HAYATIMIZA YANSIYAN EVET VE HAYIR’LAR
MAKALE
Paylaş
07.07.2025 14:15
503 okunma
Prof. Dr. Celal Kırca

Değerli bürokrat Kâmuran İnan’ın 1995 yılında yayınladığı “Hayır Diyebilen Türkiye” isimli kitabını, yeniden okuma ihtiyacı hissettim ve hayatımızda önemli bir yeri olan “evet” ve “hayır” sözcükleri ile ilgili düşüncelerini   yansıtan şu cümleleri de sizinle paylaşmak istedim.

“Hayır her dilin en çok kullanılan bir kelimesi. Karşıtı evet’tir. Biri olumsuz diğeri olumlu. Biri diğerini reddeder. Fertler, toplumlar ve milletler  arasındaki ilişkilerde etkin yer  ve rolleri vardır. Kalem ve dil ucuna  en sık takılan kelimelerdir. (…)

Evet’in kullanılması kolaydır, kulağa hoş gelir, muhatabını memnun eder. Çok defa bedeli yüksek olur. İnsanlar, bedelini başkaları ödemek kaydıyla bu kelimeyi kullanmakta cömerttir. Bu tutumlarıyla  popüler olur, hatta isim yaparlar. Evet, bazı hallerde teslimiyeti ifade eder. Güçlülerin almak istedikleri  ve genellikle, aldıkları bir cevaptır. Sistematik  bir şekilde  kullanılması, sahibinin şahsiyet ve  ağırlığını etkiler.

Hayır diyebilmek, şahsiyet ve cesaret ister, hoş gelmeyen, işiteni rahatsız eden bir kelimedir. Menfi bir tutumu ortaya koyar. Güçlülerin  duymaya pek alışık  olmadığı bu kelime, güçsüzlerin  adeta günlük gıdasıdır; ilişkileri  adeta zorlaştırır, sahibinin görüntüsünü  zedeler. Menfaatin bazı hallerde onurun koruyucusudur. Hayır diyebilmek bir olaydır. Makbul olmasa, menfi bir ruh halini sergilese dahi, içinde bir cevher, güç vardır.  Bilhassa güçlüye  karşı hayır diyebilmek, herkesin harcı değildir….

Hayır kelimesinin  Devlet hayatımızda anlamlı, hatta rahatsız edici  bir yeri vardır. Türk bürokrasisinin her gün özel bir zevkle kullandığı silah hayır’dır. Bunu değişmez bir prensip haline getirmiştir. Zira evet demek, çalışmayı, bir meseleyi halletmeyi gerektirir; bürokrasimiz buna alışkın değildir. İçinde bulunduğu hareketsizliğin kalkanı hayır’dır. Vatandaş daha cümlesini tamamlamadan suratına hayır şamarı  indirilir. Ancak her vatandaş değil; bu imtiyaz  güçsüz insanlara mahsus. Güçlü insanlar için  bürokrasi lügatinde  hayır yoktur. Fakirin talebi ne kadar haklı olursa olsun alacağı cevap, değişmez bir şekilde  hayır’dır. Buna mukabil  zenginin her türlü talebi, -kanunsuz ve usulsüz dahil- evet ile  karşılanır. Devlet hayatımızdaki huzursuzluk ve  zorlukların izahını bunda aramak  lâzımdır. Türkiye  bunu düzeltmediği müddetçe demokratik bir memleket olması  mümkün değildir. Bu acı “yara” da işlemek istediğimiz konunun dışında kalıyor.

Türkiye’de  hayır kelimesinin kullanılmadığı  tek saha siyasettir. Siyasetin  sermayesi ve gıdası evet’tir. Zira hayır demek, apolitik görünür.  Seçmenden gelen istek, kanunları ve mantığı isyan ettirse dahi, siyasetçinin cevabı değişmez şekilde evet’tir. İşin acı, siyasetin üzücü  tarafı, evet diyen de, bunu duyan da  samimi olmadığın bilir.  Neticesiz kalsa dahi, böyle bir yaklaşım her iki tarafın da işine gelir. Diğer bir acı gerçek de  siyaset adamının  evet’leri Devlete ödetmesidir.

Türk diplomasi lügatinde  maalesef hayır  kelimesi yoktur, silinmiştir. Karşı taraftan gelen talep  ne derecede  acı, pahalı, hatta onuru rahatsız edici olursa olsun, cevap değişmez şekilde  evet’tir. Bu hep böyle olmamıştır, imparatorluğun güçlü dönemlerinde  dış talep ve baskılara  hayır denmiş, hatta karşı tarafa evet  dedirtilmiştir. İmparatorluğun içerden sarsılmaya, çökmeye başlamasından sonra  dış güçler istediklerini, adeta dikte  etmiş, her seferinde evet’i koparmıştır. Bu uygulama sistematik bir hal almıştır.” [1]  Kâmuran İnan,  kitabının ön sözünde ise şunları yazmış:

“İnsanımız, Türkiye’nin gür sesini duymaya hasret kaldı. Ben, yıllar boyu acısını yaşadım. Memleketimize gelen yabancı heyetlerin yukardan bakışları, bizimkilerin ezikliği, savunmada kalmaları, serilen kırmızı halılar, milletlerarası toplantılarda sanayileşmiş memleketler heyetlerinin bizlere karşı, saygı dozu eksik davranışları beni hep düşündürmüş, bazen isyana sevk etmiştir. Kendime düşeni her zaman, her yerde yaptım: yüksek sesle “hayır” dedim.  Dış güçler bu cesareti, Ankara’nın teslimiyetinden, “Evet efendim”ciliğinden almaktadır. Millî menfaat sınırı aşıldığı, hatta Devlet onuruna dokunulduğu hallerde dahi, hükûmetler tepkisiz kalmaktadır. Hayır diyebilenleri az olmuştur.” [2]

Kâmuran İnan’ın otuz yıl öncesine ait olan bu  tespitlerinde bazı olumlu gelişmeler olsa da genel durumda ciddî bir değişimin olmadığı, evet ve hayır’ların mekana  ve şahıslara göre değişkenlik arz ettiği  görülüyor. Nitekim günlük hayatta herkes, az veya çok bu gerçeği yaşayarak öğreniyor. Bu nedenle “Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu  şaşırır” atasözü, hâlâ  geçerliliğini koruyor ve  para ve makam, güç elde  etmenin bir aracı olmaya devam ediyor. Bu durum, böyle bir hayat tarzını özleyen kimseleri de derinden etkiliyor, bu imtiyaza sahip olmak ve bu ayrıcalıktan yararlanmak istiyor, dolayısıyla bu gücü elde edebilmek için “Arzu ve heveslerini kendine tanrı edineni gördün mü?[3] ayetine muhatap olabilecek kadar nefsanî arzularının  ve hedonist duygularının  esiri olabiliyor.

Ne var ki kimi Müslüman,  söylediği kelime-i tevhidin ilk kelimesi olan ilah kavramının başındaki “lâ”  edatının ne anlama geldiğini, daha da önemlisi “illâ” edatı ile  Allah’ın  ilahlaştırılan her şeyden istisna edildiğini bilmiyor. Zira bu  Müslümanlar, “lâ ilâhe” sözünü söylediklerinde, bütün ilahlara hayır; “illallah” sözünü söylediklerinde ise sadece “Allah’a evet” demiş  oluyor. Bir başka  ifade ile “Lâ ilâhe illallah” sözü, putlar başta olmak üzere ilahlaştırılan nefis, para, makam, mevki, güç vs. ne varsa hepsine toptan hayır, Allah’a  ve O’nun  buyruklarına evet  anlamına geliyor.  Zira Arapça dil mantığına göre ilah sözcüğü nekre olduğu için ilahlaştırılan her şeyi/nesneyi kapsıyor,  Allah sözcüğü ise  özel isim olduğu için  tek ilahın Allah olduğunu ifade ediyor.

Bu sözü söylediği halde bunun   gereğini yapmayan bir insan,  Müslüman kimliğine  sahip olsa da, Müslüman kişiliğine sahip olmuyor/olamıyor. Zira iman, bir kişiye Müslüman kimliği kazandırsa da, iman ettiği şeyleri hayatına  yansıtmadığı sürece  bu insan, Müslüman kişiliğini elde edemiyor. Çünkü bir insanın, Müslüman kişiliğine sahip olabilmesi için, her şeyden önce iman ettiği kitabın muhtevasını bilmesi, bunun bilincine  varması ve sahip olduğu bilgileri de  hayatına yansıtması ve yaşaması gerekiyor.  İşte kelime-i tevhit’te yer alan  evet ve hayır’ın  Müslümanın hayatında böyle bir işlevi  bulunuyor. Bu nedenle Allah Teâlâ, kulluk  görevlerini yerine  getirmeyerek  arzu ve isteklerini önceleyen ve  ilahlaştıran insanları “Arzu ve heveslerini kendine tanrı edineni gördün mü?” diyerek kınıyor.

Hz. Peygamber de “Altın, gümüş, kumaş ve abaya kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.” [4] sözü ile de insanların  bazı  nesneleri ilahlaştırdıklarını veya ilahlaştırabileceklerini  haber veriyor.  Zira para, makam ve servet, bunları elde eden kişilerin nefsanî arzularını kamçılıyor; gösteriş düşkünü yapıyor, hatta onları yanlış ve gereksiz davranışlara ve rahatlıkla da haramlara sevk edebiliyor. Nitekim günümüzde bazı Müslümanların, helal-haram demeden paraya evet dedikleri ve ona sahip olduklarında da eşini, arabasını ve evini  beğenmeyip yeni bir eş, yeni bir araba ve yeni  ev aldıkları, dinî kuralları yerine getirmede lâkayt davrandıkları,  zenginlik kibrine, şımarıklığına ve gösteriş düşkünlüğüne kapıldıkları görülüyor.

Bu nedenle İslâm, daha ilk başta Müslüman olmak isteyen  insandan düşüncelerini, nefsanî arzularını ve sahip olduklarını ilahlaştırmamasını; diğer bir ifade ile putlara, nefse, şımarıklığa, zenginlik kibrine, israfa, kötülüklere, haramlara, zulme, haksızlığa ve adaletsizliğe hayır demesini; buna karşılık sadece Allah’a ve buyruklarına  evet demesini istiyor ve  ondan insan onuruna ve Müslümanca bir hayta yakışacak tavır  ve davranış  bekliyor.  Bunun karşılığında da ona getirdiği ilke ve kurallarla bu dünyada dengeli, ilkeli ve  huzurlu bir hayatı; ahirette ise  cenneti vadediyor.



[1] Kâmuran İnan, Hayır Diyebilen Türkiye, İstanbul 1995, s. 7-9.

[2] Kâmuran İnan, Hayır Diyebilen Türkiye, s. 5.

[3] Furkan,25/43

[4] Buhârî, Rikak 10.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya