Siyasetin Gölgesinde Kutsalı Anlamak
MAKALE
Paylaş
01.05.2023 11:32
2 yorum
1.671 okunma
Doç. Dr. Şemseddin Kırış

Geçen günlerde “devletin dini, Cumhuriyetin kuruluş günlerinde olduğu gibi İslam olsun” söylemi ile “Reisimiz giderse ülkemiz gider” söylemini birleştirip meydanlara inen bir arkadaşın videosunu izledim. Birinci söylemi ile ikinci söylemini birbiriyle uyumlu bulamadım. Birinci söylem, resmi tarih tezini de kabul etmemek anlamına geliyor. Bir yandan resmi tarih tezini kabul etmeyeceksiniz, diğer taraftan ‘liderimiz görevinden giderse devletimiz gider’ teziyle meydanlara ineceksiniz. Şu soruyu soralım: Hangi lider gelirse gelsin hayat tarzımız değişmeyecekse ne değişecek? Kovanında çalışan arılar gibi mütecânis ve vahiyle bağını koparmamış toplum olmadıkça başımıza kim gelirse gelsin ne fark eder? Hangi hükümet gelirse gelsin ne değişecek? Herhangi bir hükümet, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) pandemi ilan etse itiraz edebilecek mi? Siz halkı yanılttınız diyebilecek mi? Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün tasarruflarına itiraz mı edebilecek? Mesela ev hanımlığı istihdamdan sayılmalıdır diyebilecek mi? Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün tasarruflarına itiraz mı edebilecek? Mesela ne ekip dikeceğimizi biz belirleriz diyebilecek mi? İzlediğim videoda konuşan “liderimiz değişirse ABD’nin eyaleti oluruz” cümlesini de kurdu. Birleşmiş milletlere bağlı bir ulus devlet değil miyiz? Uluslararası toplum tabir edilen yapının hangi tasarrufuna karşı çıktık ta tam bağımsız olduk? Bunlar suni, zaman ve kuvvet kaybını intaç edici boş laflardır.

 Bu ülkenin asıl gündemi, devletin din ile “eğitim düzeninde, dini öğretme ve eğitme özgürlüğünde” barışması olmalıdır. Din fıtrattır. Dinin tabiatı ile ilgili bir mutabakat olmalıdır. Dinin bir antropolojik doğası bulunmaktadır. Dinin tabiatının izahı ile ilgili bütün etkinlikler kanun denetiminin dışında olmalıdır. Mesela bir din öğretmeni, ergenlik yaşı ile ülkede yürürlükte olan yasal evlenebilme yaşı arasındaki uçurumu, savunma psikolojisi ile anlatmak zorunda olmamalıdır. “Dinin doğası böyle, din insan biyolojisini ve doğal yasaları esas alır, ergenlik çağına girmeyi esas alır” denilebilmelidir. Cinsel hayat ergenlikle birlikte başladığı gibi dini hayat da ergenlikle birlikte başlar. Din helâl dairede bir hayat ister. Eğitim ve hukuk sistemi bunu dikkate almıyorsa rahatsızlık duyar. Din ergenlik sonrasında dini hayatın korunmasını ve sürdürülmesini de ister. Hz. Peygamber’in evlilik ve âile hayatı da savunma eksenine girmeden anlatılabilmelidir. Hz. Peygamber kendi zamanında nasıl bir içtimai düzen kurdu, biz ne kadarını yapabiliriz diyebilmek ve benzeri söylemler hukuki alt yapı oluşturulmadan telaffuz edilemez. Şifâhî ve irfânî kültürü ihmal etmeyen, insanı ilgilendiren konularda umursayan, irkilebilen, yüksek ruhlu insan inşa ve imarı faaliyetine dayalı “Halk İslam’ı” bir mutabakatın zemini olabilir. Yürürlükteki hukukun da desteklediği bir din dilinin inşasında sadece okumuşların ve diplomalıların değil bütün halkın mutabakatını aramak gerekir.

Bu ülkenin asıl gündemi, hangi seçim gelirse gelsin Maârif Dâvâsı olmalıdır. Okulların yüzde sekseni atölyeye ve işyerine dönüştürülmedikçe, çalışmaktan beden gücünü kullanmaktan ibadet eder gibi zevk alan bir gençlik yetiştirmedikçe seçimleri kim kazansa ne yazar?

‘Tek adam rejimi’ diyenlerle ‘lider giderse vatan gider’ diyenler sonuçta aynı amaca hizmet etmektedir. Her iki tutum ve yaklaşımda müşterek olarak şunu söylemek istemektedir. Türkiye’nin din ile barışma problemi yok, insan kalitesi problemi vardır. Ahlak problemi vardır. Gençliğini ve insan kaynaklarını kaybetme problemi yok, yönetici insan unsurunun kalitesi meselesi vardır. Hâlbuki Türkiye’nin asıl problemi gençliğini ve insan kaynaklarını kaybetme tehlikesidir. Adli suçlarda cezaları caydırıcı kılmayan, siyasi suçlara odaklanmış devlet, ahlak üretmez. Kamu istihdamını güvenlik enstrümanı gören bir devlet, ahlak üretmez. Devletin din ile barışma problemi bitmiş değildir. Kamuda kıyafet hürriyetinin getirilmesi din ile barışın sağlandığı anlamına gelmez. Toplum hayatı bir oyunsa din oyunun hiçbir yerinde değildir ve din etkisiz elemandır. Din sadece ibadet demek değildir. Din aynı zamanda toplumun ‘birlik söylemi’dir. Milletin tarih yazma dili, dindir. Milletin dili olarak din, gönül birliği ve söylem birliğini kapsar. İnsan ilişkilerine bağlı olarak kültür, örf ve âdet üreten de bu dildir. Bugün dinin tüm söylemlerini resmi bir kurum olan Diyanet oluşturmak ve telaffuz etmek durumundadır. Oluşturulan din söylemine sivil katkı sıfıra yakındır. Fertlerin dinin birlik söylemine katkısı için hukuki şartların hazır olduğu söylenemez. Birlik söyleminden söz edebilmek için dinin ve dindarın razı edilmesi gerekir. Dindar taban sol parti gelir korkusuyla merkez sağ parti kucağına itiliyor. Merkez sağ parti de “bu kadarına razı ol, sol parti gelirse anamızı ağlatır” diyor. Razı olmamız istenen kadarıyla dindarlık da gönlümüze göre bir nesil yetiştirmemize yetecek miktarda olmuyor. Bu eğitim çarkıyla vasat ve kullanışlı bir dindarlık ortalaması yakalayıp sürdürmek imkânsızdır. 

Kutsallık fiziksel unsurlarda değil kişilerin ve toplumların Allah ile nitelikli ve içi doldurulmuş ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Mesela Kâbe’yi kutsal hale getiren, maddî mekânından ziyade müminlerin orada Allah’a samimi yönelişleri ve duâlarıdır. Müslümanlık ahit geleneğinin takipçisi bir dini gelenektir. Kur’an’da Allah Teâlâ’nın Benî İsrâîl’den ahit aldığından söz edilir. (Bakara 2/83) Burada “Benî İsrâîl” bir semboldür. Allah ile ilişkiler ve dindarlık, içtimâî katılımla sürdürülür. Allah Teâlâ bir toplumla peygamberleri aracılığıyla ahitleşir. Hz. Îsâ havarileriyle (Saff 61/14),  Hz. Peygamber de sahabileriyle (Mümtehıne 60/12) ahitleşmiştir. Akabe biatları ahdin ashâbın hayatındaki tezahürleridir. Ahdin büyüklüğü mesajın büyüklüğü ile orantılıdır. Hz. Peygamber’in ashâbı, taşıdıkları mesajın dünyayı değiştirecek ve hükümdarların hazinelerini önlerine serecek bir istiap taşıdığının farkındaydı. Ahit geleneği kıyamete kadar devam edecektir. Günümüzde devlet ve millet kavramları üzerinden bu konuyu düşünmeyi gerektiren bir durum da bulunmaktadır. Millet olarak ‘Allah ile ahdimizi sürdürüyor muyuz’ sorusunu sormamız, belki anlamlı bir tefekkür yolculuğunun başlangıcı olabilir. Bu geleneğin günümüz şartlarında devam edebilirliğini anlamak için milletin meşru mutabakat zemini olan devletle, dinin barışık olup olmadığı sorusunu sormak gerekir. Dinin yapılacak yasal düzenlemelerde referanslardan biri bile olmadığı bir ülkede bu barıştan nasıl söz edilebilsin ki? Hani hep tartışılır, devlet mi yoksa millet mi önce gelir? Din devlet ilişkilerinde milli mutabakat sağlanmadığı halde bu mutabakat sağlanmış gibi hareket edilmektedir. Kimse de itiraz etmemektedir. Bu ülkede devletin gerçek sahipleri belirli bir zümredir ve kritik görevlere gelebilme sade vatandaşlar için mümkün görünmemektedir. Hükümetler değişse de değişmeyen bir şey var. ‘Devletin kutsallığı diğer bütün kutsalların önündedir’ diye düşünenlerin tüm ipleri elinde tuttuğu bir yapılanma söz konusudur. Devletin kutsallığını diğer bütün kutsalların önüne geçirmeyenlerin tehdit olarak görüldüğü bir ülkede millî mutabakattan söz edilemez. “Allah devlete millete zeval vermesin” sözünü hep söyleriz. Çünkü büyüklerimizden aldığımız terbiye bunu gerektirir. Ancak devleti kutsal hale getirmek, yeterince düşünülmeden geçilmemesi gereken bir konudur. Devleti kutsal sayanlar hem kritik görevleri işgal etmekte hem de kendileri gibi düşünmeyenleri devlete tehdit olarak algılamaktadırlar. Dinimizi vermezsek devletimizi de kaybetmeyiz. Dinimizi verirsek devletimizi kaybetme tehlikemiz daha büyüktür. Adli suçlarda esneklik ve gevşeklik, siyasi suçlarda caydırıcılık üzerine kurulu “bu düzen” sürdürülemez. O halde ‘dinini ve neslini koruma hassasiyetinde olanlar’ bir yol ayrımındadır.

İdamın kaldırılması ve kısa aralıklarla değişen infaz yasaları, adli suçlarda devletin caydırıcılık gücünü zayıflattı. Bu durum ortalama dindarlığı da menfi etkiledi. Bir yanda adli suçlardan nemalanan televizyon programcılığı zirve yapmış; milyonlar iyiliklere değil, kötülüklere ve günahlara odaklanmış; kim kime nasıl tecavüz etmiş, malını nasıl gasp etmiş, nasıl öldürmüş, merakla izleyen milyonlar ekranlara kilitlenmiş durumdadır. Diğer taraftan da eğitim sistemi, çalışmayı ve üretmeyi sevmediği gibi üretimin ve alın terinin değerini takdir etmeyen insan tipi yetiştirmektedir. Her şeyi devletten bekleyip seçim zamanlarında siyasetçilere “atanmazsam oy vermem” diyen diplomalı yetiştiriliyor. Bunun yanında siyasi suç ile adli suçu birbirinden tefrik etmeyen bir hukuk sistemi var. ‘İdam gelirse siyasi suçlara da gelir’ deniyor. Hâlbuki siyasi suçlarda idamın tam olarak kaldırılması, adli suçlarda getirilmesi, silahlı eyleme karışmamış siyasi suçlarda hapis cezası yerine sınır dışı etmenin bir seçenek olarak yer alması, din ve devletin birbiriyle barışmasına katkı sunar. Ayasofya imamı, “kuruluş ayarlarına dönelim” dedi, görevinden oldu. Daha kötüsü de olabilirdi. Devletin dini İslam olsun diyebilme hürriyeti ne kadar var ki? Devletin güvenlik felsefesinin inşasında din, dikkate alınmamaktadır. “Devletin dini İslamdır” cümlesinin yer aldığı 1921 ve 1924 anayasalarını savunmak bile bir riski göze almaktır.

Avrasya ile Nato arasındaki mücadele gösterilmeye çalışıldığı kadar büyük bir mücadele değildir. Dünyada İslam’ın ve Muhammed ümmetinin dışındaki tüm unsurların tam bir mutabakatı bulunmaktadır. Küresel normlara ve uluslararası standartlara uymayan topluluk Müslümanlardır. Şer odaklarının asıl derdi, düzenleri açısından tehdit olarak gördükleri Müslüman aile yapısının sürmesidir. Küresel standartlar nihilizm üretiyor. Yeryüzü “insansız başladı, insansız bitsin” istiyorlar. Dünya nüfusunu azaltmak için büyük bir mücadeleye giriştiler, devam edecek görünüyorlar. “İnsanlı varoluş devam etsin” davasını sürdürecek olan ‘Müslüman aile yapısı’dır. Kadın ve çocuk hakları üzerinden insanları birbirinden koparmak için insanın insana değil bireyin kanunlara ve devlete güveni zihinlere iyice yerleştirilmiştir. Hâlbuki insanları birbirinden kopararak, devleti güçlendirmiş olmazsınız. Nihilizmin karanlık dehlizlerinde yürüyerek varoluşun nurlu yoluna ulaşamazsınız.

Netice itibariyle bu hukuk ve eğitim düzenine karşı kanaat izhar etmeden, kanunlarla tam uyum içinde dindarlığın sürdürülmesi imkân dâhilinde olmaktan çıkmıştır. Gençliğimizin yüzde doksanı görselliğin girdabında kayboldu, teknoloji bağımlısı ve tablet otistiği oldu. Düşünme, akıl etme, fark etme yeteneklerini beyaz ekranlara kurban etti. Dinimizi vermesek de neslimizi vermiş gibiyiz. Siyaset çarkının suni gündemleriyle meşgul edilsek de bu gerçeğin üstünü örtemeyiz.  


 

 

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Toplam 2 yorum yapıldı
Maalesef
Özümüzle sözümüz İSLÂM olmazsak bu her zaman böyle devam eder. Hatta biraz sola adam feda etme tehlikesiyle de karşılaşırız.Allah bizi fitratimiz olan İslam'a döndürsün.
Yorum Ekleyen: Zekeriya CANBULAT     2.05.2023 11:25:50
Hakikat
Allah razı olsun Muhterem hocam
Yorum Ekleyen: Mevlüt     1.05.2023 15:58:38

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya