Bugün size bir dost mektubu takdim edeceğim. Mektubu yazan Mustafa Çalışkan, Diyanet’te üst düzey önemli ve başarılı hizmetler verdikten sonra emekli, halen sosyal medyada faal olan bir hemşehrimdir.
Mektupta anlattığı olay ibretliktir; çünkü cahil bir sahte şeyh ile ilgilidir ve bunların sayısı az değildir. Tarikat, şeyhe, sorgusuz, itirazsız teslim esasına dayanır, biz hocalar bir konuşma yapıyoruz, yazı yazıyoruz, ders okutuyoruz muhataplarımız bizi soru yağmuruna tutuyorlar, tenkit ediyorlar, karşı görüş açıklıyorlar… iyi ki de yapıyorlar; böyle olunca açık yaraya kurt düşmüyor.
Tarikat şeyhi cahil ise, sahtekâr ise ona teslimiyetin nelere mal olacağını ve tarih boyunca olduğunu bir hatırlayalım.
Bir Müslüman’ın önünde, nefsini ıslah etmek, Allah’a halis kul olmak, ibadetlerinin hazzını alabilmek, Allah Teâlâ’ya yakınlık hissinin doyulmaz mutluluğunu yaşamak için iki yol vardır:
1. Meşhur velî hadisinde Efendimiz’in (s.a.) buyurduğu “farz ve nafile ibadetlerle Allah’a yakınlaşmak (veliyullah, Allah dostu olmak),
2. Bunu yapmaya bilgisi ve iradesi yetmiyorsa kâmil bir mürşidin (ahlâk ve ruh eğitimcisinin) yardımına başvurmak. İşte bu eğitimcinin sıfatı “şeyh, mürşid, mürebbî…”dir. Bu kişinin âlim, âmil, güzel ahlâk sahibi ve kemal yolunda ilerlemiş olması şarttır.
Âlim olmayandan asla mürşid olmaz.
Âlim olup âmil olmayan ve tekmîl yetkisi bulunmayan kişiden de mürşid olmaz.