İki gün önce kardeşim Furkan Çalışkan’ı aradım hal hatır sormak için. “Şiir yazıyorum” dedi telefonda. “Dünyanın sonu gelmiş, sen şiir yazıyorsun” diye takılınca “şiir dünyanın sonu gelirken yazılan bir şeydir zaten” deyip kilitledi konuyu.
Karantina yüzünden evden çalıştık hep ofisteki arkadaşlarla. Fakat yine de cuma gün dar bir ekiple derginin yeni sayısını baskıya gönderebilmek için bir araya geldik kısa süreliğine. Yüzümüzde maskeler, elimizde eldivenler, sosyal mesafeyi koruyarak çalıştık birkaç saat. Evde kek hazırlayıp getiren grafiker arkadaşımız, ikram tabağını uzatırken şöyle dedi: “Merak etmeyin İsmail Bey, öncesinde ellerimi sabunla yıkadım.”
Dahası da var. Ofisi yeni taşıdığımız Üsküdar sokağında bir evsiz abi yaşıyor. Hep orada. Böyle şeyler söylenmez elbette ama eve gitmek için arabayı çalıştırmaya hazırlanırken üç kuruş para vermek istedim. Abiyle aramdaki mesafeye ekstra dikkat ederek, bir ağaç dibine bıraktım parayı “bak buradan alırsın” diyerek.
Tabii ki dahası da var. Ofisten getirmek zorunda olduğum kimi eşyaları ve kitapları balkona koydum evdeki kimseyle temas etmeden. Üstümdeki her şeyi çıkardım tabii. Ardından sabunlar eskittim.
Kolonya, sabun, dezenfektan, eldiven falan derken dokunur dokunmaz kanamaya başlayacak kadar yıpranmış ellerime kremler, yağlar sürerken düşündüm bunu: Demek böyle olacak. Demek insan, bitmek bilmez uyumsuzluğuyla getirecek dünyanın sonunu.
Hayır, covid nam virüsün dünyanın sonunu getirebilecek kadar işleri abartacağını elbette düşünmüyorum. Tabiri caizse “vurup geçecek” sadece. Ardında acılar, üzüntüler ve dersler bırakarak.