Benim gibi 75’inde olanlara ‘Evde kal..’ demekle yetinilmedi, belki bazılarının kendi iradelerini kullanamayacağı düşünülerek bir de ‘sokağa çıkış’ yasağı getirildi.
İşin doğrusu, bu yasak, kendi ihtiyarımla hareket etme irademi, kendi hür kararımla hareket etmeyi elimden aldığı için, inadına dışarı çıkmak ister ve, kendimi kendi irademle tehlikeye atmaktan dolayı, varlığımın asıl sahibi olan Hâlîq-ı Zülcelâl karşısındaki sorumluluğumu kabul ederek bunu belki yapabilirdim.
Ama, benim bu iradî ısrarımın, sadece kendimi değil, başkalarını da tehlikeye atacağı düşüncesi beynimi zonklatmalı değil mi? O halde, bu inadımda devam edebilir miyim? Kişinin kendini sınırlandırması erdemi’nden nasibsiz mi kalmalıyım?
O halde, yaşıtlarım arasında sıkça duyulan, ‘Bu zamana kadar, nasıl olsa yaşadık, battı balık yan gider.. Dünyaya kazık çakacak değiliz ya, ölüm geldiyse, hoş geldi.. Biz tevekkül ehliyiz.. Allah’dan gelene teslim oluruz..’ gibi sözlerde haklılık payı var mıdır?
Hele de, bazılarının, ‘Biz unumuzu elemiş, eleğimizi duvara asmışız.. Biz tevekkül ehliyiz..’ demeleri yok mu? Elbette, ‘tevekkül’ manevî açıdan güçlü olmaya vesile olur; ama,yanlış bir ‘tevekkül’ anlayışı, insana temelsiz, boş bir manevî direnç zannı verip, bir iğne ucunun dokunmasıyla patlayıveren balon durumu ortaya çıkmaz mı?
Evet, abartılı korku insanı sonunda ‘evham’a götürür, ama, ‘Amaaan, boşver, olacak olan olur..’ denilmesi bizi hem Allah huzûrunda ve hem de insanlar karşısında sorumlu duruma düşürmez mi ve başkalarının yaşama haklarına gizli bomba yerleştirmek sûretiyle, ‘kul hakkı’na girmiş olmaz mıyız?