Merhaba değerli okurlarım. Yeni bir haftada tekrar burada karşılaştık. Karşılaşmamız da tevafuk oldu. Düğüne gidiyordum. Biraz erken çıksam denk gelemeyecektik.
Bu aralarda düğünler çoğaldı. Tatil ayları olduğundan olmalı. Normal zamanda hemen herkesin okulda çocuğu var. Çocukların okulda olması düğünlere katılımı engellediği gibi gelmek istemeyene, takı parasını denk getiremeyenlere, hele ki düğün taşrada ise yol masrafını gözünde büyütenlere harika bir mazeret oluyordu. Bu sebeple olsa gerek herkes tatile denk getiriyor.
Yakınlarımdan biri halasının kızının evine gidiyor ve davetiye veriyor. Diyor ki:
-“Ben senin düğününe gelmiştim ve sana altın takmıştım. Şimdi kızım evleniyor. Sen de gelip altınını takmalısın. Kesinlikle mazeret kabul etmiyorum!”
Hala kızı şaşkın.
-“Abla benim düğünümde sen altın takmadın. Hem listem var. Hem de kamera görüntüleri. İstersen oturup seyredelim”
Oturup seyrederler. Gerçekten altın takmamış. Ama takmış gibi karşılık istiyor. Şimdi küsler.
-“Ne ölüme, ne dirime” olayına varmış iş.
Sahi bu takı olayı karşılıklı verilmek zorunda olan bir bedel mi?
O küçük altın taktıysa ben de küçük altın mı takmalıyım?
100 lira takıp geçsem olmaz mı?
Madem takılan altın onların düğününde geri takılacaksa niye takıyoruz altını?
Altın parasını altına çevirsek, dolara çevirip yastık altına koysak sonradan bu kavga çıkmaz.
Evin 3 çocuğunun düğününde birer altın takıldıysa bunun da tek çocuğu varsa 3 altının bir çocuğa takılması da adaletsizlik, 3 altın takmış birinin tek çocuğu var diye tek altınla geçiştirmesi de bir başka adaletsizliktir.
Hele ki taşrada yapılan düğüne gitmek ve çeyrek altın takmak yol masrafları göz önüne alındığında yarım altın takmakla aynı sayılmalıdır.
Neyse değerli okurlar. Takı olayının bu hallere getirilmiş olması görgüsüzlüğün ve cehaletin en çukur yerlerinden biridir.
Görgüsüzlük ve cehalet sadece takı olayıyla bitse gene şükredip sabredeceğiz. Ancak düğünlerin her anı daha bir cehalet ve görgüsüzlük eseri olmakta birbiriyle yarışıyor.
Önceki yazılarımda Almanya seyahatimden bazı kıssalar yazmıştım. Fuar ziyareti için Almanya’ya giden esnaftan bazı arkadaşların fuar ziyareti yapmayıp gece kulübü ziyaretiyle sabahladıklarını anlatmıştım. Yabancı bir ülke. Seni kimse tanımıyor. Öyleyse Türkiye’de nasıl mümtaz, mütedeyyin bir insan biliniyor olsan da orada hiç bilinmiyor ve tanınmıyor olman her haltı yemen için bir fırsattır. Haşa “Allah da taa Almanya’da bu tür mikropluklara günah yazmaz(!)” nasıl olsa.
Oralarda her haltı yiyip her pisliği tadıp Türkiye’ye döndüğünde de mütedeyyin insan pozlarına geri dönüveriyorlar.
Bizim düğünlerimiz de aynen böyle.
Sahneye fırlayan genç kızlarımız, anneleri, teyzeleri, kuzenleri “abiye denen ve sadece sırtının tamamı görünecek şekilde en alt kısmına kadar kapanabilen, ön tarafta ise sadece bazı bölgelerin gölgesi konumunda kalan, alt tarafı ise hiç olmayan” parıltılı elbiselerle danslar edip oynamaktalar. Hepsinin abisi, babası, dayısı, kocası da oturdukları yerden alkışlarla onları desteklemekteler.
Gözünün kaymasından bile utanıyor ve o tarafa bakamıyorsun. Önüne konan yemeğe bakıyorsun. Sonra o da hemen bitiverince de boş tabağa.
Yanındaki ile sohbet şansın yok. Müthiş gürültülü bir müzik. Bağıra bağıra konuşman, yanındaki de sana cevap verirken eğilip kulağını onun ağzına yanaştırman gerekiyor.
Salon dışına kaçma durumunda dışarda sigara içenlerin oluşturduğu iğrenç duman ile karşılaşıyorsun. Erkenden ayrılman ayıp sayılıyor. Geç gitsen oturacak yer bulamıyorsun veya istemediğin kişilerle aynı masada bön bön bakışarak oturmak zorunda kalıyorsun.
Bir de bu düğünlerde bazı çakallar vardır. Onlar normal zamanlarda alkol kullanamıyorlarmış gibi düğünde alkol tüketimi yapıyor ve gecenin ilerleyen saatlerinde pislik çıkarma işlevi görüyorlar.
Bu düğünlerden birinde takı töreninde takı takacaklara birer zarf veriyor, takacakları takıyı ya da parayı zarfa koyup üzerine isimlerini yazmaları isteniyordu. Böylece saatlerce kamera kaydı inceleyip kamera kayıtları ile takıları karşılaştırıp “kim ne takmış” hesabı yapma zahmetinden yırtacaklar.
Bir an muzipliğim tuttu. Zarflardan birine sülalenin saygınlarından birinin ismini yazıp içine de çeyrek altın havasında 50 kuruş koymayı bile düşündüm.
Büyük bir sülale kavgasının müsebbibi olmaktan son anda sağ omuzumdaki meleğin tavsiyesi sayesinde vazgeçtim.
Maalesef yeni evlenen gençlere destek olsun diye takılan takılar Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devrimler sonucu Sultanahmet Camiinde “fötr şapka, smokin ve papyonla hutbe okuyan devlet görevlisi” gibi değişikliğe uğradı. Düğünlerimiz de öyle yozlaştı.
Düğünlerimize dikkat etmeliyiz. Toplumumuzda düzeltilecek binlerce yanlış var. Bir yerden düzeltmeye başlamak lazımdır. Düzeltemiyorsan uzak durmaya bakmak lazım. Peygamberimizin hadisinde bahsedilen “karısını, kızını kıskanmayan Cennete giremeyecekler” listesinde olmamaya gayret edelim.
Gelelim haftanın fıkrasına.
Kalın sağlıcakla.