Hocam, katılım bankalarıyla ilgili şöyle bir eleştiri var: ... Katılım bankaları, yazılı olarak ‘kredi verdik’, sözlü olarak da ‘alım-satım yaptık’ dedikleri için, akit sonrası ortaya çıkan ihtilâflarda genelde kredi sözleşmesi şartlarına göre hukuki ihtilâfların çözümü yoluna gitmeleri birçok hak kaybına sebep olmaktadır. Bankaların yaptığı herhangi bir sözleşme incelenirse işlemden kaynaklanacak hiçbir sorumluluğu kabul etmediklerinin açıkça yazılı olduğu görülecektir. Geliri helâl kılan, nimetle birlikte külfete de katlanmaktır. Yalnızca nimetten yararlanıp külfete (riske) hiç katlanmadan elde edilen gelir, kâr değil, faizdir. …Katılım bankalarının finansmanında faiz olduğu söyleniyor. Bu konudaki görüşünüzü merak ediyorum. Çok teşekkür ederim. Hayırlı ve sağlıklı günler dilerim.
CEVAP
Katılım bankalarının 90’lı yıllara kadar kanunu yoktu. KHK ile kurulmuştu ve yönetmelikle işliyordu. Sonra genel olarak Bankalar Kanunu’nda değişiklik yapılırken 48. maddede, katılım bankalarının adına yer verildi ve yaptığı bütün işlemlerin de kredi sayıldığı ifade edildi. O zaman buna uygun bir yönetmelik hazırlandı, yönetmelikte murabaha (peşin alıp vadeli satma) ifadesi yoktu. Müşteri malı alıyor, banka borcunu ödüyor ve müşteriyi borçlandırıyordu. Tabii bu işlem bir faizli işlemdi; katılım bankaları bunu uygulamak istemedikleri için o tarihteki danışmanlar olarak toplantı yaptık; “Fıkıhta sözlü irade beyanı ile akit kurulur, banka müşteriye yazılı satın alma ve satma vekâleti versin, müşteri malı banka adına satın alsın (vekâletnameye binaen sözlü satım akdi yapsın). Sonra da banka ile temas kurarak yine sözlü icap ve kabul ile satın alma akdi yapsın, böylece malı bankadan vadeli satın almış ve borçlanmış olsun” dedik. Bu işlem böylece meşrulaştı, ancak resmi muamele kredi olarak yürüdü. Bu yüzden müşteri, ihtilâf halinde meşru olmayan bir ödemeye mahkûm olursa banka bunu danışma kuruluna getiriyor, danışma kurulu hakkı olmayanı sahibine iade ediyor, bu mümkün olmadığında ise tasadduk ediyordu.