamaya dönüşüyordu. Evli iki oğlunla aynı evde yaşayışın takdire şayandı.
Sık sık geçirdiğin mide kanamaların, kan seviyeni tabanlara düşürdüğü halde, bir çınar gibi dimdik durabiliyordun.
Ağız tadı kaçıran ölümü anmadığın gün yoktu. “Bakın ben erken gideceğim, selam gönderecekleriniz varsa liste yapın” diyor, gidişini bile bir espri ile tatlandırıyordun.
Bir sürü anın vardı; ne kadar duyarak yaşamışsan hayatı; hepsi de kıssadan hisse kıvamındaydı. Aynı anne babadan olmasakta, kardeş olmuştuk, kanka olmuştuk. Bir seans gelmesen; “hasta mı oldu?” diye merak ediyorduk.
Yine bir sabah gelmedin. Hastanede dediler. Yirmi gün süren mücadeleden yenik düştün. “Ben erken gideyim, size yer ayırayım” diyordun. Onun için mi acele ettin Kanka?...
Çektiğin tüm ızdıraplar, günahlarına kefaret olsun. Hoşça kal kardeşim, hoş yerlerde kal… Rahat uyu Kanka….