Bir önceki yazıda şöyle demiştik:
“Önce Alman bankasındaki paranıza tahakkuk eden faizin hükmünü açıklayayım. Türkiye’nin dâru’l-harb olup olmaması konusunu da gelecek yazıya bırakalım.”
Bundan altmış yıl öncesinden beri bu soru bana ve tabii diğer ilgililere soruluyor. Elbette soranlar arasında iyi niyetli ve öğrenmek isteyen insanlar da vardır. Ancak genel olarak bu soru masum bir soru değildir. Soranların önemli bir kısmının maksadı, Türkiye ve benzeri ülkeleri dâru’l-harb ve kâfir ülke ilan etmek, sonra yetkisi kendinden menkul veya yetkisiz kişiler tarafından seçilmiş bir kişiyi halife, Mehdî, Îsâ ilan etmek, onun etrafında toplanıp İslâm ve ümmet düşmanı kâfir ülkelerden ve istihbaratlarından aldıkları destek ile ülke içinde terör eylemleri yapmak, “Allahu ekber” diyerek kâfir ilân ettikleri Müslümanları boğazlamak; kadın, çocuk, yaşlı demeden ele geçirdikleri aciz insanlara esir muamelesi yapmaktır.
Aşağıda, fıkıh kitaplarından bu konuyu özetleyeceğim, burada şunu da eklemek istiyorum:
Bir ülkenin gayr-i Müslim ülke olması aynı zamanda harb ülkesi olmasını gerektirmez. Eğer bu ülkenin karşısında bir İslâm ülkesi varsa aralarında ateşkes, antlaşma, barış, İslâm’a göre de hayırlı olan bir amaçla işbirliği… ilişkileri içinde olmak caizdir. Bu ilişkiler kurulunca da o ülkeye karşı fiili savaş kuralları uygulanamaz.
Müslümanlar yıllardır İslâm ve ümmet düşmanlarının oyununa geliyorlar, fert, grup ve devletler olarak birbirlerini tekfir edip aralarında savaşarak kan, mal, servet, şeref ve izzet kaybına uğruyorlar.