Süleyman KOCABAŞ
kocabassuleyman@gmail.com
Birinci Bölüm
Cumhuriyetimizin 100’üncü Yıl Dönümünün Büyük Anlamı ve Esprisi
Daha önceki yıllarda, Cumhuriyetimizin ilanını, sonu sıfırla biten rakamlardan hareketle 10’uncu yıl ve 50’inci yıl dönümlerini ayrı bir anlam ve espriyle kutlanmıştık. Günümüzde de bu kutlama geleneğini sürdürmekten olarak 100’üncü yıl kutlamasını yapıyoruz.
Bu kutlamaların her yıl yapılan kutlamalar dışında ayrı bir anlamı ve esprisi vardır. Bunun aslını, milletlerin hayatında tarihi önemi çok büyük yepyeni yapılanmaların, olup bitenlerin başlangıcından başlayarak 10, 50 ve daha da önemlisi 100’üncü yıl dönemlerinde, yapılanmalarda nerelere gelindiğinin, yapılanların doğruları ve yanlışlarının neler olduğunun ve bundan sonra nelerin yapılması gerektiğinin hesapları ve muhasebeleri yapılır. Bunlara günümüzde “otokritik” de denildiği halde biz de zaten adı geçen yıl dönümlerini anma ve kutlama esprileri içinde bunları yapmışızdır ve 100’ üncü yılda da yapamaya devam edeceğiz.
Ekonomi, sanayi, ticaret, tarım, edebiyat, sanat, spor vb. gibi her konu ve alanda yapılacak olan otokritiklerden olarak biz bu yazımızda edebiyatın alanının içinde yer alan Türkçemizde yapılması gereken otokritiği yapacağız.
100 Yılda Türkçemizde Yaşanan Üç Buhran ve Problemler
Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünde, dilimiz konusunda kazanılan, kaybedilen veya doğruları, yanlışlarıyla ilgili bir otokritik yapılacak olunursa, maalesef ki diyelim Türkçemizde hep kaybedilenler ve yanlışlıklar yaşanmıştır.
Türkiye’miz, adı geçen yüzüncü yıl süresince bölgesinde ve dünyada “süper güç” olamamışsa, bunun en önemli sebeplerinden birisi de işte dilimizde yaşanan buhranlar ve problemler olmuştur. Bunları üç ana başlık altında şöyle sıralayabiliriz:
1- Türkçemizde BİRİNCİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI’ sından olarak 1932 – 1980 zaman diliminde “Aşırı Uydurukça Dil Salgını” nın yaşatılmasıyla dilimizin zayıflatılması,
2- İKİNÇİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI ise, kendisini 1980 -1923 zaman diliminde göstermiş ve göstermeye devam etmekte olup, Türkçemiz bu sefer de İngilizceden aşırı etkileşeme sonucu, bu dilden zorunlu alımlardan değil, özentili ve modalaşma alımlarından olarak bu sefer de İngilizcenin işgaline uğramaya başlaması,
3- Türkçemizin tarih boyunca “sahipsizliği” den kaynaklanan ne tarihi, ne grameri (dil bilgisi) ne de tam anlamıyla lugatı (sözlüğü) yazılabilmiştir. En önemlisi de herkesin kabullenebileceği imza kuralları yazılımı yapılamadığından herkes kendine göre imla kuralları uydurmak yanında, üslubu veya seslendirilmesinden olarak da yine herkesin kendi keyfi ve mizacına göre seslendirmesinden kaynaklanan “TÜKRÇENİN DOĞRU KULANILAMAMASI” denilen diğer bir “dil hastalığı” na günümüz itibariyle bile çözüm yolları bulunamaması,
İşte 100 yıl boyunca karşılaştığımız bütün bu olumsuzluklardan kaynaklanan buhranlar ve problemleri aşağıda özet alarak inceleyecek ve değerlendireceğiz.
Birinci Büyük Dil Yol Kazası 1932 -1980
“ Dil Devrimi” nin başladığı 1932’de kendisini gösteren ve 1980’li yılların başlarına kadar “dilimizi millileştirmek” ve “geçmişimizden koparılarak Modern Seküler-Laik Batı Medeniyetine girmeyi kolaylaştırmak” ana amaçlarıyla (“Harf Devrimi”nin de bu amaçlar için yapıldığı halde ) 1000 yıldan beri konuşup yazdığımız yaşayan Türkçemizde ne kadar Arapça ve Farsça kelimeler varsa bunların “dilimizde işgalci yabancı kelimeler” nitelendirilmesi yapılması sonucu, bunların tümüyle atılarak yerlerine dünyada “saf dil” varmış gibi “yepyeni bir dil icadı” ndan olarak, halkın dilinden ve Orta Asya Türk lehçelerinden derlenen öz Türkçe kelimelerin kullanımı yetersiz kalınca veya çoğu kabul görmeyince masa başında yeni kelimelerin üretilmesiyle gelen “AŞIRI UYRURUKCA DİL YAPILANMASI ” kendisini göstermiştir. “Dil Devrimi” nın başladığı 1932 yılında, deneme ve tecrübe etmekten olarak bunun uygulaması Atatürk’ün Çankaya köşkündeki sofrasında ve gazetelerin köşe yazarlarının makalelerinde yapmıştır.
Atatürk’ün kendisi de bu deneme ve tecrübeye katılmıştır. 1936’ya kadar olan kutlama mesajlarında, TBMM’nin açılışı nutukları ve Çankaya köşkünde yabancı devlet adamlarını kabulde yaptığı konuşmalarda uydurukça kelimeler kullanmıştır. Buna bir örnek verilecek olunursa İsveç Veliaht Prensi Gustav Adolf’u 3 Kasım 1934’de Çankaya köşkünde kabulü sırasında söylediği nutkundan bahsedebiliriz. Atatürk, bu nutkunda uydurukça kelimelerden olarak şunları kullanmıştı: Tükel, özgü, yanku, itki, yaltırık, özence, bitin, ate, özlük, ıssı, önürleme, kıldacıl, anıklamak, büktün, acu, söyüne, baysal, genlik, eksürmen, altes, tüzün, gönenç. Atatürk, 1927’de “Nutuk”unu içinde Arapça ve Farsca kelimelerin ağırlıklı olarak bulunduğu Osmanlı Devletinde yaşanan Sadeleştirme dönemi dili ile yazmıştı. Kullanmasını denediği “uydurukça dil” ile yazmaya çalışsa bunu yazamazdı. Yazsa bile kimse bir şey anlamayacağı için tutmaz, kitap satılmazdı. Daha sonraki yıllarda “Nutuk”un “Söylev”e çevrilerek bu isimle çıkan aşırı uydurukça kelimelerden ibaret Nutuk kitaplarının az satılmasıyla bu kendisini göstermişti.
Kuru –sıkı ve hamasi bir “dil ırkçılığı” veya “dilde milliyetçilik” ten tamamen öz Türkçe ve uydurukça kelimelerden ibaret yepyeni bir dil icadı deneme ve tecrübelerinin başarılı olmadığı görülünce 1935 yılından itibaren de Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılmasına geri dönmüştür.
Atatürk, geri dönüşten olarak, “Dil Devrim”i çalışmalarında kendisine en yakın yardımcı elemanlarından Falih Rıfkı Atay ve Ahmet Cevat Emre’ye bunların hatıralarında anlatıldığı üzere, Atay’a “Çocuğum beni dinle, Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dil bu çıkmazda bırakılır mı? Bırakılamaz. Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakamayız” (Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili Belgeler, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, s. 302) derken, Emre’ye de şunları söylemişti: “Dilde ve Musikide İnkılap olmaz” (Ahmet Cevat Emre. İki Neslin Tarihi, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1960. S. 338)
Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü, 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanı seçilince, 1940’lı yılların başlarından itibaren , “Dil Devrim”i konusunda “Atatürk’ün yapamadığını ben yapacağım” diyerek, Atatürk’ün vazgeçtiği uydurukça dile geri dönmesi , 1940 – 1980 zaman diliminde Türkçemize “en karanlık günleri” ni yaşatmıştır.
Bir dili geliştirmek için elbette ki yeni kelimeler üretimine ihtiyaç vardır. Bunu ancak geniş bir zaman içine yayıldığı halde edebiyatçı şair ve yazarlar, bilim adamları yaparlar. Her önüne gelen veya işin uzmanı olmayanlar kendiliklerinden kelimeler üretemezler. Hele masa başında “ben yaptım oldu” dercesine “kalem-kelime oyunları” yla , üstelik de dilimizin imlası, ses uyumu ve müzik ve matematik yapısına uymayan kelimelerin üretilmesi hiç iyi olmamıştır.
İnönü döneminde uydurukça dilin şampiyonluğunu Milli Eğitim Bakını Hasan Ali Yücel ve Cumhurbaşkanı İnönü’nün kültür başdanışmanı Nurullah Ataç yapmıştır. Özellikle buna; ateist olduğunu kendisi de açık açık yazdığı halde Ataç damgasını vurmuş, bütün ömrü uydurukça kelimeler üretimiyle geçmiştir. Bu sebepten dilimize en büyük zararı Ataç verdiği için, tarihe adı “Türkçenin anasını ağlatan adam” olarak geçmiştir. Ataç’ın uydurduğu kelimelerin büyük bir kısmı Yılmaz Çolpan tarafından derlenmiş ve Türk Dil Kurumu tarafından 1963’de “Ataç’ın Sözcükleri” kitap başlığı adı altında yayınlanmıştır. Ataç’ın Türkçe karşılıkları ola ola “bunlar dilimizde yabancı işgalci kelimelerdir” denilerek, bunların yerine uyrukça kelimelerden olarak bazı kelime örnekleri şunlardır: açkı (anahtar), algınlık (aşk), ası (fayda), aydık (şiir), bağlanç (din), beti (mektup), bilisiz (cahil), dinek (kule), döl (mart ayı), durul (devlet), düzeti (nesir), ılkı (hayvan), iyir (ilaç), kalık (hava), kısı (hapis). komuğ (müzik), kurunç (hayal), oram (sokak), öldürmem (cellat), sağın (tıp doktoru), salkı (haber), satak (pazar),savut (silah), sücü (şarap), tamu (cennet), tın (can), tilçik (kelime), tümce (cümle), törüt (sanat), tüz (halk) , uçmak (cennet), çevrinmek (Kậbe’ yi tavaf etmek), uza (tarih) , üçük (harf) , yakar (dua), yançık (cep), yayık (şeytan,) yüküm (namaz) kurban (sunum) , yazak (kalem) (Yılmaz Çolpan, Ataç’ın Sözcükleri, Türk Dil kurumu Yayınları, Ankara, 1963, s. 2-116)
Edebiyatçı yazar ve dil uzmanlarımızdan Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, “Uydurma Olan ve OImayan Yeni Kelimeler Sözlüğü” kitabında, tutan ve tutmayan kelimelerin sözlüğünü yazmış, sözlükte geçen kelimelerin yarısının tuttuğu, yarısının ise tutmadığı (Ataç’ın yukarıdaki tutmayan kelimeleri de içinde olduğu halde) üzerinde durulmuştur. Tutmayan kelimeler koyu harflerle yazılmış olup, bunların derlenen kelimelerin yarısını teşkil ettiği görülmüştür. Timurtaş’a göre tutan kelimelerden bazı örnekler şöyledir: anayasa (kanun-u esasi), araç (vasıta), başbakan (Sadrazam), biçim (şekil), çağdaş (muasır), değerli (kıymetli), durum (vaziyet , hal), elçi (sefir), evren (kainat), konuk (misafir),övgü (methiye), sözlük (lugat) vb. (Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Uydurma Olan ve Olmayan Yeni Kelimeler Sözlüğü, Umur Kitapçılık, İstanbul, 1979, s. 71 – 155)
Özellikle Ataç’ın ürettiği kelimelerden olarak, masa başında Arapça ve Farsça manalarına göre bunları uydurukça kelimelere göre tahvil ederek uydur uydur kelime üret yapılanması kendisini göstermiştir. Bir çeşit “bir deli saçmalığı” da denilebilecek bunlara birkaç örnek şöyledir: İdam cezası almış bir insanı asıp öldürmekten gelen cellat için “öldürmen”, kalem yazdığı için “yazak”, bir dine bağlanmaktan olarak din yerine olarak “bağlaç” denilmesi, , Allah’a dua edip yakarmaktan olarak dua yerine “yakar” ı kullanmak. Görülüyor ki, bu gülünç ve dilimizin dil kaidelerine de uymayan bunları, dilimiz “hazımsız bir yemek yer” gibi kusmuş kabul etmemiş, şair-yazarlarımız ve halkımız nezdinde de bunlara tepkiler çok ağır olmuştur. Şair Necip Fazıl Kısakürek buna tepkisini şöyle göstermiştir: “Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim, / Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim. / Oysa halis Türk benim, bunlar, işgalcilerim, / Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim.” ( Yavuz Bülent Bakiler, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2012, s. 100)
Halkımızın tepkinden olarak da bu uydurukça salgınını alaya alıcı mizahi birkaç örnek de şöyledir: İstiklal Marşımız için “ulusal düttürü, lokanta için “toplumsal otlangac”, hostes için “gök konuksal avrat”, otomobil için “içten iteçli götürgeç”, minare için “dinsel dikeç”
Bu tepki ve tenkitler cümlesinden olarak da bir kısım dil uzmanlarımız ve şair-yazarlarımızın görüşleri de şöyledir:
Prof. Dr. Mehmet Kaplan (İstanbul Edebiyat Fakültesi edebiyatçı öğretim üyesi - dil uzmanı) : “Türk milletinin asırlardan beri kullandığı kelimeleri öz Türkçe değildir diye genç nesillerin kafalarından silmeye çalışırsanız en değerli kültür eserlerinizi tahrip eden dil güvelerisinizdir. Onlarla savaşmak Milli Mücadele kadar kutsaldır.” (Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976, s. 266)
Munis Faik Ozansoy: (gazeteci yazar, Başbakan Demirel’in Kültür Müsteşarı) “Dilimize yapılan saldırı yeni bir Haçlı Seferidir… Dilimizi hakir görmekle manen soysuzlaştık. Dilimiz kabile dillerine döndü.” (Türk Dili İçin V, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s. 57 – 58)
Nihat Sami Banarlı (Edebiyat hocası, edebiyatçı yazar): “Uydurmacılık hayal gücünü öldürüyor. Bu bir dil züppeliğidir.” (Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1987, s. 137)
İsmail Habip Sevük (edebiyatçı yazar) : “Uydurmacılık hamaratlıktır… Orta Asya dil ve lehçelerine dönmek ölüleri diriltmeye çalışmak gibidir.” (İsmail Habip Sevuk, Dil Davası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 68)
Atilla İlhan (edebiyatçı –gazeteci yazar): “Devrimciler lehçesi (uydurukça dil ) ile dilimiz budanıp kuşa çevrildi.” (Cumhuriyet, 5 Mayıs 2005)
Refiğ Cevdet Ulunay (gazeteci yazar) “Dilimize yapılan suikast hiçbir milletin dilinde görülmemiştir.” (Faruk Kadri Timurtaş, II.Dil Kongresi ve Akademi, Türkiye Muallimler Birliği Yayınları, İstanbul, 1969, s. 16)
Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı: (İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi) “ Öztürkçecilik adına yapılanlar, Demokrasiye ve Anayasamıza aykırıdır.” (II.Dil Kongresi ve Akademi Kitabı, s. 16)
Ahmet Kabaklı: (Edebiyat hocası, edebiyatçı – gazeteci yazar) “Dilimizi yıkanlar, I. Dünya Harbinde devletimizi yıkanlardan daha büyük kötülük yapmışlardır.” (Türkiye Gazetesi, 16 Ağustos 1992)
Prof Dr. Ahmet B. Ercilasun: (edebiyatçı –dilci öğretim üyesi. 1980 sonrası Türk Dil Kurumu Başkanı) “Uydurmacılık, yaşayan dili tamamen yok ederek yerine yepyeni bir dil icat etmektir (Türkçeyi kabile dilini çevirmek). Milli, ilmi ve pratik olmayan bu öztürkçecilik hareketine yakışan isim ‘uydurmacılık’ tır. Uydurmacılık ise, gayri milli, gayri ilmi ve pratik bakımdan zararlı bir akımdır.” (Ahmet B. Ercilasun, Dilde Birlik, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015, s. 117)
Uydurukça dil salgınına yabancı ilim adamları Türkologlar da tepkilerini göstermişlerdir. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:
Prof. Geoffrey L. Lewis (İngiliz Türkolog, İngilizce Türkçe Sözlük yazarı. 1999’da 1999’da yayınladığı “ The Turkısh Language Reform: A Catastrophiç Succes” (Trajik Başarı - Türk Dil Reformu” isimli kitabı 2004’de “Trajik Başarı – Türk Dil Reformu” adıyla Türkçeye çevrildi” ):
“Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve yetersiz kalanlar dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya sonunu kadar açtılar. 50 yıllık enkaz kolay temizlenemez.”
“700 yıllık dilde ‘etnik temizlik’ bir ‘felaket’ oldu. Nesiller gün geçtikçe birbirini daha anlayamaz hale geliyorlar”
“Reformcular (Dil Devrimcileri) miraslarını bilerek çöpe attılar” (Ahmet Kemal Yahyaoğlu, Öz Türkçenin İçyüzü, Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınlar, İstanbul, 2013, s. 159 – 160)
İngiliz Türkolog H.C. Hony (İngilizce –Türkçe Sözlük’ün yazarı): “Türkiye’de asıl tehlike uydurukça dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere’de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırlardı.”
“Türkiye’de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.”
“ Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içinedir. Uydurmacıların bir dil hastalığı (dil ırkçılığı) da Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.”
“Özleştirme Türkçeyi fakirleştirdi. Bu boşluğu Batı kaynaklı kelimelerin doldurması önlenemiyor” (Nejat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Nejat Muallimoğlu Yayınları, İstanbul, 2003, s. 311-312)
Prof. Neumark (Türk vergi sistemini düzenleyen Alman maliyeci): “Türkçenin her on yılda bir değiştirildiğini gördüm.” (Oğuz Çetinoğlu, Ses Bayrağımız Türkçe, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2020, s. 19)
1980’li yıllarına başına gelindiğinde uydurukça dil icadı giderek zayıflamaya başlamıştır. Bunda 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ile gelen “ara yönetim”de, müdahaleyi yapan Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanları generallerin, Atatürk’ün aşırı uydurmacılıktan dönmesini de dikkate alarak, halkımızın da yaygın konuşma ve yazma dili olan “Yaşayan Türkçe” lehine tavır almaları ve bunun yasal düzenlemelerini yapmaları (Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun kurularak, ehliyetsiz-liyakatsiz başkanları ve üyeleri nezdinden uydurukça dilin kaynağı olan Türk Dil Kurumunun da buna bağlanarak devletleştirilmesi), uydurukça salgınının giderek zayıflamasına ve günümüze gelindiğinde ise neredeyse bütünüyle ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Ama bu sefer de beklide uydurukça dil salgınından daha da tehlikeli olabilecek yeni bir büyük dil kazası kendisini göstermeye başlamıştır.