Ben yetim büyüdüm. İstiklal gazisi rahmetli dedem büyüttü beş kardeşi. Atatürk’ün komuta ettiği Afyon Güzelim cephesinde savaşmış. Abdest alırken ara sıra sol ayak topuğundaki kurşun yarasını onur nişanı gibi iftiharla gösterirdi. İlk milliyetçilik duygularımı onun anlattığı savaş hatıralarından edindim.
Yunan gavurunu şöyle tuzağa düşürdük, böyle püskürttük diye defalarca o anları ilk defa yaşıyormuşçasına heyecanla anlatırdı. Hele topuğundan yaralandığı Yunan mevzilerine gece yaptıkları sızma harekatını defalarca dinlediğim halde her anlatışında ben bile heyecanlanırdım. Mekanı cennet olsun.
Savaş onu öyle etkilemiş ki, Yetmiş yaşına kadar geceleri kabus görürdü. Uyandığı anda duvarda asılı çifte dolma tüfeği kaptığı gibi “Yunan geldi!” diye bağırarak ok gibi bahçeye fırlardı. Beş kardeş bir de anam peşinden koşardık, anacım elinden tüfeği almaya çalışırdı. Onu kabustan kurtarmak için” baba uyan rüya görüyorsun “ diye çığlık çığlığa bağırırdı. Çocukluk Yıllarımız böyle geçti. Sanki İstiklal harbini bizzat yaşamışçasına.
İstiklal Harbi beraatı ve madalyası olanlara maaş bağlanacağını, önü sarı hazeranlı, kasası maun gurindik radyodan duyunca o çakır gözlerinin mutluluktan nasıl parladığını anlatamam.
İlk gazi maaşından bana aldığı nacar kol saatini hiç unutamıyorum. Soframıza et, her ay dedemin gazi maaşı aldığı gün girerdi. Beş yetim, rahmetli babaannem, dedem gazi Ahmet usta ve anacımla birlikte sekiz kişi birden ellerde kaşık dedemin okkalı bir bismillah çekmesini heyecanla beklerdik. Bis… sesini duyar duymaz et tabağına beş kaşık birden girerdi.
Babaannem ben efendi kızıyım diye övünürdü. Efendi unvanının asil, alim, mürekkep yalamış anlamına geldiğini yıllar sonra öğrendim. 40 yaşına kadar İstanbul’da müderrislik yapmış. 1924’te medreseler kapanınca köyüne geri dönmüş. Davudi sesiyle köyün bir ucunda okuduğu Kur’an öteki ucundan huşu ile dinlenirmiş.
Dürüstlük, tasarruf, kul hakkı, haram, helal, saygı ve sevgi gibi her fırsatta bize öğretmeye çalıştığı umdeleri babası Demircioğlu İsmail Efendi’den öğrendiğini böbürlenerek anlatırdı. Babaannem okumamıştı ama arifti. Rahmetli dedem Ahmet usta hayvanlara karşı aşırı merhamet sahibiydi. Evimizin demirbaşları eşek, inek, köpek, kedi… Onun için insandan daha önemliydiler. Ama onun en kıymetlisi Karabaş idi.
Hayvanların yemi ve suyu mutlaka zamanında verilmeliydi.
Çocukluk bu ya bazen bakım hizmetlerini aksattığımız olurdu ama onun gözünden kaçmazdı. Karın boşluğundan, hayvanın bakışından ve çıkardığı sesten onun aç mı susuz mu olduğunu anlardı.
Hele köpek onun için çok önemliydi. Her gün sabah ve akşam tam saatinde Karabaş’ın yalını pişirir önüne koyardık. Öyle umuyorum ki dedemin hayvan hakkı açısından hiç günahı yoktur. Bu hayvanın dili ağzı yok, sonra öteki dünyada çekersiniz diye bizi uyarırdı.
Türk milletinin Orta Asya’dan getirdiği hayvan sevgisi Anadolu’da nevşünema bulmuş. Bu coğrafyada fiziki ve hukuki alt yapısıyla birlikte hayvan medeniyetini ihdas etmiş bir milletin torunları olarak bugün neredeyse sahipsiz sokak köpekleri yüzünden üçüncü dünya savaşı çıkaracağız. Kimse kimseyi dinlemiyor.
Edep yahu, tiyatro mu oynuyorsunuz?
Önce kavramlarda uzlaşalım. Bir kere sokak köpeği ne demek? Belki de şu anda köpekler için ortalığı birbirine katmaya çalışanlar da dahil olmak üzere anlık bir hevesle önce sahiplenilip sonra bakımı zor gelince veya hevesi geçince sokağa bırakılan ve kendi aralarında üreyen köpekler değil mi bunlar? Önce ortada bir sorun olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz ki, çözümde ortak nokta bulabilelim.
İkinci sorum şu; öyle veya böyle bu başıboş yarı vahşi köpekler sokakta çocuk büyük demeden can güvenliğimizi tehdit ediyor mu? Nitekim yüzlerce çocuk köpek saldırılarından dolayı yaralanmadı mı, uzuvlarını kaybetmedi mi? Evet, hatta köpekler onlarca çocuğu parçalayıp öldürmedi mi?
Peki bu acılı ve yaralı ailelere sorduk mu, neler çektiklerini?
O zaman adı üstünde bu yasa teklifini beğenmiyorsanız, buyrun orijinal bir çözüm bulun da herkes rahatlasın. Bu yaralanmalara, ölümlere çözüm bulamıyorsanız lütfen susun, vicdansızlık yapmayın. O ölen veya yaralanan çocuklardan biri sizin evladınız da olabilirdi. O zaman da elinize pankart alıp, boynunuza tasma takıp sokaklarda güya empati yapıyormuş gibi eylem yapar mıydınız? Hiç sanmıyorum.
Şunu anlarım; başıboş sokak köpekleri için kalıcı bir çözüm getirdiniz de ilgili merciler kabul etmedi mi?
Köpek üzerinden muhalefet siyaseti hiç yakışmıyor. Kim akıl veriyorsa çok yanlış. Benden söylemesi bu eylemler muhalefete oy kaybettirir. Çünkü halkın en az yüzde sekseni sokakta başıboş sahipsiz köpek istemiyor. Çocuklar parklara oynamaya çıkamıyor, okullarına yaya gidemiyor. Yetişkinler hele yaşlılar camiye gidemiyor. Köpeği görünce kadınların ödü kopuyor. Bu durumda hangi akıllı siyasetçi buna karşı gelir. Olsun, önemli olan iktidarın her yaptığına karşı çıkalım, kendi mahallemize selam çakalım, sokakları karıştıralım deniyorsa kimse kusura bakmasın bu tarz muhalefet anlayışının toplumda karşılığı yok.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bunları söylerken katliam yapalım demiyorum. Allah’ın verdiği cana kıymak caniliktir, vahşettir, büyük günahtır. Bu; insanlar, hayvanlar ve bitkiler, kısacası her canlı için geçerli İslami ve insani bir tavırdır.
Bu konuda Fatma Şahin Başkanı tebrik etmek lazım. Gaziantep modelini inceledim. Şahane bir formülü üretmiş ve şu an bu sistem şıkır şıkır işliyor. Sokaklarda eylemle vakit öldüreceğinize binin otobüslere, çekinmeyin Fatma Şahin sizi ağırlar. Yerinde inceleyin ve Hükümetin kapısına dayanıp biz Fatma Şahin modeli istiyoruz diyeceğinizden eminim. Tabii ki samimi iseniz, köpekle iktidarı devirme gibi bir niyetiniz yoksa.
Yani hiç hayvan katletmeden uyutmadan bu işin kökten çözümü var. Siz önce yasa taslağını iyice inceleyin. Hiç bir meşru gerekçesi olmaksızın köpek katliamı varsa tüm köpeklerin yaşam hakkı için birlikte savaşalım. Aksi takdirde bu eylemler siyasi tarihe, bir de zooloji tarihine köpek istismarı olarak geçecek. Lütfen masum bir çocuğun da en az köpek kadar yaşama hakkı olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
Şayet başı ve ağzı boş sahipsiz sokak köpeklerine acil bir çözüm bulunamazsa bu sorumsuzluk turizme de zarar verecek. Zira Avrupa’da kuduz riski taşıyan tek ülke Türkiye. Şimdi tekrar düşünün ve sağlıklı bir orta yolda uzlaşın.
(“Yanlış üslup doğru sözün celladıdır.” Sadi Şirazi)
Ahmet Karataş
22.07.2024