Günümüzün en büyük gündemlerinden ve dertlerimizden birisi de gençlerimizin durumudur. Gençlerimiz maalesef, başta teknolojik bağımlılık olmak üzere birçok bağımlılığın tesiri altında kalmışlar ve onların esareti altına girmişlerdir. Bu bağımlılıklar yetmiyormuş gibi deist ve ateist akım girdapları içerisinde kimliklerini, ahlaklarını kaybetmektedirler.
Tabi bu durum hepimizi kara kara düşündürmektedir. Önce “Bu gençler bu hale nasıl düştü?” sonrasında da “Gençlerimizi bu halden nasıl kurtaracağız? düşüncesi beynimizi, içimizi kemirmektedir. Gençlerimizi bu halde gördükçe geleceğe dair ümidimiz, hayallerimiz ve beklentilerimiz bir bir yok olup erimektedir.
Aramızda “Bu gençlikten bize hiçbir fayda gelmez, gençliğimiz gitti, bu gençlikten hiçbir halt olamaz.” sözleriyle hayıflanarak konuşup duruyoruz. Sonra da eski gençliklerimizden o günkü hayatın yaşantılarından, şartlarından (bizim zamanımızda sözüyle) dem vurarak şimdiki gençliğimizin hal ve durumlarını kıyaslıyoruz.
İşte, bizi ve gençliğimizi kuşak çatışması dediğimiz karşılıksız bir anlaşamamanın içine düşürmesin ana sebebi şudur: Eskinin bizim gençliğimiz şartlarıyla günümüzün şartlarını göz önünde bulundurmayıp gençlerimizin dertlerini anlamıyor veya görmezlikten gelerek gençliğimizi bir suçlu potansiyeli olarak görüyoruz. Gençliğimizin vurdum duymazlığı, ayaklarının yere basmadığı, hayaller içerisinde yaşaması sanki kendi suçlarıymış gibi kendi istek ve arzularıyla bu girdabın içine düştüklerinin hükmüne varıyoruz. Bu sebeple sadece onları suçlayıp duruyoruz.
İster kabul edelim veya kabul etmeyelim şu an gençlerimiz iyisiyle kötüsüyle bizleri düşündürmektedir. Ama şunu iyi bilelim ki, düşünmenin, üzülmenin, hayıflanmanın hiçbir faydası yoktur. Karamsar düşüncelerimizi ve hayıflanmalarımızı bir kenara bırakıp harekete geçerek gençleri içinde bulundukları durumdan kurtarmak gerekir. Bunun için ne yapmamız gerekir?
İşte, biz bu soruya odaklanmamız gerekir. Evet, gençlerimizin düştüğü bu bataklıktan, teknolojik ve diğer bağımlılıktan nasıl kurtarabiliriz sorusunun cevabını ilk önce kendimize sorup “Önce biz kendimizi nasıl kurtarabiliriz?” sorusunun cevabını kendimize vermemiz gerekir. Esasında gençlerimizi kınarken, hor görürken, onları işe yaramaz olarak değersizleştiriyoruz. Teknoloji, esrar, eroin, kumar, alkol, internet, sosyal medya bağımlısı ve deist, ateist diye onları suçluyoruz. Onlardan önce kendi bağımlılıklarımızı görmüyoruz. Kendi bağımlılıklarımız; televizyon, haber, dizi, maç, dedikodu. Yani biz kendi işimizden, gücümüzden, kendi içimizdeki kavgadan ve bağımlılıklarımızdan gençlerimizle ilgilenemiyoruz. Onların sorunlarına el atmıyoruz. Onları dinlemiyoruz.
Tabii gençlerle ilgilenilmeyince yani toplumda görmezlikten gelmekle toplumdan tecrit edersek yani ayrıştırıp uzaklaştırırsak ve sorumluluk vermeyerek kendilerine güvenlerini kaybettirirsek kendilerini duyurmak, toplumda bir yer edinmek için verilen öğütlerle kendilerine küçümseyerek bakılmaktan, azarlamamaktan korunmak için bağımlılık ağına düşmeleri kaçınılmazdır. Gençlerle kendimizi sadece kendi gençliğimizin şartlarına göre değerlendiriyoruz. “Bizim gençlik yıllarımızda böylesine teknoloji, gelişmişlik, varlık, rahatlık ve hazır imkanlar yoktu. Bu imkanlar biz de olacaktı dünyayı değiştirirdik.” gibi sözlerle gençlerimize bir fırsat vermeden, onların dertlerini anlamadan, dinlemeden gençlerimizden uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz. Onların ilgisizlik uçurumlarına düşmelerine seyirci kalıyoruz.
Gençlerimiz gözümüz önünde hayattan, toplumdan kayıp gidiyor. Biz de buna seyirci düşüşlerini daha da hızlandırıyoruz. Gençlerimizi bu girdaptan kurtarmanın çaresi, önce gençlik zamanımızın şartları ve imkanlarıyla günümüzün şartları ve imkanları arasında kıyaslamayı bırakacağız. Evet bizim zamanımızda yokluk vardı, eğitiminden tutun iş imkanına kadar sosyal hayatın hemen hemen her kesimimde birçok kısıtlamalar bulunmaktaydı. Bilhassa günümüzdeki teknolojiden tamamen mahrumduk. Ama insanlar arasında bir saygı, sevgi ve paylaşım vardı. İşte püf nokta burası: yokluklar ve imkansızlıklar insanları bir araya getirir ve bütünleştirir. Teknolojinin olmaması ile de öğrenme ve haber alma kısıtlı olur. Bu sebeple bilgiyi direk kaynağından alma imkanına sahip oluruz. Öğrenme ilk önce aileden sonra okullardan ve sokaktan yapılırdı. Yani sokak kültürü vardı. Çocuklar özgürcesine sokaklarda oynar, mahallenin abileri, amcaları ve teyzeleri çocuklara sahip çıkarak onların paylaşma, sevme, birlik içinde olma gibi hasletleri kazanarak sosyalleşmelerini sağlarlardı.
Günümüzde ise gençlerimiz ve çocuklarımız bunlardan tamamen mahrumlar. Bir kere sokak kültürü tamamen ortadan kalkmış vaziyette. Çocuklar bırakın sokak oyunlarını parka hatta sokağa bile çıkamıyorlar. Bu sebeple evlere tıkılan, hapsolan çocuklar oyun olarak internet ve bilgisayar oyunlarını oynayacaklardır.
Günümüzün şartları anne ve babayı çalıştırmaya zorluyor. Çalışan anne ve babaların çocukları evde bakıcıların veya kreşte anne ve baba sevgisinden yoksun sevgisiz ortamda duygusuz ve asosyal olarak büyümektedirler. Böyle olunca da çocuklar anneden babadan göremedikleri ilgiyi ve sevgiyi sosyal medya mecralarında teknoloji ve diğer kötü bağımlılıklarda arayarak maalesef bu bağımlılık bataklığına kendilerini atmaktadırlar. Ayrıca anne ve babadan almadıkları dini terbiye ve ahlakı ateist ve deistlikte bulacaklardır.
Görüldüğü gibi gençleri hiç suçlamaya hakkımız yok. Gençleri bu hale getirenler bizleriz. Sokağa çıkartamadığımız çocuklarımızı ve gençlerimizi kendi bağımlılıklarımızdan sıyrılarak onlarla ilgilenelim. Internet ve bilgisayar oyunları veya sosyal medyaya takılmayı bırakıp çocukluğumuzda oynadığımız oyunları evde oynayacak hale getirelim ve ailece oynayalım. Böylece çocuklarımız, gençliğe geçiş evresinde bizim çocukluğumuz ve gençliğimizdeki gibi saygı, sevgi ve paylaşım, birlik içinde yaşamayı öğrenmiş olsunlar.