İnsanlar, kavimler ve milletler tarih boyunca dünya üzerinde bir yerlerden bir yerlere gidip yerleşmiş ve dünya üzerinde devletlerin ve medeniyetlerin oluşmasına imza atmışlardır. Bu gidişlere geçmişte kavimler göçü denmiş, coğrafyaların şekillenmesi ile sonuçlanmıştır.
Türkler Büyük Türkistan coğrafyasından başta iklim ve diğer sebepler yüzünden Çin içlerine, Himalayalar üzerinden Hindistan’a, Hazarın kuzeyinden Avrupa’ya veya İran Üzerinden Anadolu’ya gelerek devletler kurmuş, zamanla milli kimliklerini kaybederek yok olmuş veya benliklerini koruyarak günümüze kadar gelmişlerdir.
Bu nedenle her göç içinde acıları, sevinçleri barındırmış, yurt edinme isteği yüz yıllarca devam etmiştir.
Vizgotlar, Ostragotlar Avrupa’yı kasıp karıştırırken Kuzey Afrika’dan Müslüman Araplar İberik yarımadasına, Sicilya’ya çıkıp devletler ve medeniyetler kurmuşlardır.
Mekke’den Medine’ye Hicret olayı bu kategoriye giremez. Çünkü yapılış ve sebepleri itibarıyla farklıdır. Tıpkı Hz. Musa’nın kavmini alıp Mısır’dan Filistin’e getirmesi gibidir. Zulümden kaçış yeni bir din anlayışının hayata geçirilmesidir.
Tarihte insanların yer değiştirmelerinin en acı sonuçlarını ne yazık ki 19. Asırda Müslüman Türk Milleti yaşamış, halada yaşamaktadır.
Balkan Savaşlarının ortaya çıkardığı etnik Milliyetçilik sonucu yedi milyon Müslüman Türk ve akraba kavimler yollara düşmüş, iki milyonu yollarda ölmek suretiyle Anadolu’ya ulaşmış ve çok acılar çekmişlerdi.
Kırım’ın 1800’lerde düşesiyle başlayan dram 1920’lere kadar devam etmişti. Ünlü Kafkas sürgünü bunların başındaydı. Binlerce Balkar, Nogay, Kabartay, Çeçen, İnguş, Çerkez muhacirler yollarda can verirken bir kısmı da Karadeniz’in soğuk sularında boğuluyorlardı.
1944 sürgünü hala devam eden acılarımızdı. 1820 yılında başlayan Ahıska göçleri, İkinci Dünya Savaşının bitimine doğru Rusların yaptığı sürgünle soykırıma dönüşüyordu.
1948 Arap-İsrail savaşı, 1973 Arap-İsrail savaşından sonra Yahudiler tarafından sürgün edilen, evleri yıkılan Filistinlilerin dramı hala devam etmektedir.
1978 sonrasında Rusların Afganistan’ı işgaliyle başlayan göç dalgaları Pakistan ve İran’ı etkiledi. Ancak 2000’lerin başında ABD’nin Afganistan işgali yeni acılara sebep olmanın yanında göçünde kapısını açtı.
1990 yılında ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan süreçte binlerce Kürt Türkiye’ye sığındı. ABD Iraktaki operasyonları ve 2003 yılında ülkeyi işgal ederek tüm dengeleri bozdu. Sonuçta binlerce Iraklının ülke dışına özellikle Türkiye’ye sığınmalarına sebep oluyordu.
2011 yılından sonra Suriye istikrarsızlaştırılarak milyonlarca Türkmen, Arap göçe mecbur edildi. Amerikalıların Kuzey Irakta oynadıkları oyunun bir benzerini Kuzey Suriye’de oynayarak azınlık durumundaki Kürt guruplara coğrafi bölge oluşturdu. Maalesef Türkiye’yi idare edenler etraflarındaki bu büyük stratejik oyunları göremediler. Milyonlarca Suriyelinin ülkeye girişine davetiye çıkardılar.
Adına “Muhacir-Ensar” ilişkisi denilerek göçü meşrulaştıran, oyunun perde arkasını ve devamını idrak edemeden ülkeyi sosyal, ekonomik, ahlaki ve güvenlik problemlerinin içine attılar.
Evet, ne yazık ki, bilinen tüm acı ve ıstırap dolu göçler, sürgünler büyük oranda Türk Milletinin karşı karşıya kaldığı olaylar olmaktan çıkamadı. Sadece 1914-1918 yıllarında Pasin ovasından, Erzurum ovasından göç eden muhacirlerin dramı konuyu anlatması bakımından yeterlidir.
Netice olarak bölgemizdeki göçleri teşvik eden, yönlendiren ABD ve batı ülkemizde:
1- Türkiye şahsa göre değil, partiye göre değil yeniden temelleri bilgiyle donatılmış büyük, kapsayıcı bir göç stratejisi yapmak zorundadır. Bu strateji “Türk Miletlinin Varlık ve Beka Davasıyla” birleştirilip cihan çapında uygulanmalıdır.
2- Ülkemize gelen kontrolsüz göç önce kesinlikle durdurulmalı, peşine gerekli; “insani, hukuki ve ahlaki tedbirler alınarak sığınmacılar, mülteciler ülkelerine geri gönderilmelidir”.
3- Türkiye; demografik yapısı değiştirilen, etnik menşeyli insanların sürekli problem çıkardığı ülke konumundan çıkarılmalıdır. Devleti yönetenler buna asla müsaade etmemelidir.
4- Bundan başka çözüm yoktur. Olamaz. Olmamalıdır. Türkiye; Avrupa birliğinin isteği doğrultusunda “Ortadoğu’nun mülteci ambarı olamaz”.
5- Devletlerin politikalarını istedikleri gibi değiştirme imkânına kavuşur.
6- Gerekiyorsa toprak elde ederek yeni devletçikler kurabilir.
7- Kendi ülkelerinde olmalarını istemediği unsurları istedikleri ülkeye ihraç ederek onlardan kurtulabildiği gibi düşman gördüğü ülkenin bağımsızlık etkilerinin de önünü kesebilirler.
8- Göçmenleri casus, istihbarat elemanı olarak kullanabilirler.
9- Tecrübeli teröristleri hedef ülkeye sızdırarak terör olayları gerçekleştirebilirler.
10- İstedikleri gibi propaganda yaparak hedef ülkeyi ve dünya kamuoyunu etkileyebilirler.
11- Birleştirici çimento haline gelmiş toplumların, milletlerin örf, adet, gelenek ve göreneklerini değiştirerek milleti millet yapan unsurları ortadan kaldırarak sözde çok milletli yapı kurup istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. (Osmanlının 19. Yüzyılda içine düştüğü bataklık gibi.)