Tarih boyunca toplumlar kültürel karşılaşmalar yaşamaktadırlar. Bu, bir yandan insanın “beşer” olmasından kaynaklanan bir iletişim, diğer yandan kendisi ile farklı kültür ve toplumlar arasında ister istemez karşılaştırmalar yapma durumundan kaynaklanmaktadır.
Bir sınıfta başarılı öğrenci diğerlerinin dikkatini çeker ve bu başarının nasıl elde edildiği merak konusu olur. Bu minvalde Osmanlı’nın son döneminde Batı’nın artan başarısı dikkat çekmiş ve dönemin padişahları Avrupa’ya adamlarını (bu bazen aydınlar bazen bürokrasiden yöneticiler) göndermişlerdir. Osmanlı nihayetinde “küffar” olarak gördüğü bir toplumun müslümanların üzerinde nasıl başarı elde ettiklerini farklı soru(n)lar eşliğinde düşündü.
Modern dönemde Müslümanlarla batılıların bu kültürel karşılaşması, batı dışı toplumlarda ciddi bir travmayı da birlikte getirmiştir. Bir yandan giderek her bakımdan zayıflayan Müslümanlar ile her bakımdan kuvvetlenen bir Batı söz konusu idi. Daha da önemlisi premodern dönemden modernliğe geçerken gerek zihniyet gerekse pratikler açısından devrim niteliğinde değişimler söz konusu idi.
Bugünden geriye doğru bakıldığında daha rahat anlaşılmaktadır ki, geleneksel zihniyet çerçevesinden bakarak Batı ile baş etmenin imkanı bulunmamaktadır. Bu, geleneksel müktesebat ile bağları tamamen koparmak anlamına gelmemekte; fakat post/modern olanla baş etmenin farklı donanımları gerektirdiğini ifade etmektedir.
Bu anlamda Batı’nın farklı bir dünya yarattığı gerçeği görülmelidir. Bu, dünya ile farklı bir perspektiften ilişki kurmak anlamına gelir ki, bir yandan Batı’nın bir zihniyet olarak egemenliğini pekiştirmekte diğer yandan dünyanın geri kalanlarının sürekli Batı’yı yeniden üretmelerini temin etmektedir. Meselâ; bugün özellikle Çin’in yükseliş trendi ekonomik olarak bir gücü ifade etmekle birlikte paradigmatik olarak Batı’nın içindedir.
Bu bağlamda Batı egemenliğinin aşılabilmesi yeni bir zihniyet dünyasını gerektirmektedir. Tıpkı Ortaçağ’ın aşılmasının modern zihniyetle sağlanması gibi. Belki bunun için potansiyel paradigmatik imkanlara bir bakmak fayda sağlayabilir. Şayet islam dünyasının böyle bir iddiası olacaksa, bunun öncelikli yolu mevcut perspektifin dışındaki bir paradigmayı ortaya koyabilmektir.
Farklı bir kültür ve medeniyetle karşılaşmadan itibaren farklı aşamalar birbirini takip etmektedir. Bu aşamalardan ilki, hayranlıksa ikincisi buna bağlı olarak taklittir. Maalesef bugüne kadar hayranlık ve taklit aşamaları aşılabilmiş değildir. Hatta 1970 ve 80’lerde varolan özgüven duygusu bile daha zayıflamış görünmektedir. Bugün bu Batı’yı talep edişlerde daha rahat görülebilir.