Modern çağda, “Lessez faire, lessez passer” (bırakın yapsınlar, bırakın gitsinler) çılgınlığına kapılan küçük bir grubun kâr hırsı uğruna ahlâkî ilkelerle bağlarını kopardığı için hem insanî hem doğal değerleri alabildiğine tahrip eden, insanı metâlaştıran, hiçleştiren, gerekli gördüğünde milyonları öldürmeyi meşrulaştıran kapitalizm türedi evvela. Ardından da bu vahşi sistemi ortadan kaldırıp, ayırım yapmadan bütün insanlığı kardeşlikte, eşitlikçi ve adaletli paylaşımda buluşturma iddiasıyla komünizm ortaya çıktı. Fakat bu ikincisi de kısa zamanda elde ettiği sınıfsal güçle hegemonik hırslara kapıldı; felsefî bünyesinden kaynaklanan ahlâkî sapma, yozlaşma ve çürüme gibi sebeplerle bir asrını bile doldurmadan yıkılıp gitti. Kapitalizm ise, rakibinin sahneden atılmasından sonra sömürü hedeflerini genişleterek ve derinleştirerek varlığını sürdürüyor; sahip olduğu ve taptığı maddi güç ile yedi başlı ejderha gibi insanlığı, doğayı, karaları, denizleri, yeraltını, gökyüzünü kuşatmış vaziyette.
An itibariyle bu vahşi, fütursuz ve arsız düzene karşı -akılsızca, eline yüzüne bulaştırarak da olsa- direnen tek insanlık parçası Müslüman dünyadır. Bütün dünyanın gördüğü -ama Müslümanlardan da kaynaklanan nedenlerle anlamakta zorlandığı- fiilî durum budur; Samuel Huntington’un “medeniyetler çalışması” dediği de budur.