Ehl-i Sünnet, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor. Tarihte 12. ve 13. yüzyıllarda birinci büyük medeniyet krizi sırasında Haçlı ve Moğol sürüleriyle Şia’nın saldırıları karşısında büyük bir zorlukla karşı karşıya kalmıştı Ehl-i Sünnet.
O zaman, Gazâlî, Ehl-i Sünnet’i temellendiren ve sistemleştiren sağlam bir entelektüel yapı inşa etmiş, çeyrek asırda bin yılı bizim kurmamızı sağlayan büyük bir medeniyet atılımına ve yolculuğuna öncülük etmişti.
EHL-İ SÜNNET’İN KRİZİ: ZİHİN, ZEMİN VE ZAMAN'IN ÇÖKMESİ, ÖZ'ÜN YİTİRİLME TEHLİKESİ
İki asırdır yaşadığımız, Müslüman zihninin, Müslümanca yaşama zemininin ve Müslüman zamanının buharlaşmasına yol açan ikinci büyük medeniyet krizini de aslında Ehl-i Sünnet’e yapılan saldırının bir sonucu olarak yaşıyoruz. Ve Ehl-i Sünnet omurganın koruyucusu Osmanlı hilâfetinin çökertilmesinden, Müslümanların “sahipsiz” kalmasından sonraki içinden geçtiğimiz zorlu hayat memat sürecinde büyük bir iç ve dış saldırının gerçekleştiğini görüyoruz.
O yüzden Ehl-i Sünnet nedir, ne değildir, meselesi üzerinde kafa yormak boynumuzun borcu ama bu konu üzerinde kafa patlatacak cins kafaları yok Ehl-i Sünnet’in, ne yazık ki! Bendeniz bu yazıda kısa ve özlü bir giriş yapmak istiyorum.
Ehl-i Sünnet’in anlamını ve adaletin hâkim olduğu bir hayatın / dünyanın inşasında ve idamesindeki hayatî rolü kavrayamazsak, İslâm’ın sekülerleştirilmesi / protestanize edilmesi projelerinin önüne geçemeyiz. Bu yazıda Ehl-i Sünnet’i felsefî / fikrî olarak anlamlandırmaya ve insanın insanlığını koruyabilmesinin yegâne şartının Ehl-i Sünnet’in korunmasına bağlı olduğunu felsefi / fikrî olarak göstermeye çalışacağım.
Ehl-i Sünnet, İslâm’ın özü demek. Öz kaynağı, öz hazinesi. Bozulmamış hâli. Her zaman kıyama çıkılmasını mümkün kılan sâbitelerin sapasağlam kaldığı barınağı, korunağı, sığınağı, en güvenilir, en muhkem kaynağı.