Geçtiğimiz günlerde Vav Tv’nin son davet programı’nda yeni dini hareketlerin ele alındığı bir yayın izledim. Çok önemli tespitler yapıldı, istifadeli oldu. Küresel yapının kitaplı dini geleneklere meydan okuduğu, bunları ortadan kaldırmak istediği, yeni dini hareketleri bu yüzden teşvik ettiği ifade edildi. Gelenekli dini yapıların ve dini bir kurum olan Diyanet’in kendini dil ve üslup olarak yenilemesi gerektiği hep vurgulanır. Ancak konunun eğitim ve istihdam sistemi ile alakası bulunmaktadır. Çünkü toplumun dindarlık keyfiyetini sonuç itibariyle eğitim ve istihdam sistemi belirliyor. Problem, onaylanmış (akredite) dindarlığın olması gereken ve insanların yaratılıştan gelen ihtiyaçlarına cevap verebilecek olan dindarlıkla uyuşmamasından neşet etmektedir. Resmi dairede işini yaptırmak için sıraya giren, kaçak elektrik kullanmayan, vergisini muntazam veren “akredite dindar” ve vatandaş olabilir. Bunları tam yapan, ruh ve beden sağlığı uyumlu fıtrata göre yaşayan huzurlu bir dindar mıdır? Bu konu tartışma götürür. Pratik hayatın insanlara söylediği ve icbar ettiği şeyler var. Sathî dindarlığa razı ol, sistem böyle yürüsün demekle olmuyor. “Onaylanmış dindarlık” derken ülkede yürürlükte olan yasalara uygun dindarlığı kastediyoruz. Bir ülkede helâl olanla yasal olan arasında bir uçurum varsa yasaların onay aldığı dindarlığın dinî açıdan ne kadar onay alabileceği tartışmalı bir konudur.
Din Sosyolojisi alanında 2021 yılında hazırlanmış bir tez elime geçti. Tezin adı “Yeni Dini Hareketler Bağlamında Adnan Oktar Hareketi” idi. Tezin adı ve ele aldığı hareketle ilgili değerlendirmemi ayrı bir yazıda ele almak isterim. Tezde “ele alınan konunun dışında” dikkat çeken hususlar var. Mesela yazar, Diyanet İşleri Başkanlığını sekülerleşmesini tamamlamamış olmakla eleştiriyor. Yazarın söylediğini aynen aktarıyorum:
“Geleneksel din anlayışını temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı içsel sekülerleşmesini gerçekleştirmekte pasif kalmıştır. Bu anlamda temsilcisi olduğu geleneksel din anlayışı insanları manen tatmin edememektedir...” (s.180) Yazar gençlerin manevi ihtiyaçlarına cevap verilememesinin gelenekli dini anlayışlara bağlıyor. Gençleri tatmin etmek için haramlar helal mi yapılsın? Manen tatmin kavramını da iyi tahlil etmek lazımdır. Özgürleşme, hazcılık ve sekülerleşme arttıkça maneviyat ihtiyâcı mı artıyor, yoksa maneviyat bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor mu? Kanaatim ikinci hususun geçerli olduğu yönündedir. Hazcı gençliğin maneviyat arayışı içinde bulunduğu bir şehir efsanesidir. Tezâhür bu iddiayı doğrulamamaktadır. Gençlerin problemi “bilme” değil “yaşama ve varoluşla barışık olma” meselesidir. İman bilgi değil, beceridir. Belki hakikat arayışımıza verilen ilahi bir mükâfattır. Hakikat arayışı doğru bilgi alma mücadelesini de kapsayan varoluşla ilgili bir çabadır. Bilmek ve yaşamak birbirinden farklı şeylerdir. Hayata uygulanmamış ya da tüm insanlığın maslahatı için bir faydaya dönüştürülmemiş bilginin Allah katında bir değeri bulunmamaktadır. Kur’an’da “onların ilimden anladıkları bu kadardır/ ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ ” meâlinde bir âyet vardır. Diyânet Kur’an Yolu meâli bu âyeti bir önceki âyetle birlikte şöyle tercüme etmiştir:
“O halde bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir. İşte bildikleri bu kadar. Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O’dur.”
Yazar çalışmasında bütün Türkiye’yi “kampüs çevrelerinde cirit atan mürit avcılarının tuzaklarına” düşmemeleri uyarısında bulunuyor. Sanki kampüs çevrelerinde nöbet tutan mürit avcısı örgütler var. Türkiye’de yaklaşık sekiz milyon üniversite öğrencisi var. İddia ediyorum, bu öğrenciler içinde herhangi bir cemaat mensubu bulunan on binde bir bile değildir. Üniversite kavşağında şahit olduğum bir olayın sızısı hala yüreğimdedir. Bir kız öğrenci kendini yerlere attı “benim burada kimsem yok” diye bağırmaya başladı. Polis ekibi hemen müdahale etti, ambülans çağırıldı ve hastaneye kaldırıldı. Şahit olduğum telefon konuşmalarından kızın yüksek oranda alkollü ve hap kullanmış olduğu bilgisini aldım. Üniversitelerde bu kızımız gibi on binler var ve bunların hiçbirisi herhangi bir cemaat mensubu değil. Bir nesil elimizden kayıyor heba olup gidiyor, biz nelerle uğraşıyoruz? Sayın yazar, üniversite gençlerine deniz kenarlarında karma kamp yaptıran vakıflardan niçin söz etmiyor? Bu vakıflar üniversiteli öğrencilere sözde “üreme sağlığı eğitimi” veriyor. Deniz kenarında yapılan kampta da “öğrendiklerinizi uygulayabilirsiniz” deniyor. Türk aile yapısını tehdit eden bu yasal (!) yapılar üzerinde niçin durulmuyor? Bazı üniversitelerin bulunduğu illerde öğrencilere yönelik karma içkili parti düzenleniyor. Katılımcı kız ve erkekler çekilen kura ile birbirine arkadaş ilan ediliyor. Parti sonunda arkadaş ilan edilen kız ve erkeklerin ilişkiye girecekleri otellere servis tahsis ediliyor. Sayın yazar bunlar üzerinde neden durmamış da sorunu gelenekli dini hareketlerde bulmuş ve Diyanet kurumunun sekülerleşmemekle tenkit etmiş?
Gençliğin hazcılıkta ilerlemesi, dünyevileşmesi, ibadetin, zikrin, Allah’la beraber olmanın onların gözünde bir zevk olmaktan çıkması, kitle halinde bir maneviyat arayışına sebep olmayacaktır. Beslendiğiniz ve beslenmeye alıştığınız kaynaklar sizin için bir ihtiyaç haline gelir. Beslenmeyi bıraktığınız kaynaklar sizin için bir ihtiyaç olması yakın bir gelecekte mümkün olmaz. İnsanların dinin gereklerini zevkle uygulaması, hayatın anlamını ve kişiliğini dinde bulması, ilimde de nasibinin yüksek olduğunun göstergesidir. Bu konu ile ilgili diğer bir husus da şudur. Türkiye’de birçok gelenekli cemaat, pozitif eğitime karşı korunaklı bir alan arayışından doğmuştur. Bu yüzden bir dönem İmam Hatip okulları cemaatlerin gördüğü işi görmüşlerdir. İnsanların “dini sosyalleşmeyi” ihtiyacını imam Hatip okulları sağlayabilmişti. Bugün aynı durumun geçerli olduğunu söyleyemeyiz. İkamet etmekte olduğum ilimizde, hafta sonu tertip edilen İmam Hatip mezunlar pilavına katılmıştım. İki binli yılların mezunlarından kimse bulunmuyordu. Son yirmi beş yıldan önceki yıllarda mezun olanlar bulunuyordu. Mezunları arasında “kişiliğimi İmam Hatip’te buldum” diyen sayısının bugün çok olduğunu da söyleyemeyiz.
Son yıllarda dini kisveli, lider karizmasına dayalı, mehdilik temalı hareketler önce çok popüler edildi. Sonra üzerine operasyonlar yapıldı. Ama kamuoyunda bir hava oluştu. Gelenekli cemaatler, dini yapılar töhmet altında kaldı. Üzerinde operasyon yapılan dini yapıların kuruluş ve gelişim sürecini araştırıp bir tahlilde bulunduğumuzda şunu görüyoruz. Beslendikleri, helal zevkler olmaktan çıktı ya da helal ve haram iç dünyalarında birbirine karıştı. Helal ve haramın iç dünyamızda birbirine karışmaması gerekir. Hz. Peygamber boşuna “takva buradadır/ التقوى ههنا” diye buyurmamıştır. (Müslim, Birr ve sıle, 32) Bunu söylerken kalbine işaret buyurmuştur. Bu yapılar, modernleşme ve sekülerleşme sürecine girdikleri için bozulma sürecine girdi. Her yapıyı, kuruluş ve gelişim sürecini dikkate alarak tahlil etmek lazımdır.
Şu hususu da belirtmek isterim. İnsanlar, “modern hayat tarzı gençlerin yaratılıştan gelen yapılarına ve tabiatlarına cevap verebiliyor mu” sorusu üzerinde hiç durmuyor. Kabul edelim etmeyelim gençlerin birinci sorunu cinselliktir. Cinsellikle ilgili dinin hep kısıtladığı, buna karşı modern hayatın özgürlük sunduğu ve insanın doğasına daha uygun olduğu algısı oluşturuluyor. Ama gerçekte öyle mi? Gençlik yüzde yüz bir kandırılmanın ve aldatılmanın içindedir. Gençlerle deizmi konuşmadan önce şunu konuşmak lazımdır. Şu soruyu gençlere sormalıyız. Bir an dini normların hiç olmadığını düşünün. Sizlere serbest cinsellik vaat eden modern hayat tarzı, gerçekte sizin doğanızın ihtiyaçlarına cevap verebiliyor mu? Kızların doğasında yuva kurma duygusunu Allah Teâlâ yerleştirmiş. Modern hayat erkekleri koleksiyonculuğa yöneltiyor. Evlenme beklentisiyle terkedilmiş genç kızların dramını kimse mevzu etmiyor. Elini vicdanına koyup söylemek lazımdır. Modern hayat insanın tabiatına, fıtratına cevap vermiyor. Dini cemaatler ve Diyanet, yeni din dili ortaya koyamamakla eleştiriliyor. Yeni din dilini destekleyecek hukuk alt yapısı hazır mı? Ehil kimseler marifetiyle yeni din dili oluşturulduğunda, yasalar ve mevcut hukuk düzeni bunu kabul edecek mi? Yani olması gereken dindarlık, hakiki, özgün ve samimi dindarlık, “onaylanmış dindarlık” mevkiine çıkarılabilecek mi? Sizin eğitim ve istihdam sisteminiz fıtrata uygun değil. Bu sistemde ancak otuzlu yaşlarda evlilik gerçekleşebilecek. Hâlbuki ergenlikle birlikte cinsel hayat başlamış oluyor. On beş yaşında bir gencin ergenlik çağına girdiğini kabul etseniz, bu gençler on beş yıl nasıl bir cinsellik yaşıyor? Bu gerçekler ortada dururken modernleşmenin ürettiği yeni dini hareketler bahane edilerek gelenekli dini yapılara hücum ediliyor. O yapılar gençlerin modern ihtiyaçlarına ve sorularına cevap vermemekle itham ediliyor. Hâlbuki gençlerin asıl sıkıntısı, modernleşmenin dayattığı ve insanın tabiatındaki ihtiyaçlara cevap veremeyen hayat tarzıyla ilgilidir.
Son yıllarda sosyal dindarlık sıkıntılı bir koridora girdi. Bireyleşme, sekülerleşme ve modernleşme popülerlik kazandı. İslamcılık, tüm cemaatler, sivil dini yapılar kan kaybetti. Diyanet, dini yapılara da şekil verecek bir mevkiye yükseltildi. Hutbeler Ankara’dan gönderilmeye devam ediyor, bölge ihtiyaçları dikkate alınarak il müftülüklerine dahi bırakılmıyor. Bu topraklarda yüzlerce yıldır kılınan ve gelenekte bir temeli bulunan “zuhr-u âhir” namazı kaldırıldı. Dini temsil eden en yüksek dini kurum olarak Diyanet, “din istismarı” mefhumunu kabul etti, bununla ilgili hutbe okuttu. Dini temsil eden bir kurum olarak Diyanet’in “din istismarını kabul edip ilan etmesi”, Sağlık Bakanlığı’nın Tıp ilminin istismar edildiğini söylemesi gibi bir şeydir. Arada ne fark var? “Yarım doktor candan eder” diye bir atasözümüz bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı “yarım doktorlardan” ve Tıp ilmini istismar edenlerden şikâyet etmez. Bunu yapanlara engel olur. “Benim hizmet alanımda istismarlar var” dediğiniz zaman sorarlar. Peki sen hizmetini, hakkını vererek yapmıyor musun? Sen din hizmetini hakkını vererek yapsaydın, istismarcılar meydanı boş bulmazlardı. Ama sen, hizmetini yapabilmen için gerekli kanuni düzenlemeler lazımsa bunu açıkça söylemelisin. Mesela hutbe hazırlarken giremeyeceğin konular varsa bunu açıkça söylemeli ve ilan etmelisin. Bunların hiçbirini yapmadan dini bir kurum sıfatıyla “din istismarı var” diye ilan ediyorsun. Yasaların onayladığı dindarlık ile Allah’ın kitâbına ve Resûlünün sünnetine uygun dindarlık, birbirini tutmuyorsa Diyanet bunu açıkça söyleyebilmelidir. Vaktiyle hafiz-ı kelâm bir Hocaefendi, Üsküdar Yeni Valide Camii’nde verdiği hutbede anayasa kitapçığı ile Kur’an-ı Kerim’i eline alarak şunu söylemişti: “Bu ikisi birbirine uymuyor.” Hiçbir şahsa, kuruma ve kanunlara hakaret etmediği için Hocaefendi hakkında bir işlem yapılmadı. Ancak bu anlamlı tespiti sebebiyle hatıralarda silinmeyecek iz bıraktı. Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda Kur’an hizmetiyle meşgul bir cemaat için “cuma namazı” ile ilgili bir yakınmada bulunan oldu. Konuşulanları dikkatle izleyen yaşlı, gün görmüş bir hocaefendi ilginç bir tespitte bulundu: Merak etmeyin arkadaşlar tüm cemaatlerin bütün faaliyetleri ve ülkemizde kılınan tüm cuma namazları devletimizin kontrolündedir. Memurların kravat zorunluluğu kalktı, söz konusu cemaat erkeklerinin “dudağa inen kısmı özenle kesilmiş bıyık” ve günlük tıraşları, kravat takışları devam etmektedir. Erkeklerinin başlarına giydikleri takkenin lacivert rengini belirleyen, kadınlarının başörtüsünü “iğnesiz ve tavşan bağı” adı verilen tarzda olmasını ayarlayan da devletimizdir. Biz dua edelim camiye gelsinler ve bütün farklılıklarımız orada eriyip gitsin, İslam kardeşliğimiz orada yaşansın ve bu durum sürüp gitsin.
Hoca efendinin söylediği gibi tüm farklılıklarımızın bir mübârek mekânda erimesi, ümmet olma şuurumuzun artması için lazımdır. Cami bütün Müslümanları toplayan ibadet ve kaynaşma mekânıdır. Bütün farklılıklarımız eriyeceği ve tüm menfi muharriklere rağmen ümmet olarak ayakta durabilecek kıvâmı yakalayabileceğimiz mekân, orasıdır. Yasaların müsaade ettiği dindarlık ile olması gereken dindarlığı birbirine yaklaştırmamız çözüm olabilir. Bunun için “fiilî olan”, “ertelenmemiş, bugünkü ve şimdi” olan, amelî ve tatbîkî olan, can simidimiz olabilir.
Not: Muhterem okuyucularım, yazılarıma bir süre ara veriyorum. Tüm okuyucularıma en kalbî duygularımla sıhhat ve âfiyetler niyâz ederim.