Bilmem atasözü müdür yoksa basit bir tekerleme midir? Her neyse, ama her devirde, özellikle günümüzde çok kişinin dilinden hiç düşmeyen bir cümledir bu:
“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy”.
Zaman kavramı tarih boyunca fizik ve metafizik düşünce düzleminde anlaşılması gayet güç bir “şey”dir. Zamanın tanımı zor olduğundan şey kelimesini bilerek kullandım.
Bir kısım düşünürler zamanı mutlak ve eşyadan bağımsız bir kavram olarak, bir kısım düşünürler de eşyanın, hayatın ve olayların bir boyutu olarak kabul etmişlerdir.
İkinci düşünceye göre zamanı kayıtlayan iki unsur olması gerek. Birisi eşya, diğer olay. Zaman bu ikisiyle belirlidir. Zamanı bu ikisinden bağımsız düşünmek hayli güç hatta imkansızdır.
Bu ikinci düşünce daha çok kabul görmüştür.
Zamanın mana ve mahiyeti ne olursa olsun, tartışmasız olan şudur. Zaman; insanoğlunun davranış biçimlerini, yaşam tarzını, eğilimlerini, kendi kendine belirleyen bir irade, ya da bir aktivist değildir. İnsanoğlundan bağımsız, insana model alabilecek bir hayat tarzını, bir düşünceyi veya doktrini üretmesi mümkün değildir.
Öyleyse zaman kavramı ile cemiyet ve insan davranışlarının yani beşerî diyalektiğin ilişkisini belirlemek gerekir.
Zamanı olay ve eşya anlamlı kılar. Bu ikisi ya insan kaynaklı yahut da insandan bağımsızdır. İnsandan bağımsız olay ve eşyaya müdahale yetkimiz sınırlıdır. Güneşin doğuşunu, dünyanın dönmesini engelleyemeyiz. Onları yok da endemiyiz. Belki bir bölümünü mikro alemde dönüştürüp değiştirebiliriz.
Ancak yaratılmış maddeden eşya üretme, insan ilişkilerini belirleme, hayat tarzını tayin etme, hukuki, sosyal, ahlaki, idari kural koyma ve benzeri pek çok sahada insanın irade ve arzusu sınırlı da olsa egemendir.
Bu egemenlik fert ve cemiyetin davranış kurallarını belirleme, belirlenmiş kurallara uyma ya da uymama, istek ve arzuları sınırlama ya da serbest bırakma noktasında yetki ve irade donanımını beraberinde getirmiştir.
Bu yetki ve irade cemiyet ve bireye hem kural, kaide, tarz oluşturma, hem de alternatiflerden birini seçmek ve davranışlarını ona uydurmak hakkını da bahşeder.
Hangi zaman içinde, hangi zaman diliminde olursa olsun, bireyin uyacağı hayat tarzı, ilke ve kural, nakil ve akıl kaynaklı özellik arz eder. Nakil, örf, adet, anane gibi atalardan gelen beşerî kaynaklı modeller de olabilir; inanç sistemlerince belirlenen ilahi kaynaklı modeller de.
Sonuçta cemiyet ve insan, bir taraftan düşünce, fikir, davranış biçimi ve hayat tarzı; diğer yandan hayatı kolaylaştıran “araç-alet” üretir.
Hal böyle olunca insan; hayatına yön verecek, davranışlarını belirleyecek bir hayat tarzını, aynı zamanda ihtiyacı olan araç gereç dediğimiz fiziki vasıtaları da seçecektir.
Ferdin davranış biçimi ve hayat tarzı, maddi unsur olan “araç seçme ve alet kullanma” bakımından vasıta görünümlüdür. Manevi unsur ve niyet bakımından ise “gaye” odaklıdır.
Kullandığı vasıtalar elbette yaşadığı zamanda genel geçer araç ve gereçlerdir. Binek aracı zamana göre at, eşek, bisiklet, araba, uçak olabilir. Haberleşme araçları posta güvercini, ulak, mektup, telefon olabilir. Yaşam tarzı, inandığı ve inanmadığı değerler, düşünce dünyası gayesini olduğu kadar, gayeye ulaşmak için kullanacağı vasıtaların seçiminde de etkilidir.
Seçeceği alet-araçların elde ediliş ve kullanım tarzını da yine manevi unsur diye adlandırdığımız niyet ve gaye belirleyecektir. Kullandığı telefon, bindiği araç alın teriyle meşru yollardan kazanılmış olabilir. Yahut da çalıntı veya gasp edilmiş olabilir. Seçim hakkı kendinindir.
Böylece birey kabullendiği hayat tarzının ilke ve gayesine uygun bir davranışla hem vasıtaları hem de eyleminin türünü seçecek ve istediği neticeye ulaşacaktır.
Niyet-gaye-netice sürecinde uyacağı hayat tarzı, kullandığı araçlar, uyduğu ya da uymadığı ilkeler, gideceği yol, özetle seçtiği modelin ne olduğu, nasıl olduğu önemlidir.
Diyelim ki iyiliğin tatilde, kötülüğün mesaide olduğu bir zaman dilim yaşanıyor. Kişi seçimini yaparken “ne yapayım, baksana herkes aynı şeyi yapıyor, ben enayi miyim, zaman bana uymuyor, öyleyse ben zamana uyayım” diyerek, etik değerleri bir kenara bırakıp, menfaat-ego-haz ve konfor sarmalında gayri meşru, gayri ahlaki, abes ve çirkin eylemini gerçekleştirir.
Ya da erdem sahibi bir birey olarak, zaman içinde birey-toplum ikilisinin üretip kendisine sunduğu süfli hayat modelinin elinin tersiyle itip, adalet ve ahlaki değerleri ölçü tutarak, doğruluk, iyilik güzellik kulvarında yürüyecektir.
Kötülüğün ve pisliğin çabucak bulaşma ve yayılma gibi kötü bir huyu vardır. Birey bunun farkına varamaz. Herkes tarafından kanıksandığına inandığı bir davranış modelini doğru bir model zanneder ve sorgulamaz. Yanlışlığını bilse de nefsi, egosu, tatmin edilmeyi bekleyen haz, konfor, lüks istekleri, şan, şöhret, mevki, makam, iktidar hırsı bütün etik değerlerini yerle bir eder.
Ve sonuçta “zaman sana uymazsa sen zamana uy” düsturu hayatının ekseni haline gelir. Kendisini aklamak, vebalden kaçınmak için sorumluluğunu da “zaman”a yükleyerek hep kolaya kaytarır.
Şerefli bir mahluk olan insan seçici olmakla vazifelidir. Sorgulamak, iyiyi, güzeli, doğruyu arayıp bulmak ve ona uymakla insanlık makamına ulaşır.
Onun için biz de diyoruz ki;
Zaman sana uymazsa bırak uymasın.
Doğruluktan dürüstlüğe, mertlikten yiğitliğe, adaletten fazilete kadar, uyacağımız çok yol arkadaşımız var.