Oğlum diyen o ipeksi sesine öyle ihtiyacım var ki!
Dünyanın küçük olduğunu, ancak ikimize yettiğini, beraber yaşarken fark edemedim.
Meğer dünya ne kadar büyükmüş!
Ben üşüyorum, öyle yalnızım, öyle yalnızım ki, bir kuş tüyü gibi bir yerden bir yere uçacakmışım gibi geliyor.
Ah beni bırakıp giden babam, meğer sen ne büyükmüşsün, meğer dünyamızda ne kadar büyük bir yerin varmış ki, dünya seninle beraberken bana küçük geliyordu.
İşler avuçlarımın arasında eriyor, her üzerine gittiğimde işler küçülüyor, sanki ben senin kahramanındım. Her şeyin üstesinden geliyor, yılmıyor, usanmıyordum. Yorulsam da sen vardın, seninle her şeyden ayrı bir haz, ayrı bir mutluluk duyuyordum.
Kan, ter içinde eve gelirken önüne koşar, filelerini alır, onu zevkle taşır, koca mendilini çıkarır yüzündeki terleri silerdik. Ceketini çıkarttıktan sonra da sana nasıl sarılırdık. O sıcaklığı hâlâ arıyorum baba. O sıcaklığın hem beni, hem de hayallerimi sımsıcak tutuyor.
Sonra da aldığın sakızı veya şekeri verirdin.
Ne iyiydik.
Gülünce gözlerinin içi gülerdi.
Ah babam, şimdi üşüyorum, şimdi tedirginim, yalnızım.
Sevgine, sıcaklığına, şefkatine şimdi o kadar muhtacım ki!
Kafamı dizlerine koysam, sen saçlarımı karıştırırken ben doyasıya ağlasam.
Her şeye razıyım, yeter ki seninle olsam...
Sensizliğe bir türlü alışamadım canım babam. Yoksulluğunda şükreden tavrına, şefkatine, duana o kadar muhtacım ki!
Yalnızım, yapayalnız yoksun, kendini anlatamayan, ortaya koyamayan ben, seni öyle arıyor, öyle arıyorum ki, mezar taşının üzerinde biten çiçekler seni bana anlatamıyor.
Milyonlarca insana yeten hava, bazen bana az geliyor, bunalıyorum, terliyorum.
Bazen nereye gittiğimi, ne yaptığımı uzun uzun düşünüyorum.
Deliler gibi çalışan ah babam, karnı doymadan ayrılan, bizler için ömrünü harcayan, didinen, çırpınan, bir gün olsun dinlenmeyen, ah demeyen babam, meğer sen ne fedakârmışsın, sen ne büyük adammışsın!
En ağır şartlarda, en kritik anlarda, ha yıkıldı ha yıkılacak denildiğinde dimdik ayakta duran, canım babam!
Her zorluğu göğüsleyen büyük insan, meğer sen bizlere ne büyük örnekmişsin.
Bazen iç dünyamın derinliklerinde, bazen hep yanımda sen varsın sanıyorum; bana bir cesaret, bir gayret geliyor. Gözlerimi yumup 'canım babam' diye sarılmak geliyor içimden.
Bazen mutlu olduğumu sanıyorum. Yıllarca yaptığın köleliğin inkârı, takdir edilmemesi beni kahrediyor.
Bazen boş diyorum, ellerimi sallıyor, bir boşlukta yürüyorum.
Boşlukta saatlerce, günlerce yürümek istiyorum, nedenini bilemiyorum.
Çevremde o kadar çok insan var ki yine de içimi dökecek, bir kelime söyleyecek birisini bulamamanın boşluğunu yaşıyorum.
Ah baba, ben deli miyim, bilmiyorum. Binlerce insan varken insan arıyorum.
Saf, masum, doğal ve senin sevgine denk sevgi, senin dostluğuna denk dost arıyorum.
Onun için de ben dost bulamam diye korkuyorum baba.
Ellerimi açtım, kollarımı açtım, dostsuz kalmamak için herkesi bağrıma basıyorum. Onları kucaklıyor, öpüyorum.
Senin sıcaklığını ve dostluğunu arıyorum.
Seni çok arıyorum.
Seni çok özlüyorum.
Seni çok seviyorum baba!
Sen gittin gideli gece demeden, gündüz demeden çalışıyorum, çırpınıyorum. Hani derdin ya "Muhannete muhtaç etmesin seni, Allah" hep onun için bu lafını kulağıma küpe yaparak didiniyorum, yorulmuyorum.
Bazen yeter demek geliyor içimden, bittiğimi anlıyorum.
Tam o an sen geliyorsun gözümün önüne. Dünya ve ahiret için ölümüne çalışan sen geliyorsun gözümün önüne. Tekrar diriliyorum.
Sana başımdan geçenleri, sensiz çilelerimi, sen yokken seni araya araya kat ettiğim yolları, göğsüne yaslanarak uzun uzun anlatmak istiyorum.
Mezarına geliyorum, selam veriyorum. Heyecanlı heyecanlı "Aleykümselam" demeni bekliyorum. Ne olur bir defa olsun selamımı al, "Aleykümselam" de de dünyalar benim olsun.
Ah baba, bazen rüyamda göz bebeklerinin içi gülerken görüyorum seni, ama sana doyamadan rüyamı terk ediyorsun.
Tam elini tutacakken, tam yanağını öpecekken, ölümüne seni kucaklayacağım sıra çekip gidiyorsun.
Niye acele ediyorsun?
Niye gidiyorsun?
Sana neler neler anlatacağım.
Sahi sana Arif'i soracağım.
Gitme ne olur! Onunla doyasıya kucaklaşıyor, koklaşıyor, hasret gideriyor musunuz?
Uyandığımda nefes nefese, kan ter içinde yatağımdan doğruluyorum. Yine seninleyim, seni gördüm demeye çekiniyorum.
Bakıyorum yine sensiz dünyam ve terden çamaşırlarımı değiştiriyor, sessizce tekrar yatağıma kıvrılıyorum.
Seni, sensiz başardığım, sensiz uğraştığım, aha şurada
Babam olmalıydı dediğim günleri düşünerek tekrar uyuyorum.
Rüyamda seni görmek umuduyla yine gözlerimi yumuyorum.
Baba, bazen geceler o kadar uzuyor ki, kaç defa perdeyi açıp ne zaman sabah olacak diye bakıyorum.
Ah babam, sen hiç bitmek bilmeyen geceleri yaşadın mı? Bizi insan arasına katmak için sen neler neler yaşadın bir bilebilsem, bana bir anlatabilsen.
Baba, sana öyle hak veriyorum ki, önünde dua ile birlikte eğiliyorum.
Sen ne yaman adammışsın!
Sen ne muhteşem adammışsın!
Ben de bir baba olarak aynı görevleri yapmaya çalışırken ne verdik ne veremedik diye endişeden ölüyorum, ben de senin gibi onları insan içine katmaya çalışıyorum.
Meğer ne zormuş baba çırpınırken, uğraşırken, didinirken, deliler gibi çalışırken takdir edilmemek, sen böyle bir acıyı hiç tattın mı baba?
Takdir edilmemek, ölümüne hayatını, sağlığını ortaya koyup senin yaptığını yapmaya çalışırken takdir edilememek.
Meğer sen ne büyük insanmışsın!
Sen saçlarını bizim için ağarttığında, uğraşıp didindiğinde, kan ter içinde kaldığında, olmayan paranı istediğimde veremeyince mahcup mahcup yok derken, meğer ben ne kadar yanlış yapmışım.
Ben senin görevini üstlenince anladım ki meğer ne ulu, ne büyük, ne ağır ne kadar devasa bir yükü bana devretmişsin.
Ben bu devrettiğin görevleri yapmak için çırpınırken, didinirken zaman zaman tıkanıp boşluğa itiliyorum.
Görevlerimin altında ezilirken 'Rabbim güç ver' diye yalvarırken, içime akan yalnızlık yaşlarımı herkesten saklarken, zayıf tarafımı eksik tarafımı gizlerken...
Sen ne büyük adammışsın baba, seninle gurur duyuyorum.
Sen yokluğun, yoksulluğun içinde mutluluğu bize tattırdın, mutlu olmamız için Cemil amcanın bahçesindeki taşları Ferhat gibi kırardın, ama mutluydun, bizi mutlu etmek için çırpınırdın.
Her haline şükreder, yıkılmaz, düşmez, yorulmaz bir adamdın.
Ben varlık içinde yoklukta, tattırdığın mutluluğu, acaba tattırabildim mi diye düşünüyorum.
Ama senin kadar güçlü ve her şeyi göğüsleyebilecek kadar kuvvetli değilim. Zaman zaman duruyor, tamam yeter artık yapamıyorum, götüremiyorum, işte bu kadar diye pes edeceğim anda sen geliyorsun gözümün önüne, seni çok arıyorum, seni çok özlüyorum.
Ah babam sevgine, şefkatine, duana muhtacım.!
Çocukluğumdan beri hep çalıştım, bir kere olsun nefes almadım, ama yıllar sonra bir ara vereyim, kendimi bir dinleyeyim dediğimde, içimde sensizliğin burukluğu, kardeşimin bizi bırakıp gittiğinin derin ve acı izleri ile irkildim.
Meğer çalışmaktan ben, beni anlayamamışım. Yufka yüreğime ne acılar sarmışım. Ben meğer, beni ne kadar da ihmal etmiş, ne kadar hor kullanmışım.
Ah babam, bana bir sorsan "Nasılsın?" diye. Sana neler neler anlatacağım. Tırnaklarımla yükselirken oluşan yaraları, sağımda solumda iteleyen, kakalayanları sana bir anlatabilsem.
Baba, ben aslında kimseye değil, kendime küstüm.
Kapımı çalana yardım ettim, hayırlı evlâdın olmaya özen ve gayret gösterdim. Seni çok anlatmadım ama seni örnek aldım.
Ah şimdi burada olsaydın diye çok iç çekip seni andım. Seni arıyorum, seni özlüyorum, seni çok seviyorum canım babam!
Sana o kadar anlatacaklarım varken, rüyalarımda bile fazla durup dinlemiyorsun. Yine de her şeye rağmen şükrediyorum, senin gibi bir babam ve sülalem olduğu için Allah'a hamd ediyorum, seninle gurur duyuyorum, seninle iftihar ediyorum derviş.
Seni çok özledim,
Seni çok seviyorum!