Merhaba değerli okurlarım.
Geçen gün uzun bir aradan sonra saç tıraşı olmak üzere her zaman gittiğim ben yaşlardaki berberime gittim. Yaşlar yakın olunca hem tıraş istediğiniz gibi oluyor hem de sohbet muhabbet iyi oluyor.
Gittiğimde ustayı göremeyince gençlere sordum. Biri:
-“Ragıp usta işi bana devretti. Kendisi bandırmaya yerleşti” dedi. Ben de “söğüt gölgesinde söğüt yetişir” sözüne dayanarak saçlarımı gençlerin el maharetine bıraktım. Dedim ki:
-“Bak arkadaş, çok azcık alacaksın. Genelde düzeltme yapacaksın. Yani o kadar azcık al ki; 1 ay sonra tekrar geleyim. 3-4 ay sonra geleceğim kadar kısaltma. Arkalar uzun kalsın, sadece düzelt.”
Beni bilen, tanıyanlar saçımın, sakalımın ne kadar özel olduğunu da bilir. Bu tarzın kaybedilmesi Ersoy Baba imajını zedeler. Onun için de her seferinde berbere çok detaylı olarak nasıl keseceğini belirtirim.
Sonra samimiyet kurabilmek ve muhabbet için nereli olduğunu sordum. “Irak Türkmen’iyiz” dedi. Göçmen olmalarına rağmen burada 3 kardeş dükkân sahibi olma başarısı göstermeleri hoşuma gitmişti. Demek ki çalışkan gençlerdi. Lakin saç tıraşım bittiğinde bana 3 numara asker tıraşına benzer bir kısaltma yapıp, isteğimin aksine arkaları da tamamen yok ettiğini gördüm. Ücretlerinin hakları olmadığını ve helal etmediğimi beyan ederek ödedim. Çıkarken bir de dalga geçti:
-“Amma saç çıktı haa. Yastık dolduralım”
-“ Sen o saçları al da…“ zor tuttum kendimi. Baştaki nazik kibar çocuk şımarık bir şirretmiş meğer. Ersoy Babayı Ersoy Baba’lıktan çıkardı.
Birçok Suriyeli çalışanla karşılaşıyor, muhabbet ediyor hatta bazen iş yapıyorum. Ancak göçmenler arasında böyle bir terbiyesizle karşılaşmamıştım. Suriyeli göçmenlere haksızlık yapıldığını, göçmen karşıtlığının yanlış olduğunu savunanlardanım. İlk defa Irak Türkmen’i ile karşılaşmıştım. İnsanları bir hareketleri sebebiyle genellemem. Ancak her aynaya baktığımda o berber aklıma geliyor ve kısacık bir küfürden sonra Irak Türkmenleri hakkında kötü düşünceler yerleşiyor beynime. Demek ki bir kişi yediği herze sebebiyle kendi toplumuna genel bir damga vurulmasını sağlayabiliyor.
***
Bursa’dan bir arkadaşım göçmenlerle ilgili bir paylaşım yapmış. Ülkemizdeki göçmen sorununa dikkat çekerek, suça karışan yabancıların derhal sınır dışı edilmesi gerektiğini vurgulamış. İçişleri Bakanlığı verilerine de dayanarak, mevcut durumun güvenliği tehdit ettiğini ifade etmiş.
Kendisini aradım.
-“Bu fikir sadece Suriyeli, Iraklı göçmenleri mi kapsıyor? Tüm göçmenlere uygulansın deseydin sana katılırdım” dedim. Kastım önceki yazılarımda da bahsettiğim; Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’ye getirilip vatandaş yapılan bazı rakamlara göre 600 BİN civarında olan Yahudi, Ermeni ve Rumları da kapsasındı. Çevremde Suriyeli göçmen arkadaşlarım var. İyi aile babaları, İyi Müslümanlar. Suç işlerle de alakaları yok. Bunlardaki suç oranları Köfteci Yusuf’un etlerinde bulunduğu varsayılarak yaygara yapılan bulaş domuz eti oranı gibi. Her gün onlarca operasyonda gözaltına alınan “yerli, mutlu ve suçlu” vatandaşlarımızın yanında gerçekten köfteci Yusuf’taki etlere binde bir miktarındaki bulaş kadar bir oranda.
Devlet yaptığı operasyonları, operasyonlar sırasında ele geçenleri, yakalanan suçluları ertesi gün televizyonlarda göstere göstere ilan ederken, köfteciden şahitsiz ve resmi standartlara uymadan alınan numunelerde bulunduğu söylenen domuz etini ilan etmek için neden 8 ay bekler? Kamera kayıtları sürecini doldurup silinsin de ondan sonra suçsuzluklarını belgeleyemesinler diye mi?
Ankara’da sanayide de Bizim Köfte ismiyle nam salmış 30 yıllık bir mekân var. Buraya da kırmızı ete tavuk eti karışmış diye saldıracak oldular. Adam eti kendi üretmediğini, güvenli diye bilinen büyük et firmalarından aldığını faturalarıyla beyan etti. Etteki sahtekarlıktan eti satan değil de kullanan mağdur oldu.
“Köfteci olaylarına bazı domuzların karışmış olduğu kesin.” Acaba işin arkasındakiler İsrail destekçisi Mcdomalts ve Burger Kist gibi aynı köfte sektöründe olan ve boykot dolayısıyla oldukça bunalan domuzlar mı? Yoksa devletin içinde kendilerini unutturup gerekli zamanda ortaya çıkarak boykotu başka yöne çevirmeyi başaran domuzlar mı?
Velhasıl Bursalı arkadaşıma kolay paylaşımları bırakıp “güçlü ve etkili ama her şeyden önce doğru, gerçek ve Müslümanlara faydası olacak paylaşımlar” yapmasını tavsiye ettim. Suç işleyen göçmenleri bir kenarda tutalım ve öncelikle Türkiye vatandaşı olup İsrail’de geri hizmette ya da cephede askerlik yapan bütün Yahudileri sınır dışı edelim, bu insanlık suçunu cezalandıralım dedim.
Siyasi kimliği de olan bu arkadaşım değişik konulardaki beyanatlarının gazetelerde hiçbir şekilde yer almadığını, ancak göçmen karşıtlığı üzerine beyanat verdiğinde gazete haberlerinde partilerinin görünebildiğini söyledi.
-“O halde İsrail lehine beyanatlar verip tüm sol medyada görünebilir olabilirsiniz. Hatta birçok dış destekli TV’ler sizi buyur edip baş köşelerde ağırlarlar. Reklamın kötüsü olmaz zihniyeti içinde ilerledikçe bir de bakarsınız ki kendinizi 1 Mayıs’ta veya Öcalan’ın doğum gününde eylem yaparken bulursunuz!”
Ankara’da Kurnaz bir Nuri’miz vardı. Milliyetçi ve muhafazakardı. Erdoğan muhalifliği ile başlayan yolculuğu Cumhuriyet mitinglerine ve bilumum benzer eylemlere katılmayla devam etti. Şimdilerde nerelerdedir bilmem. Belki de beline bomba sarmakla meşguldür.
Bu işler ufaktan ufağa kaydırıverir adamın ayağını ve bozar çizgisini.
Rize’deki rezillik de aynen böyle. Orada İsrail destekçisi Burger Kist bayisinin açılışını Ak Parti yöneticileri yaptı.
-“Bu ne perhiz, Bu ne lahana turşusu?”
Bu kendini bilmezler bu pohu yedi yemesine de, bir de sonradan çıkıp bu işi açıklamaya, durumu kurtarmaya çalışırken “iyi ki de yemişiz o pohu” der gibi şiirlerin, güzel sözlerin arkasına saklanmaları insanın zoruna gidiyor. Biz İsrail destekçisi bu firmaları boykot ederek “buralardan alışveriş yapmayın!” diye yırtınırken bizden görünüp; bize kurşun sıkanların ekmeğine yağ sürenlerin bizdeki değeri yedikleri poh kadardır biline.
Anadolu’da bir laf vardır. Ağzımı bozmuşken onu da diyeyim (Ha bir, ha iki).:
-“Öküz sıçmış. Teker geçmiş” Üzerinden teker geçince poh ikiye ayrılmış. Ama ikisi de aynı poh.
***
Şirretlerle uğraşmak zordur. Ama mutlaka bir yolu yordamı bulunur.
Bir gurbetçi vatandaşımız anlatıyor:
Benim üst katımda yaşayan Alman komşum sürekli yüksek sesle gürültü yapıyordu. Gece saat 01.00'da yüksek sesle radyo alarmı başlıyordu. Sonra 01.15, 01.30, 01.45, 02.00... Bu şekilde radyo alarmı sabah saat 05.00'a kadar 15’er dk ara ile kadar sürekli tekrar ediyordu.
Polis çağırdım. “İt iti ısırmaz” sözü ile orantılı olarak bir olumlu sonuç çıkmadı. Karakola bizzat gittim
-"Eğer bir şey yapmazsanız ben gereğini yapacağım" dedim. Yine olmadı. Kapısına dayandım defalarca. Kapıyı açmıyor.
Bir gün yine gece 03.00 de polis çağırdım. Polise de Kapıyı açmadı. Ama ses binayı inletiyor. Polis:
-"Elektrik sigortasını sök" dedi. Hepsini söktüm. Ertesi gün yıllık iznime gidecektim. Sigortaların hepsini arabamın torpido gözüne koyup Türkiye'ye yanımda götürdüm. İzinden geldim. Alman komşum sigorta kutusuna 4 tane asma kilit taktırmış. Ama gürültüye de kaldığı yerden devam ediyor. En sonunda bir avukata gittim. Avukat:
-"Günlük olarak bir ay boyunca dakika dakika adamın ne yaptığını bir deftere yaz bana getir" dedi. "Bu açacağımız davada mahkemede belge olarak kabul edilir" dedi. Bende tek tek her gün yazdım. Avukata teslim ettim. Avukatım Alman komşuma bir tane mektup yazdı. İçeriği şöyle;
-“Merhaba, müvekkilimin hakkınızda yaptığı gürültü şikayeti nedeni ile bina yönetiminden binanın gürültü saatleri talimatını aldım.(Ek'te) / Müvekkilinin kaç kez Polise gittiğine dair polisten raporları aldım.(Ek'te) / Müvekkilinin 1 ay boyunca aldığı notları aldım.(Ek'te) Bu durumda yapılacak olan işlem şudur: Bu mektup size ulaştıktan sonra aynı durumun devam etmesi halinde, sizin toplum içerisinde ve sosyal bir evde oturma yeterliliğine sahip olmadığınız gerekçesi ile evinizin satışına ve sizin o binayı terk etmenize kanuni olarak hak kazanmış olacağız. Bu size ilk ve son uyarımızdır. İyi günler...”
Alman komşum mektubu aldıktan sonraki 1 ay boyunca tek bir tıkırtı bile yapmadı. Hatta öldü zannedip, Polise bile haber vermeyi düşündürecek kadar. Sonra adam bütün binayı dolaşıp beni mahkemeye vermek istediğini ve benim aleyhimde şahitlik etmelerini istemiş. Komşular da kabul etmemişler. Sonra 4 Alman komşuma benimle konuşmalarını ve olayı tatlıya bağlamak istediğini söylemiş.
Komşular geldi:
-“Kendisi sizinle barışmak istiyor iyi dileklerini iletti. Siz ne demek istersiniz kendisine? dediler.
Bende:
-"Siz Almanlar bir şeyi yapmadan önce düşünür, sonra plan yapar, sonra uygularsınız değil mi?" Dedim.
-“Evet” dediler.
-“Biz Türkler öyle değiliz. Önce kafamızdaki şeyi yapar, sonra hapishanede bol bol düşünürüz. Genetik olarak böyleyiz” dedim.
Bir daha bu konu ile ilgili ne Komşular geldi, ne de kendisi geldi. Daha da sesi soluğu çıkmadı.
***
Geldik yazımız son bölümüne. Yani haftanın fıkrasına. İnanın bütün bu gıcık konulardan sonra benim de en merakla beklediğim yeri burası.
Temel arkadaşı İdris’e havasını atıyormuş.
-“Haçan benum büyük, en büyük dedem Rus harbinde Ruslara karşi savaşmiştur. Büyük Dedem da Çanakkale harbinde inciluzlere karşi savaşti. Dedem Kurtuluş savaşinda Yunanlilara karşi savaşti. Babam da Kore gazisi. Oralarda savaşti. Ben de Kıbrıs savaşında bizzat savaştum.”
İdris çıkışmış:
-“Ula Temel! Haçan senun da ne geçimsuz sülalen varimiş!”
***
Kalın sağlıcakla.