Balkan savaşları, Bingazi, Tobruk yani Libya savaşları Osmanlı devletini ciddi anlamda sosyolojik, ekonomik, ahlaki ve askeri anlamda perişan etmişti. Selanik bir mermi atılmadan Yunana teslim edilmiş, top sesleri İstanbul'dan duyulmaya başlamış, Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelmişti.
İşte bu acılı günlerde devletin düştüğü durum şöyle idi:
Osmanlı Devleti Mali yönden Duyun-u Umumiye ve Osmanlı Bankasının kontrolüne geçmişti.
1854 yılında başlayan borçlanma bütün şiddetiyle devam ediyor, devlet borcu borçla kapatmanın derdine düşüyordu...
Ülke genelinde finans sektörü tamamen yabancıların kontrolünde seyreder bir hale gelmişti.
Madencilik, sanayi ve ticarette yabancı sermayesi ağır basmakta, milletin eli kolu bağlı hale getirilmekte veya getirilmiş durumdaydı.
Demiryolları yabancılara aitti. Tüm işletmeler yabancıların elinde idi. İngiliz, Fransız ve Almanlar bu işin tepe noktasındaydı.
Deniz Nakliyatında kabotaj hakkı söz konusu değildi. Yabancılar cirit atıyordu.
Tarım sektöründe üretim yeterli olmadığından, ilkel usullerle üretime devam edildiğinden durum perişan haldeydi. Tarım ürünleri ithal ediliyor, bu durum ülkeye ciddi bir külfet yüklüyordu.
Şehirlere kullanılan elektrik, su, tramvay hizmetleri yabancı şirketlerin elindeydi. Bunlarda zaten birkaç şehirle sınırlıydı.
Yoksulluk diz boyunu aşmış, küçük bir gayri Müslim azınlık dışında perişan, berbat durumdaydı. Anadolu köy, kasaba ve şehirleri yoksullukla boğuşuyordu.
Ordu dışa bağımlı hale gelmiş, Alman Genelkurmayına bağımlı durumdaydı.
Devletin asli sahibi olması gereken Müslüman Türk halkı için "Etrâk-ı bi idrak" tabiri geçerliydi.
İşte Osmanlı Devleti bu çok kötü şartlar içinde savaşa giriyor, Galiçya, Çanakkale, Sina, Hicaz, Basra-Bağdat hattında ve Kafkaslarda dört yıl boyunca savaşıyor ve 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesinin 24 maddelik devletin tasfiye sürecini başlatan anlaşmayı imzalıyor ve İşgal kuvvetleri başta İstanbul olmak üzere Anadolu'yu işgale başlıyorlardı.