Haberlere baktığınızda, gazete okurken veya sosyal medyada dolaşırken sizlerin de sürekli maruz kaldığınız karanlık bir dehliz: Şiddet...
Her ne kadar eğitim, medya, siyaset, akademi bu konuyu nedense asli bir mesele olarak görmüyorsa da feci şekilde artan bir dalgayla karşı karşıyayız. Birbirimize tahammülümüz kalmamış, evde eşler apartmanda komşular, trafikte sürücüler birbirine giriyor... Sanki daimi bir kıvılcım, daimi bir ateş var bastığımız yerde... Herkes kızgın herkes hınçlı...
Hele sosyal medya ki kullanıcıları genç ve orta yaş olduğu halde, ne kadar bağnazlık, ırkçılık, nefret varsa cehalet boyutuyla püskürtülüyor. Bundan 10 yıl evvel olsaydı mesela, nasılsa herkes sosyal medya kullanmıyor canım, oradaki şiddet toplumun geneline şamil edilemez derdik. Ama artık toplumsal olarak sosyal medya okuryazarlığı yapmaktayız. Durum hiç de iç açıcı değil...
Sosyal medyadaki şiddet üzerine zihin yoranlar, bunu yeni bir şiddet türü olarak ve geleceği de şekillendiren yönüyle birlikte ele alıyorlar. Sosyal medya aracılığıyla, kişiliğin ikiye bölünmesi sonucunda, biri gerçek hayatta, diğeri ise sanal medyada olmak üzere çift yaşam sürülmekte... Büyük ihtimalle görünmez ve tanınmaz olmanın verdiği güvenle, çok da mertçe olmayan bir saldırganlığa gidiyor kullanıcılar. Sözgelimi, Mardin- Mazıdağı çevresindeki büyük yangınlar hakkında, o kadar galiz ifadelerle, hiç de utanıp sıkılmadan, öylesine pervasız nefretler kusuldu ki, yöre halkına yönelik bu ırkçı kindarlık, kuşkusuz sosyal medyanın maskeli, meçhul profil ortamından cesaret almaktaydı... Lakin bu işi toplumsal anlamda duygusal kopuş sürecine yöneltmek isteyen bazı çevrelerin de boş durmadığını unutmayalım.
Nefret, bir toplum için, ürkülmesi gereken bir ayrılık dinamitidir.
Trafikteki çığırından çıkmış saldırganlık da artık korkunç boyutta. Sadece araç sürücülerinin maruz kaldığı bir durum değil bu, kitle ulaşım araçlarına binmek, yolculuk edebilmek de cesaret işi, dirsek- tekme yemeden metroya girebilmek, metrobüse binmek neredeyse imkansız...