Böyle deyince din nedir sorusunun cevabını da bilmemiz gerekir. Din adına söylenen, yazılan çizilen her şey din midir? On beş asır boyunca yazılmış on binlerce cilt tefsir, hadis, fıkıh ve kelam kitabı var. İçlerindeki tekrarları atsanız yine de en az bin cilt kalır. Bu bin ciltlik bilginin hepsi itiraz edilemez din midir?
Geleneği bir kalemde çizip atanların yanında, onu koruyalım derken geçmişte söylenip yazılan ne varsa hepsine sıkı sıkıya sarılanlar da var. Böyle iki ucun bulunması bile meselenin bir de ortasının olması gerektiğini gösterir.
Şunu tekrar söyleyelim: Gelenek-modern, gelenekçi-modernist ayırımını din ve dindarlar söz konusunu olduğunda hiç hoş karşılamadım. Dışınızdan birileri böyle bir ayırım yapıyor, siz de kendinizi başkalarının belirlediği bu kategorilerden birine koymak zorunda kalıyorsunuz, demek ki ben gelenekçiyim ya da modernistim diyorsunuz. Biz böyle değiliz. Biz bulunduğumuz asırda İslam’ı en iyi anlayıp yaşamak isteyen Müslümanlarız. Bunun için hem günümüzü hem geçmişi iyi bilmemiz gerektiğinin farkındayız. Geleceğe dair de ufkumuzun olması gerekir. Bizi en iyi anlatan vecize şudur: “Biz kökü mazide olan âtiyiz”.
Şöyle bir değişimi herkesin fark ettiğini sanıyorum:
Gelenekçiliği kabullenenler ya da kendilerine gelenekçi denenler bile ölçüsüz bir muhafazakârlığın dini artık muhafaza edemeyeceğini anlıyorlar ve görüşlerini bir ölçüde esnetmek zorunda kalıyorlar. “Modernistler”de ise orta çizgiye yaklaşma daha yavaş seyrediyor.