Gözlerimi açtığımda önce onu gördüm. İlk onun sevgisini, şefkatini hissettim. Gülümseyen bir yüz, büyük bir umuda bakan gözler ama her şeyden önemlisi, sadece benim için atan bir kalp. Benim varlığım, ona büyük bir sevinç hayata tutunma, onun varlığı ise bana güven, huzur ve bağlılık.
O olmasa ben olabilir miydim? bütün sıkıntılarımı dertlerimi paylaşabilir miydim? En önemlisi, “En zor anlarımda, bitti artık buradan çıkış yok.” dediğim yerlerde onun en güvenli kucak limanına sığınabilir miydim?
O, “O” olmaktan öte sıradan bir kişi değil; benim hücrelerime kadar benliğimi kaplayan düşüncelerim, umutlarım kendimin ta kendisiydi. Düşüncelerimi, umutlarımı, hayallerimi, hatta ufkun ötesini bile sarıp sarmalayan bir yürekti.
Sözcükler yetmez onu anlatmaya. Kalem kifayetsiz, cümleler yetersiz kalır. Onu anlatan sadece ve sadece tek kelime “Hayat.” Çünkü hayatın her anında, her zaman yanımızdadır. Bazen fiziken yanımızda olmasa bile onun benimle olduğu, daima bana duasıyla, şefkatiyle arkamda, önümde, her an yanımda olduğunu bilmek dünyalara değer. Öteki âleme, cennete gitse bile, bana verdiği merhametle içimde yaşamaya devam eder. Onunla büyümüş biri, daha güçlü, daha dirayetlidir hayata karşı.
Kimmiş bu beni böylesine derinden etkileyen? Her şeyine bağlandım, onsuz yaşayamayacağım, kararlarımı bile onsuz alamadığım? iki hece bir söz bir kalp: Ana.
Evet, annemizin karnına düştüğümüz andan itibaren bizim için yaşayan, bizim için yiyip içen, hayatını bize adayan dünyanın en şefkatli, en merhametli varlığı… Anne. En vahşi hayvanlara bile baktığımızda, anne olduğunda, yavrusuna duyduğu şefkat, tüm vahşetini unutturur. Belgesellerde bazen izleriz: Yeni doğum yapmış bir anneye, en yırtıcı hayvanlar bile dokunmaz. Henüz doğmuş, ayağa kalkmaya çalışan yavruya dokunmazlar. Annelik, yaradılışın en özel sırrıdır.
Anneler, her saniyenin saniyesinde bizimle birlikte olan yüreklerdir. Önce yavrusu, sonra kendisidir. O, yavrusu için aç kalmaya, uykusuz kalmaya, çile çekmeye, hatta ölmeye bile razı olur.
Bu yazıyı kaleme almama sebep olan şey, içime düşen bir soruydu:
"Sahi, bugün günlerden ne?"
Evet, işte tam da bu soruyla başladım yazmaya…
Her yıl tekrar eden, neredeyse klişeleşmiş sözlerle “Anneler Günü kutlu olsun” demek, bir anneye yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biri olabilir. Çünkü anne; fedakârlığın, karşılıksız sevginin ve gerçek şefkatin adıdır. O, hiçbir karşılık beklemeden evladına ömrünü adayan bir yürektir.
Ne özel günler ne maddi hediyeler ne de süslü sözler... Bir annenin kalbine ulaşan en kıymetli armağan; içten söylenmiş bir “anne” kelimesidir. Onu sevdiğimizi, değer verdiğimizi hissettirmektir.
O bize hayatı armağan etti. Biz de ona vefamızı, sevgimizi, bağlılığımızı armağan etmeliyiz.
Bugün, basın-yayın organlarından sosyal medyaya, alışveriş merkezlerinden sivil toplum kuruluşlarına kadar herkes “Anneler Günü”nü kutluyor. Belki bugün bazı anneler gerçekten sevinçli... Uzakta olan evlatlarına kavuşanlar, birlikte zaman geçirenler, hediyeler alanlar var. Bugün, dünya üzerindeki birçok evde annelere özel bir sevinç, bir huzur, bir paylaşma yaşanıyor.
Ama hayatın bir başka yüzü de var...
Bir yanda sevinç gözyaşları, diğer yanda derin acılar...
Bir tarafta çocuklarının hediyeleriyle mutlu olan anneler, diğer tarafta endişeyle gözyaşı döken anneler...
Küçücük çocuklarını büyütmeye çalışan, hatta karnında can taşıyan anneler...
"Yavrum doğacak mı?",
"Nasıl bir dünyaya gelecek?",
"Geldiği bu dünyada yaşayabilecek mi?"
Bunlar bugün Filistin’de, Gazze’de, Doğu Türkistan, Sudan, Yemen ve daha nice savaşların ve yıkımın ortasında olan nice annenin yüreğini yakan sorular.
"Şu an yürüyen çocuğum, acaba yarın hayatta olacak mı?" diye düşünmek zorunda kalan binlerce anne var.
İşte tam burada sözün bittiği yere geliyoruz…
Çünkü bazen kelimeler yetmiyor, cümleler susuyor.
ürek konuşuyor.
Ve o da diyor ki:
“Sahi, bugün günlerden ne?”