Şöyle düşünüyorsak, felsefî ve ahlâkî manada insan olduğumuz iddiasında haklıyız demektir:
Benim kendi kusurlarımı görmem ve kabul etmem, kendimi küçük gördüğüm anlamına gelmez. Aksine bu, kendimi mükemmelleştirme yolunda bende hem bir sorumluluk hem de bir özgürlük bilinci bulunduğunu gösterir.
Bu söylenenler, birey için olduğu gibi toplum için de böyledir; maddi alanlar hakkında da manevi, entelektüel ve ahlâkî alanlar hakkında da böyledir. Bireysel düzeyde de toplumsal düzeyde de her türlü müspet gelişmenin ve mükemmele doğru ilerlemenin yolu, kişilerin ve grupların kendi kusurlarını dürüstçe görüp kabul etmekten ve bu suretle iç özgürlüğünü kazanmaktan başlar.
Aklını ve ahlakını kibir, öfke, kin, düşmanlık yahut mal-mülk, makam-mevki hırsı gibi komplekslerine ya da kendi dışındaki efendilerine, liderlerine veya başka otoritelere esir eden bireyler ve toplumlar, kusurlarının üzerine tutulan ve onları görmelerini sağlayan özgürlük ışığından yoksun kalmışlardır. Onun için de böylesi bireyler ve toplumlar serbestçe düşünemez, kendilerini ve efendilerini ölçüp tartamaz, sorgulayıp yargılayamazlar. Sonuçta –tecrübeler göstermiştir ki- gerek maddi, gerek entelektüel ve gerekse kültürel alanlarda gelişme kaydedemez, gerilikten kurtulamazlar.