Bahçenin birinde domatesler ekilmiş. Hepsi adeta topraktan fışkırmış; kırmızı kırmızı. Salatalıklar, biberler. Hepsi birbirinden güzel.
Önceleri çorak toprak ve çakıldan ibaret olan bu bahçe şimdi adeta cennet gibi.
Bahçeyi bu hale getirmek için az uğraş vermemiş kâhya. Çakılları elemiş. Toprağı eşmiş. Yeni topraklarla takviye etmiş. Gübre serpmiş. Su için nerelerden borular döşeyip taşımış. Sistemleri kurmuş. Sulama için ayrı damlatma sistemleri, güneş için ayrı, soğuk için ayrı sistemler geliştirmiş. Dolu vurmasın diye otomatik kapanan özel sera sistemi bile yapmış. Yetişen sebzeler toprağa deyip çürümesin, börtü böcek dadanmasın diye de bir sürü fikir geliştirip uygulamış.
Gel zaman git zaman bahçenin kahyası değişmiş. Yeni gelen kâhya eski kâhyaya gıcıklığından mı, kıskandığından mı, düşmanlığından mı, neden bilinmez bahçedeki tüm sistemleri askıya almış.
Domateslerle biberlerin yerlerini değiştirmiş.
Damlatma sistemi sulamayı iptal edip, depoda kalan suyu boca etmiş. “Bolca” su vermiş sebzelere.
“Güneşten mahrum kalmasınlar” diye sera naylonlarını kaldırıp çöpe attırmış.
Patlıcanların gideri, emeği çok diye onları fideleriyle yoldurup topraktan ayırmış. Zaten çok para da etmiyormuş.
İşi iyi bilen adamları önceki kâhya zamanında işe girdikleri için kovup yerine bir sürü yeni adamlar almış. Bunlar da sarı çizmelerle bahçeye dalıp yarı ezip, yarı kırıp sebzeleri toparlamışlar. Yeni kâhya satılan sebzelerin karşılığında da etler alıp eş dost akrabayı çağırıp mangal partileri vermiş. Domatesler, biberler de bahçede kalanlardan.
Bütün bunlar konusunda da eski kâhyanın iş bilmezliğinden dem vurup bol bol kendilerini anlatmışlar ağaya.
Bir süre sonra o kâhya da gitmiş. Yeni bir kâhya daha gelip oturmuş bahçenin başına. Birkaç direk, hortumlar ve çalı çırpı kalan bahçede bunlara kırıp dökecek, yıkacak pek bir iş kalmadığından En yeni kahya kafadarlarıyla mehtaba bakıp bakıp demlenmekten başka bir şey yapmazmış..
***
Ankara’nın efsane başkanı Melih Gökçek’in istifasından sonra onun yerine atanan, Makamına adeta çöken adı lazım değil bir Tuna vardı. Sincan’dan ekibiyle gelip Ankara Büyükşehir’e adeta çökmüştü. Ekip ama ne ekip. Anında yapılmış tüm güzel işleri bu ekip adeta yağmalamaya başlamıştı.
Melih Başkan’ın ihalelerle verdiği yerlere gidip sözleşmelerini iptal ettirmeler, kiracıları boşaltıp “İsrailli yerleşimciler” misali oraları başkalarına peşkeş çekmeler.
Yenilenmiş ve güzelleşmiş Hacıbayram civarındaki hanlardaki ve büyük parklardaki kiracıları çıkartmalar, şehir içinde ihalelerle alan tahsis edilmiş spor kulüplerini kapı önüne koymalar da bizzat içinde yaşadığım ve şahit olduğum sıkıntılı yağmalamalardan bazıları.
Sanki bir muhalif partili Ankara’nın başına gelmiş gibi bütün iyi ve güzel işleri durdurdular. Kendi yerleşimcilerini yerleştirdiler. Mahkeme yollarında da şantaj ve tehditlerle davalardan vazgeçirme yoluna gittiler. İşin enteresanı giden de, gelip çöken de aynı partinin adamı. Buna ben de çok şaşırmıştım, ama öyleydi.
Nitekim sonraki seçimde onun yerine gelen CHP’li Yavaş’a fazla bir iş bırakmadılar. O da Tuna’nın kaldığı yerden kolayca yakıp yıkmaya, hizmetlere çökmeye, yetişmiş, bilgili personellerin kalanlarını da kovmaya ve kadrolaşmaya devam etti.
Bütün bunlar yaşandı.
Bir iş bilmezin tepeden inme iş başına gelmesi ve yapılan her güzel işe çelme takması Ak Parti belediyeciliğinde de çöküşün başlangıcı oldu.
Yeni benzerleri sürekli oluyor. Mesela Malatya Büyükşehirde de benzer bir Tuna vakası yaşanıyor. Aday gösterilip seçmenin önüne konan kişi sayesinde bir dahaki seçimlerde Ak Parti’nin tamamen silinmesi ve onun yerine bir alkoliğin seçilmesi işten bile değil. Artık kayısı şarabı yapıp satarak, bir kısmını da içerek Malatya’da belediyecilik yaparlar. Olan Ankaralıya oluyor, Olan Malatyalıya oluyor. Bursalıya, İstanbulluya oluyor. Veya kaybedilen diğer illere oluyor.
***
Konuyla alakasız ama durup dururken aklıma geldi. Haftanın fıkrası. Hem zaten âdettendir. Yazının sonuna bunu ekleyeyim de âdet yerini bulsun.
Günübirlik yaşayan Temel her nasıl olduysa düzenli bir işe girmiş. İşine de dört elle sarılıp çabalamış. Maaş günü geldiğinde patron maaşları dağıtırken Temel’i sınamak için 15.000 lira konuştukları halde zarfın içine 16.000 lira para koymuş. Temel’in fazla parayı ne yapacağını beklemeye başlamış.
Temel Maaş zarfını alınca hemen saymış. Bakmış ki 1.000 lira fazla. “Herhalde patron çalışmamı beğendi, ondan dolayı da 1.000 lira fazla verdi” diye düşünüp sesini çıkarmadan evine gitmiş.
İkinci ayın maaş günü geldiğinde Patronu bu sefer Geçen aydaki 1.000 lira fazlalığı da Temel’e bırakmamak için zarfın içine 14.000 lira koymuş.
Temel maaş zarfını alır almaz heyecanla saymaya başlamış. 14.000 lira. Tekrar saymış. Gene 14.000 lira. 3. Kez saydığında da 14.000 lira çıkınca patrona dönmüş. Temel’in tepkisini merak eden patronu onu seyretmekteymiş:
-“Ne oldu Temel?” Temel şaşkın bir şekilde:
-“Patron maaşı sayıyorum. 15.000 lira olmasi gerekirken hep 14.000 lira çikayi. Bu işte bi hata vardur!”
Patronu:
- “Temel geçen ay 1000 lira fazla koymuştum. O zaman neden “hata var” demedin de şimdi “Hata var” diyorsun.”
Durumu anlayan Temel hemen lafı gediğine oturtmuş:
-“Sevgili patronum. Benum pirensibimdur. Daima ilk hatalari affederum.”
***
Temel bile ilk hataları affediyor ama hata bir kere olur. Bilemedin iki kere.
Kalın sağlıcakla.