Ayasofya müzesinin yeniden camiye çevrilmesi konusu çeşitli yönlerden tartışılıyor. Benim ilgi alanım, fıkıh-şeriat bakımından bu tartışmaya katkı sağlamama izin veriyor.
Dikkatlerden kaçan bir nokta var: Ayasofya’nın kilise iken camiye çevrilmesi olayı merhum Sultan Mehmet Han zamanında İstanbul’un fethinin hemen ardından olup bitmiş bir olaydır. Kiliselerin ve diğer dinlere ait mabetlerin yıkımı, tamiri, yenisinin yapılması, Müslümanların bu mabetlerde ibadet etmelerinin cevazı gibi konular oldukça erken dönemde fukahanın konusu olmuş, hemen her “açık nassa dayanmayan, içtihada açık bulunan konularda olduğu gibi” bu konularda da farklı içtihatlar ortaya konmuştur. Fatih’in çevresinde, şeriata uymayan bir tasarruf karşısında onu uyaracak olan Arapça tefsir yazacak kadar âlim Molla Gürânî, Ebu Eyyub Ensârî’nin kabrini bulacak kadar ehl-i keşif zevat vardı, Fatih de bir âlim idi.
Sayın Erhan Afyoncu’nun verdiği özet bilgiye göre:
“Fatih, Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra içine mihrap, minber, müezzin mahfili, vaiz kürsüsü gibi yapılar inşa edildi. Mozaikler kapatıldıktan sonra cami çini ve kuşak yazılarla süslendi. Bir minare ve medrese yaptırıldı. Fatih, külliyenin ihtiyacı için bir vakıf kurdu. Kanunî döneminde caminin karşısına bir hamam yaptırıldı. II. Bâyezid ve II. Selim dönemlerinde Ayasofya ciddi olarak elden geçirildi. Çevresindeki evler ortadan kaldırıldı. Mimar Sinan, caminin çökmesini önlemek için payandalar yaptı. II. Selim ve III. Murad zamanında yaptırılan minarelerle Ayasofya dört minareli bir cami oldu. II. Selim, III. Murad, III. Mehmed ve şehzadeler için Ayasofya’nın bahçesine türbeler yaptırıldı. I. Mahmud zamanında camiye güzel bir kütüphane yaptırıldı. Yine aynı dönemde avluya çok güzel bir şadırvan, imarethane ile sıbyan mektebi yaptırıldı. 17. ve 18. yüzyıllarda Ayasofya’nın etrafına sebiller inşa edildi. Fetih’ten itibaren caminin içi çini ve levhalarla süslenmeye devam edildi.