Yazar, “Eğer senden çok benim ihtiyacım olan bir şeyi bana verirsen o, hediyedir. Benden çok senin ihtiyacın olan şeyi bana verirsen işte o, sevgidir.” diye bitirmiş öykücüğünü.
“İhtiyaç”, “vermek”, “hediye”, “sevgi”; öykücüğün ana maddelerini oluşturmuş. Bu kavramlar hayatımızda ne kadar yer alıyor, ilişkilerimizde, istikametimizde ne ölçüde belirleyici oluyor?
İstek ve ihtiyacı birbiriyle karıştırıyoruz. Bilimsel “ekonomi”nin tanımı bile “sınırsız olan ihtiyaçlar” diye başlıyor. Hâlbuki ihtiyaçlar sınırlıdır, sınırsız olan, isteklerdir. İnsanın yiyeceği, içeceği, biyolojik veya sosyal ihtiyaçları bellidir ve kapasitesi kadardır. Ancak nefsin, bencilliğin, tamahkârlığın beslediği istekler sınırsızdır. Kaçımız mevcudundan daha lüks bir otomobili, daha konforlu bir evi, daha üst model bir telefonu arzulamıyoruz? Tüketim çılgınlığının ne kadarı ihtiyaçlarımızla paralel? Arzu aldı dopingin nesnesi edilen bizler, insanlık değerlerinden koparıldığımızdan habersiz yaşıyoruz. Fıtrat merkezli “ihtiyaç bilinci”ne gerek var. Bunun nasıl olması gerektiği, ayrı bir yazı konusu.
“Hediye”leşmenin sünnet olduğuna inanırdık. “Hediye” yerine “armağan” kelimesini kullanmaya başladık, onu da “ödül”le karıştırdık. Bazen birini diğerinin yerine kullanır olduk. Karşılıksız vermeyi enayilik kabul eder hale geldik. Bir de “Almadan vermek, Allah’a mahsustur.” diyerek Allah’ı cimriliğimize mazeret yaptık. Hâlbuki hediye bir sonuçtur; sevginin, barışın, merhametin, paylaşmanın, sonucudur. Hediye, bir kalkandır; öfkenin, kıskançlığın, düşmanlığın, kindarlığın, ayrışmanın, cimriliğin, yalnızlaşmanın kalkanıdır.
“Vermek”, kendinde olan bir şeyi, birine aktarmak ya da bağışlamak, diye açıklanır. “Ne verirsen elinle, o gelir seninle,”, “Veren el, alan elden üstündür.”, “Sağ elin verdiğini sol el görmemeli.” gibi, inancımızı ve kültürümüzü yansıtan özlü sözlerimizde de “vermek” kelimesi yer alır. Ancak üçünde de “vermek” eyleminin nedeni ve sonucu farklıdır. Birincisi, beklentiye dayalı, ikincisi ayrıcalık ya da paye kazanma amaçlı vermektir. Sağ elin verdiğini sol elin görmemesini telkin eden “vermek”te ise bir borç ödeme; payeden, kibirden kaçınma anlamı vardır. Sizce hangi “vermek” eylemi daha değerlidir? Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikâyesini hepimiz okumuşuzdur. Vermenin en kötü karşılığı, başa kakmadır. Ne kötü insan tipidir, başa kakanlar. Bizden uzak olsunlar.
Sevgi, içselleştirildiğinde bir değerdir, yoksa sırttaki emanet elbise gibi durur. Sevmek, bir duruştur; olaylara, eşyaya, insanlara sevgiyle bakabilmek, yaklaşabilmek yüksek bir meziyettir. Sevgi, öğrenilir, beslendikçe büyür. Yürek bahçesindeki bu tohumu yeşertmek ve yaşatmak, büyük bir çabayı gerektirmez, yeter ki kin ve öfkeyle önü kapatılmasın.
Amerika’da sosyoloji öğrencileri bir deney yaparlar, gözledikleri köydeki kişilerle ilgili şu hükmü verirler: “Tam bir eşkıya yatağı, bu ortamda yetişen insanlardan topluma faydalı birinin yetişmesi mümkün değildir, kültürleri buna uygun değildir.” Yıllar geçer, deney uygulayan öğrencilerden biri, bir akademisyen hekimle karşılaşır. Tanışırlar; sosyolog, hekimin nereli olduğunu öğrenir, hafızasında bir şeyler harekete geçer, yazdıkları rapor aklına gelir. Gider, tez çalışmasını kütüphanede bulur. Hekim, o köydendir. Rapordaki hüküm cümlesini okur. Döner, doktora, bu köyden çıkarak kendisinin nasıl hekim olduğunu sorar. Doktor köylerine gelen öğretmenden bahseder. Sosyolog, yaşlandığı için emekli olan öğretmeni bulur; öğretmene köydeki büyük değişimi nasıl gerçekleştirdiğini sorar. Öğretmen, “Ben farklı bir eğitim yöntemi uygulamadım, onları sadece sevdim.” cevabı verir. Öğretmenin “sevgi”siyle o köyden çok sayıda yetkin, aydın, yüksek tahsilli kişiler çıkmıştır. Sevgi, sihirdir; değiştirir. Sevgi, cevherdir; besler. Sevgi, mayadır, etkiler. Sevgi; panzehirdir, kalkandır, merhemdir. Samimiyetsizlik, vefasızlık, nankörlük, riyakârlık “sevgi”nin düşmanıdır.
Sevgiyi yaşamak, yaşatmak, öğrenmek, öğretmek, beslemek lazım. Sevgi, eskimeyen kaftandır, açlara gıdadır, hastalara şifadır, Engelli bedenler için gözdür, eldir, ayaktır, kulaktır, sessiz dildir. Ruhlarda bahar, evrende güneştir.
Temelinde “sevgi” varsa ”ihtiyaç” gideren “vermek” kutsal bir eylem, “hediye” mübarek bir nesnedir.
Siz ve ben, hangi kavram ve eylem karşısında hangi anlayış ve duruşa sahibiz?