FETÖ bir kült örgüttür. Kült örgütler Türkiye’de maalesef yeterince anlaşılabilmiş yapılar değildir. Bu yüzden FETÖ konusunda da hâlâ hatalı, yanlış tespitlerle karşılaşmaya devam ediyoruz. En üzücü olanı bunun ilahiyat, akademi dünyasından gelmesi. Geçen gün sosyal medyada Prof. Dr. Mehmet Büyükkara’nın “Fethullah Gülen de sıkı bir milliyetçiydi hocam, unutmamak lazım, FETÖ hiçbir zaman ümmetçi bir çizgiye gelememiştir.” Tweeti de tam bu türden bir hatayı içinde barındırıyor. Büyükkara, Mezhepler Tarihi konusunda yetkin bir uzman ama açık söyleyeyim ki, FETÖ konusunda birçok meslektaşım hem geçmiş yorumlarında hem mevcut tespitlerinde hata yaptılar. Muhtemelen bu durum, FETÖ’nün tüm eserlerini gözden geçirmemekten ve FETÖ’nün kült örgüt karakterini dikkate almamaktan kaynaklandı.
Evet, o zamanlar adı “Gülen cemaati” olan yapının terörist görülmesini bekleyemeyiz ama bu yapıdan “Gülen cemaatinin ılımlı laiklik anlayışı”, “uzlaşma yanlısı” gibi bahsetmeyi de yadırgadığımı söylemeliyim. 2009 yılında “Homo Politcus versus Homo cemaaticus” adlı yazımızda bunu dile getirmiş ve cemaatin alan kazanması hâlinde siyasal alanı daraltacağı ve çatışmayı besleyeceğini söylemiştik. Velhasıl Gülen hareketini dün de bugün de anlamakta zorlananlar ve onun tehdidini öngöremeyenler, onu milliyetçi olarak isimlendirirken de hata yapıyorlar. Neden mi?
Çünkü FETÖ bukalemun bir örgüttür. FETÖ’nün siyasal ideolojisi olmaz, o duruma ve şartlara göre her türlü ideolojiyi giyebilir. Bazen İslamcı, bazen milliyetçi, bazen laik, bazen liberal olur. Onu tek bir ideolojiye oturtmak, onun kült karakterini göz ardı etmek anlamına gelir. Zaten bu durum, uzun süre göz ardı edilmiştir. Şimdi FETÖ’nün nasıl deri değiştirir gibi ideoloji değiştirdiğini tarihsel süreç içinde anlatmaya çalışayım…
FETÖ’nün “İslamcılığı”
Fethullah Gülen, 1963'te İskenderun’da askerlik görevini yaparken cuma vaazı veriyor ve cemaat tarafından şikâyet ediliyor. Mehmet Şevket Eygi'nin sahibi olduğu Yeni İstiklal gazetesi vakayı haberleştirerek Gülen’e "Fatih Sultan Mehmed ahfadından" diyerek sahip çıkıyordu. 1966'da İzmir'e merkez vaizliğine atanan Gülen’in kefili ise Yaşar Tunagür’dür. Daha sonra Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı da yapan Tunagür, aynı zamanda Konya merkezli Hilal dergisini çıkaran Said Nursi’nin talebesi Salih Özcan’ın da arkadaşıdır. Burası da aynı zamanda Mısır eksenli İslamcılığın Türkiye’ye giriş kapısıdır. Seyyid Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet kitabını 1968 yılında Yaşar Tunagür çevirmiştir. Gülen kitaplarında Yaşar Tunagür’ün çevirdiği Seyyid Kutup’un kitabından şu şekilde bahsedilir:
“Komünizm, kapitalizm gibi beşerî sistemler, kendi düsturlarındaki çarpıklıkların meydana getirmiş olduğu dengesizlikleri önleme çabası içine girdiklerinde, beşer, sosyal adalet kavramı ile tanıştı. Bu safhadan sonra, Müslüman bilim adamları ‘sosyal adalet’ kavramı üzerinde düşünmeye ve araştırmalar yapmaya başlayarak, ona ait esasları İslâmî nasslardan çıkarma faaliyetlerine giriştiler. Seyyid Kutub, bu isim altında müstakil bir eser bile yazdı” şeklinde övgüyle bahseder.
Görüldüğü gibi Gülen’in, komünizme karşı Yaşar Tunagür ile birlikte ilk büründüğü ideoloji “İslamcılık” ideolojisidir. Zaten bu dönemde Gülen’in cemaatinde sıkı kurallar uygulanmaktadır. İnsan sureti basmak haram olduğundan çıkarttığı dergide insan resimlerinin baş ile boyun arasına kalın çizgi çekilmektedir. Böylece “ölü beden” resmi basılmış olduğundan haramlıktan kurtuldukları düşünülmektedir… Anadolu’daki kasetlerinde kadın sesinin haramlığı konusunda hassas davranılmaktadır.
Bu süreçte Nurcularla rahmetli Türkeş’in de arası oldukça açıktır. “Nurlu Süleyman” olarak adlandırdıkları merhum Süleyman Demirel’e destek veren Nurcular, Türkeş’i ve Türk milliyetçiliğini de açıkça hedef alan faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bekir Berk’in Türkeş’e karşı iftiralarla dolu “İslami Hareket ve Türkeş” broşürü bunlardan birsidir. Bekir Berk ile Gülen 1971’deki “Nurculuk” davasında beraber tutuklanmıştı. Gülen’in Bekir Berk’e yönelik muhabbetini ifade eden mektubu da kitaplarında yer almaktadır. İkisinin ortak dostu da yine Tunagür’dür. Tunagür 1977’de MSP İzmir adayıdır. Bekir Berk’in iftiralarına Osman Yüksel Serdengeçti’nin başkanlığındaki bir grup ülkücü yazar, sert bir broşürle cevap verir. Verir ama iftiralarla dolu broşür çoktan yüz binlerce basılıp en ücra köy kahvelerine bile propaganda malzemesi olarak servis edilmiştir. İftiralardan en popüleri Türkeş’in Menderes’i astırdığı iddiasıdır. Hâlbuki rahmetli Alparslan Türkeş o sırada iktidarı İsmet Paşa’ya devretmek isteyen cuntacılar tarafından sürgüne yollandığı Hindistan-Yeni Delhi'den idam kararına itiraz eden mektubu Cunta Lideri Cemal Gürsel'e göndermiş “Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesi Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçecektir” demiştir. Buna rağmen Gülen, Adnan Menderes’in asılmasından sorumlu tutarak Türkeş’e kinini dile getirir. Gülen’in “İslamcılık” elbisesinden çıkması ise 1980 darbesiyle olur.
FETÖ’nün muhafazakârlığı
FETÖ lideri Gülen, 10 Ağustos 1980’de Bursa camiinde verdiği vaazda, “Aziz Müslüman, muhteşem şafak çoktan açmıştır. O şafağın horozları çoktan ötmeye başlamıştır… Muhammed kokusu bir baştan bir başa Anadolu’yu, İslam âleminin son karakolunu, Mehmetçik’in canını dişine takıp beklediği karakolu çoktan almıştır”, diyerek darbenin işaretini vermişti. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından da Sızıntı dergisinde yayınlanan “Son Karakol” başlıklı yazısıyla Kenan Evren ve darbecilere olan desteğini açıkça dile getirmiştir. 1980’de 12 Eylül Darbesi’nden sonra İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından yakalanma emri yayınlanır ve aynı tarihte İzmir’i terk eder. 1989’da İstanbul ve İzmir’de Diyanet İşleri bünyesinden bağımsız, gönüllü olarak vaazlarına yeniden başlayıncaya kadar Anadolu’yu dolaşır vaazlar verir ve ne hikmetse yakalanmaz! Askerler ele geçirir ama serbest kalır. Gülen bunları Allah tarafından gözetilip kollandığına yorar ama aslında kollayan Kenan Evren’dir! Borcunu da Kenan Evren’in cennetlik olduğunu söyleyerek öder!
1986-1993 dönemi Gülen’in Anavatan’a yaklaşarak Anadolu’nun dindar, muhafazakâr çocuklarını ve dünyaya açılan iş adamlarını devşirme sürecidir. Özellikle 1991’de Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığına kavuşmasıyla bu bölgelerde dine dönüş harekâtını kontrol etmek için Gülen örgütüne özel bir alan açılır…
FETÖ’nün Milliyetçiliği
Gülen’in milliyetçi söyleme sığındığı dönem Orta Asya’ya açıldığı dönemle başlar. İstiklal Marşını okuttuğu, Türkçe öğrettiği, Türk Bayrağını dalgalandırdığı gibi söylemler Gülen’e sempatiyi de artırır. Türkçe Olimpiyatları milliyetçi söylemler için bulunmaz fırsattır. Aynı zamanda terör ile mücadelenin en sert dönemidir. Çiller Hükûmeti iktidarı PKK terörü ile sert mücadele yıllarıdır. Gülen bu yıllarda PKK’ya karşı mücadeleye destek verir görünür, terör konusunda mücadelede Çiller’in yanında konumlanır. Böylelikle terörle yoğun mücadele bölgesinde kendisine devlet korumasında güvenli alan açar. Söylemlerinde milliyetçilik dozu öne çıkar. Dolayısıyla Gülen’in milliyetçi söyleme yaklaştığı dönem takribi olarak 92-95 arasıdır.
FETÖ’nün sol ile flörtü
Gülen sanılanın aksine milliyetçilikle irtibatı çok kısa sürer. Hatta 57. Hükûmet döneminde Ecevit üzerinden sol ile flörtü başlar. Basın ve Medya’da Gülen’e ait arşivlerin büyük çoğunluğu yok edildiğinden izlerini takip etmekte zorlanıyoruz. NTV’de Taha Akyol ve Cengiz Çandar’ın Ufuk Turu adıyla hazırladığı programda 27 Şubat 1998 tarihinde Gülen ile bir röportaj yapılır. Programda “Kaldırın şu Osmanlı haritasını ufkumu daraltıyor” deyip yerine dünya haritası astırması, onun, “evrensel bir bakış ve evrensel değerler ortaya koyan düşüncelerini tüm insanlığa aktarmayı planlayan geniş perspektifli bir insan olduğunu gösteriyor” şeklinde yorumlanır. 1998 yılı Gülen’in aynı zamanda Papa ile buluşma yılıdır. Dolayısıyla Gülen artık ne Türkiye sınırları ile ne de Türk Milliyetçiliği ile ilgilenecektir.
Gülen, 1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği Ramazan’da İftarlar, Mutlu Yarınlar İçin El Ele gibi faaliyetler ve Hoşgörü, Uzlaşma Teşvik Ödülleri gibi ödül törenlerinde ve bayramlaşma merasimlerinde yer aldı. Bu süreç onun Türkiye’de popüler, görünür ve legalleşme sürecidir. TRT başta olmak üzere birçok kanalda program yaptı.
1997 yılında 28 Şubat ile Refah-Yol Hükûmetine yönelik baskılarda başörtüsünün açılabileceği ve sistemle çatışmamak gerektiğini savundu. 1998’de hareketine yönelik baskılar arttı 1999’da ABD’ye yerleşti.
FETÖ’nün liberalliği
2002-2011 yılları AK Parti ile birlikte Gülen’in hem dünyada bir aktör hâline geldiği hem de kendisini liberal ve demokrat kimliği ile öne çıkardığı bir dönem olmuştur. 28 Şubat ile birlikte değişimi yönetmeye başlayan Gülen örgütü, bu süreçte Abant Toplantıları ile birlikte ülkedeki entelektüel sermayeyi ve liberal düşünceyi de kontrol etmeyi başarmıştır. Konu başlıklarına bakalım:
1998’de laiklik ve din; 2000’de Demokratik hukuk devleti, 2002’de Küreselleşme; 2003’te Savaş ve Demokrasi; 2004’te İslam, Laiklik ve Demokrasi-Türk tecrübesi; 2008’de Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak konularında toplandı... Toplantılar, katılımlar ve içeriklerin büyük kısmı silindiği için zorlansak da başlıklar bize Gülen’in hangi postlara büründüğünü açık biçimde gösteriyor.
2013 ile birlikte FETÖ artık hiçbir siyasi görüşe sığınmadan devleti doğrudan yönetmek üzere çatışmaya girmeye başlar. Ergenekon, Balyoz, MHP’de kaset şantajı, bu saldırıların birkaçıdır.
FETÖ’nün çatışma kararı almasında devlet içinde deşifre olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Emniyet teşkilatı içinde FETÖ’yü yıllardır tanıyan ve devlet ve milletine sadakatle bağlı, kült liderliği reddeden vatansever emniyet görevlileri FETÖ’yü 2009’da deşifre etmişlerdi. FETÖ ya çatışacak ya da tasfiye olacaktı. Bu yüzden çatışmayı seçti. Çatışma 15 Temmuz’da başlamadı o son hamleydi ve millet FETÖ’ye karşı zafer kazandı.
Şimdi “Gülen hangisidir?”, diye sorsanız cevabım her zaman olduğu gibi; “Gülen ne hepsi ne de hiç biridir” şeklinde olacaktır. Gülen’e ait eski ezberlerinizi unutun. Gülen’in siyasi ideolojisi, narsist kült kişiliğidir. Ne İslamcı, ne milliyetçi ne liberal ne de solcudur. FETÖ’nün girmediği hiçbir ideoloji, hiçbir örgüt yoktur. Bu yüzden Gülen’i şu bu ideolojinin üstüne atma kolaycılığına düşmeden, el birliği ile bu habis uru hep birlikte temizlemek zorundayız. Türkiye’nin kanını emen, din, mezhep, meşrep, ideoloji ayırt etmeksizin istisnasız hepimize zarar, bu uru ancak herkesin elini taşın altına koyduğu bir yöntemle Türkiye için olabildiğince etkisiz hâle getirebiliriz. Başka çaremiz yok.