Bugün Müslüman toplumların en derin yaralarından biri, imanlarının aşktan, fikirlerinin de şuurlu idrakten kopmuş olmasıdır. Bir toplum, fikrî heyecanlarını yitirdiğinde aslında hayat damarları kesilmiş demektir. O noktadan sonra yaşamakla ölmek arasında fark kalmaz; “ruhsuz yürüyen iskelet”e dönüşür. İşte biz, tam da böyle bir halet-i ruhiyeyi yaşıyoruz.
Hakikati sadece gözle gören, kalple bakmayı unutan bir çağın çocuklarıyız. Oysa Kur’an bize basarı değil, basireti öğütler. Göz görmek için vardır ama gönül idrak etmek için… Bugün idraksizliğimiz, bizi şuursuzluğa mahkûm ediyor. Ve şuursuzluğun hüküm sürdüğü yerde ne medeniyet kurulur, ne ufuk açıcı fikirler doğar.
Şöyle bir bakalım: İslam dünyasının okumuş tabakası, yani “aristokrat aydınlar”, fikir üretmek yerine ekran, ekran dolaşarak aynı kısır döngüyü tekrarlıyor. Ne derin bir teşhis koyabiliyorlar, ne de reçete yazabiliyorlar. Doğru cümle kurmayı yazarlık zannediyor, makalesine birkaç ayet serpiştirmeyi fikrî ufuk sanıyorlar. Oysa ufuk açıcı, şuur verici yazılar bu topraklarda nadir bulunur hale geldi.
Bugün bize lazım olan şey; kuru bilgi değil, idrakle yoğrulmuş şuurlu bir fikir damarıdır. Çünkü idrak yükseldikçe şuur yükselir, şuur yükseldikçe toplum medeniyet kurar. Sahabe neslinin kısa sürede büyük bir medeniyet inşa edebilmesi, işte bu idrak–şuur birlikteliğinin eseriydi.
Geçmişte hatırlayalım: Endülüs medeniyetini inşa eden İbn Arabî ve benzeri şahsiyetlerdi. İskender’i büyük yapan şey, hocası Aristoteles’ti. Osmanlı’nın son döneminde ise batıya tahsile giden gençler, kendi köklerinden beslenemedikleri için, Batı’nın çarpık kültürünün altında ezildiler. Jön Türkler ve İttihatçılar, kendi öz ahlak ve kültürünü terk ederek, yabancı bir zihniyetin esiri oldular. Heyecanları vardı ama şuurları yoktu. İşte bu yüzden kayboldular.
Bugün de farklı değil. Basarımız var ama basiretimiz yok. Kitap okuyoruz ama nasıl okumamız gerektiğini bilmiyoruz. Okumak için okuyor, fakat fikrî muhakeme ve sistem kurucu anlayışı ihmal ediyoruz. Hâlbuki asıl mesele “neden, niçin, nasıl okumalıyım?” sorusuna cevap bulmaktır. Ezberci değil, muhakeme usullü bir okuma… Algıya değil, olguya dayalı bir fikir üretme…
Şunu artık kabullenmeliyiz: Batı bugün güçlü ise, sistem kurma becerisinden ötürüdür. Bizim elimizde serapa bir sistem olan İslam var ama biz o sistemi anlayacak ve çağımıza taşıyacak iradeden yoksunuz. Dün olduğu gibi bugün de Müslüman toplumların en büyük açmazı, idrak ve şuurdan kopuk düşünce biçimidir.
Sonuçta ne oluyor? Batı sistemli düşündüğü için galip geliyor, biz ise sistemsizliğin bedelini mağlubiyetle ödüyoruz. Üstelik sadece siyaset ve ekonomi alanında değil; kültürden ahlaka, ilimden sanata kadar her alanda.
Bugün bize düşen görev açıktır:
-
İdrakimizi yükseltmek,
-
Şuurumuzu beslemek,
-
Sistem şuuruyla düşünmeyi öğrenmek.
Bu topraklarda Gazalî, İmam-ı Rabbânî, İbn Arabî gibi ulu şahsiyetler rol model olarak önümüzde duruyor. Ama biz onların mirasını taşımak yerine, magazinsel tartışmalarla vakit tüketiyoruz. Eğer basiretle bakmazsak, tarih bizi bir kez daha mağlubiyet sahnesine mahkûm edecektir.
Oysa bugün hâlâ umut var. Çünkü her yeni nesil, idrak ve şuurla yeniden doğabilir. Yeter ki imanımızı aşkla, fikrimizi şuurlu bir idrakle besleyelim.
Unutmayalım: Aşksız iman ölüdür. Şuursuz fikir ise çoraktır.
Ve bir toplum, çorak fikirlerle medeniyet inşa edemez.
Selam ve dua ile.