Evin tek çocuğuydu. El üstünde büyütüldü, el pembe gül pembe muamele gördü. Hiçbir şeyi eksik bırakılmadı, yediği önünde yemediği arkasındaydı. İsmi de özenle seçildi: Elite. O biricikti, seçkindi, narindi, nazendeydi. Bir zarar görmesin, kötülüğe maruz kalmasın diye hep takip altında tutuldu. Hem anne hem baba üstüne titredi. Ne de olsa biricik evlatlarıydı.
Anne babanın bütün hayatları evle işyeri arasında geçiyordu. Arada bir elit mekanlara takılırlar fakat çok kalmazlardı. Seçkin insanların azaldığından şikâyet ederlerdi. Ev, iş yeri ve elit mekân çemberi içinde dönüp duruyorlardı. Hayatlarındaki tek farklılık yılda bir veya iki kez tatile çıkmaktı. O da kafalarına göre mekân bulamadıkları için hep yarıda kesilirdi. Çocuk da bu çemberin içine dahil olmuş, aynı tarzı benimsemişti. Onun tek farkı arada bir oyun bahçesine götürülmesiydi. Orada da dokunan olmasın, mikrop bulaşmasın, zarar görmesin diye yalnız oynatılırdı. Eğitimine de özen gösterdiler, onu özel okula verdiler, tek başına bir sırada oturttular. Evden çıkarken her sabah sıkı sıkı uyardılar: “Kimseye dokunma ve kimsenin sana dokunmasına izin verme!” Uyarıları unutup oyun oynadığı ve arkadaşlarına karıştığı zamanlar olurdu ama hemen fark edilirdi. En az bir hafta hasta yatardı. Hemen doktora götürülür, tedavisine titizlik gösterilir, sağlığı tekrar bozulmasın diye uyarı dozajı artırılırdı: “Sen seçkin, narin ve naif bir kızsın, diğer çocukların azılı mikroplarına dayanamazsın.” O da bunlara inanır ve uyarılara uymaya çalışırdı. Çünkü doktoru da hastaneyi de hiç sevmezdi.
Gel zaman git zaman yalnızlıktan bunaldı Elite. Hemen anne baba tedbirlerini aldılar. Biz sana Avrupa’dan getirilmiş cins bir köpek alalım. Medeni insanlar hayvanlarla yalnızlıklarını gidiyorlardı. Onların bulduğu çözüm bizim için de geçerliydi. Neticede onlardan daha akıllı ve daha gelişmiş değildik. Hem oradan gelen köpek mikroplardan arındırılmış, hastalıklardan korunmuş, medeni bir hayvandır.
Bu gelişme Elite için büyük bir değişim oldu. Çok mutluydu, köpeğin geleceği günü iple çekmeye başladı. Siparişi verdiler, bir haftadan gelecekti. Evde artık yeni bir farklılık ve onun verdiği mutluluk vardı. Yıllarca “sen farklısın, narin yapılısın, kimseye benzemezsin” diye büyütmüşlerdi ve inandırmışlardı, bu yeni eleman o farklılığı tamamlayan bir aile ferdi olacaktı.
Öyle de oldu, aileye yeni bir birey eklendi. Elite bütün gününü artık köpeğiyle geçirmeye başlamış, zaman içinde onunla özdeşleşmişti. Onu kendi diline alıştırmaya değil, kendisi onun diline alışmaya çalışıyordu. Köpek gibi hırlıyor, havlıyor ve hareket ediyordu. Anne baba da bunu bir oyun ve eğlence olarak görüyorlardı. Zaten çok az konuştuğu ve sohbet ettiği için bu durum onlara çok yadırgatıcı gelmemişti. O hale geldi ki köpeğini anne babasıyla bile paylaşmıyor, evden dışarı özel kıyafetler içinde ve özenle çıkarıyordu.
Dışarı çıktığı bir gün yanında kedisi olan okul arkadaşıyla karşılaşmışlardı da hiç sevmemişlerdi. Kedicik köpeği görünce iyice sahibinin kucağına pusmuştu. Kedinin tırnaklarının olmadığı dikkatini çekti. Sorduğunda arkadaşı ona “Evde eşyalara ve insanlara zarar vermesin diye tırnaklarını kestirdiklerini, onu medeni ve uysal bir hale getirdiklerini” ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı. “Benim köpeğim zaten medeni olarak geldi” dedi. “Ama tırnaklarının kesilmesi biraz aşırı değil mi?” diye sormadan da edemedi. Arkadaşı “Niçin aşırı olsun, kısırlaştırılıyorsa, tırnakları da kesilebilir” cevabını verdi. Mantıklı geldi bu cevap ona. Neticede kendi köpeği de kısırlaştırılmıştı.
Elite büyüdü, en seçkin okullarda okudu. Okul günlerinde de yalnızlığını köpeğiyle giderdi. O yüzden insan cinsinden hiç yakın arkadaşı olmadı. Köpeğini okula götüremediği günlerde çektiği videoları ve resimleriyle gününü geçirdi. Okullar bitmiş iyi bir eğitim almıştı, artık iş hayatı başlayacaktı.
Çok işe girdi çıktı Elite, ama bir türlü insanlarla ilişki ve iletişim kuramadı. Anne babası “Kendisinin çok özel ve narin yapılı olduğunu, iş yerindeki insanların kabalıklarını ve kalabalıklarını kaldıramadığını” söyleyerek onu teselli ettiler. Sonunda evden çalışmaya karar verdiler. Bilgisayar başında çeşitli firmaların internet üzerinden işlerini yapmaya yöneldi. Böylece hem insanlara karışmıyor hem de köpeğinden ayrılmıyordu.
Hayat tek düze gitmiyordu. Her canlının yaşam süresi aşağı yukarı belliydi. Çok iyi bakılsalar da evdeki köpeklerin de belli bir ömür süresi vardı. Bir anda köpek hastalandı, apar topar kliniğe götürdüler. Veteriner yaşlılığa bağlı organ yetmezliği yaşadığını ve çok az bir ömür süresinin kaldığını söyledi. Çok üzülmüştü. Özdeşleştiği parçasını kaybetmişti. Hemen özel ve mutena bir köpek mezarlığı buldular, yerini ayarladılar ve özenle götürüp defnettiler, hatta mezarı başında saygı duruşunda bulunmak suretiyle bir ritüel bile yaptılar.
Bu ayrılık çok ağır gelmiş ve Elite bunalıma girmişti. İşini bırakmış, anne babasıyla bile iletişimi kesmiş adeta hayattan kopmuştu. Uykusundan köpek hırıltısı çıkartarak ve havlayarak kan ter içinde uyanıyordu. Psikoloğa götürdüler, “Yeni bir köpek alın, normale dönebilir” dedi. Anne baba “kızımız kendisini köpek gibi hissediyor, hatta bunu söylüyor” dediklerinde psikolog “Bu zaten onun normali, öyle hissediyorsa öyledir” dedi. Şaşkın ve çaresiz köpek almaya yöneldiler. Avrupa’dan gelmiş cins bir köpek alacaklardı. Bu sefer tedbirli davrandılar, yaşı oldukça küçük bir köpek aldılar. Kız ona da alıştı hatta özdeşleşti. Artık rüyada değil uyanıkken onunla birlikte hırlaşıyor ve havlama sesi çıkarıyordu. Doktor bunun normal olduğunu söylemişti. Eh yani, bilim böyle diyorsa, böyleydi.
Zaman durmuyor, her şey gibi anne babaları da yaşlandırıyordu. Önce anne ayrıldı hayattan, sonra baba. Ama Elite hayat sıkıntısı yaşamadı. Evlenmediği için ailesinin maaşı ona bağlanmıştı. Baba ölmeden önce bunu avukatıyla ayarlamış ve gözü arkada gitmemişti. Nedense anne babasının ölümü köpeğinin ölümü kadar onu etkilememişti. Çünkü yeni can dostu yanındaydı ve yalnız değildi, köpeğiyle birlikte hırlarken ve havlarken anne babasının uyarıları da ortadan kalkmıştı. Komşular bu durumdan rahatsızdılar ama onlar da alışmışlardı.
Zaman su gibi aktı, komşuları bir ara onların hırlama ve havlama seslerini duymaz oldular. Epey bir zaman geçmişti ve hiç sesleri çıkmıyordu. Üstüne üstlük evden kötü kokular da gelmeye başlamıştı. Şüphelendiler, gerekli yerlere haber verdiler. İtfaiye geldi, kapıyı açtı. Polisler dikkatli bir şekilde içeri girdiler. Mutfağın ortasında bir ceset buldular, insana benziyordu; hemen yanı başında ikinci bir ceset vardı, o da köpeğe benziyordu. Sağlıkçılar nasıl öldüklerine dair tahmin yürütmekte zorlandılar.
Polis komşularına sordu. Hepsi aynı şeyi anlattı: “Evden çok az çıkardı, kimseye karışmaz, kimseyle konuşmaz, markete gider, sanki geç kalmış gibi hızla eve dönerdi. Hem köpeğe hem kendisine aynı renkte, tonda ve tarzda elbise giydirirdi, adeta köpekle birbirlerine benzemeye başlamışlardı. Evden sürekli hırlama ve havlama sesi gelirdi. Sesler kesilince şüphelendik ama, belki bir yerlere gitmişlerdir diye düşündük. Meğer ölmüşler”
29 Ağustos 2024