Ne güzel bir özellikti; insanlara bahşedilen konuşma yeteneği. Rabbimin “Ol” emri ile oluveriyordu. Önce ilk heceler, bazen agular, ilk ebeveyn hitapları. Ne kadar seviniyorduk. Her kelimenin yenisini duydukça. O; çok sevdiğimiz varlıkta fark ediyordu sevincimizi. Bu sevincimiz bazen; alkışlara, bazen sevinç çığlıklarına dönüşüyordu.
Sadece dilimizin konuştuğunu mu zannederiz? Oysa o kadar çok konuşan dilimiz var ki… Mucizesine erişemediğimiz; düşünce dilimiz. Hiç fark ettik mi; sürekli bizimle konuşan, bazen yönlendiren, bazen telaşlandıran, vesveselere neden olan.
Organlarımızın dili vardır. Acıyı, sancıyı anlatan. Bir de vücut dilimiz vardır. İstemeden mimiklerimize yansıyan. O gün ki haletiruhiyemizi anlatıverir, hüzünlü bir bakış. Gözbebeklerimi parlatır mutlu bir olay. Modun düştü deriz. İfadesini okuruz sevdiğimizde.
Her canlı hisseder bu dili. Tabii okumasını bilene. İlk çocuğum yüz ifademi şöyle yorumlamıştı: “Anneciğim, yüzün küs gibi, gözlerin dalgın bakıyor. Yaramazlık mı yaptım yoksa?”. Çok şaşırmıştım. Demek ki vücudun bir dili vardı. İsteyen okuyabiliyordu...
Yıllar yılları kovaladı. Teknoloji çocuklarımızın algısını açtı bilinmez?... Halbuki bir yetenekti bu teknolojiye yüklemek istediğimiz. Kızımın evine misafir gelmişti. Gelen misafirin çocuğunun biri fiziksel engeli vardı. Engeli vücudundaydı. Olumlu olumsuz bütün isteklerini vücut diliyle anlatabiliyordu. Annesi onun konuşmadan her istediğini anlayabiliyordu. Küçük torunum “3 yaşlarında” kuzeni ile çuval yarışı oynuyorlardı. O kadar eğleniyorlardı ki; çevresi ile ilgilenmediklerini sanırsınız. Bir ara gözüm Osman’ a kaydı. Başını yana bükmüş, küskün, iki kuzeni biraz da özenerek seyrediyordu. Bu bakışı sadece ben gördüm zannettim. Aradan beş dakika geçmedi. Bir başka poşetle geldi küçük torunum. Osman’ ın hareketsiz ayaklarını büyük bir özenle poşete yerleştirmeye çalıştı. Kendisi de bir söze gerek duymadan annesine baktı. Anne Osman’ ın koltuk altlarından tutarak zıplatarak kuzenlere yetiştirmeye çalıştı. Osman şimdi kahkahalarla gülüyordu. Demin ki mahsun bakış yerini mutluluğa terk etmişti. Miray’ ın da mutluluğuna diyecek yoktu.
Ertesi gün hiçbir sebep yokken ağlamaya başladı torunum. Sebebini sorduk; hıçkırıklar konuşmasını engelliyordu. Biraz sakinleşince “ arkadaşım Osman; yürüyemiyor, konuşamıyor, ben ona çok üzülüyorum” diyebildi.
Kelimelerin kifayet edemediği anlarımız vardır. Vücut dilinin devreye girdiği. Yaraydan’ ın hikmetinden sual olunmaz. Bazen yetişkinlerde bile görmediğimiz duyarlılık, o minicik varlıklarda tezahür edince…
Zamanın ve olayların deniz kıyılarını yıprattığı gibi bize verilen bu ve buna benzer hasletlerin değişmemesi, daim var olması duasıyla….