Allah! Evet, her zaman ve daima.
Konuştuğumuz her şey, sohbetimizin konusu her ne olursa olsun içinde bulunduğumuz dertler, şikayetler, sevinçler, hüzünler sonunda Allah'a bağlanır. Bu şu demektir: Yaşadıklarımız, yapacaklarımız, hayallerimiz, emellerimiz, hepsi kaderde düğümlenir, kaderle noktalanır. Özellikle günümüzde yaşanan büyük olaylar—İsrail’in Filistin katliamı, Çin’in Doğu Türkistan’daki baskıları ve kendi çevremizdeki zulümler— hepsi kadere bağlanır.
Kur’an’da “Her nefis kötülüğü emreder” (Yusuf 12/53) ayetinin bildirdiği üzere biz insanlar çoğunlukla yaşanan bir olayda kötülüğü görmeye meyilliyiz. Bir olayda onda dokuz iyilik olsa da çoğu zaman onda bir kötülüğe odaklanırız. Bu yaratılışımızın, fıtratımızın gerekliliği olmasının yanında nefsimizin ve medya algılarının bir yansımasıdır. Medya da bu eğilimimizi körükler. Sürekli kötülüğü gösterir, umudu karartır. Böylece bize dünya sadece zulümden ibaretmiş gibi sunulur. Sonunda inancımızı sorgulatmak, hatta -haşa- Allah’ı yok saydırmak isterler.
Kur’an, ayetlerinin çoğunda bahsettiği “akleden kalpler”, “akl-ı selim sahipleri” üzerinden bize şu mesajı verir: Bütün olayları ibret gözüyle bakıp hadiselerin arka planını yani hikmetini, iyi tarafını görmeye çalışmak. Böyle düşündüğümüzde her şeyin sonucunda Allah, İlahi Kaderiyle iyiye çevirecektir. Her şerde bir hayır vardır. Mutlaka bu zulümler, hüzünler ve kötülükler sona erecek, Allah'ın adaleti tecelli edecektir. Kuran akl-ı selimlerin bu anlayışıyla Allah'ın varlığını pekiştirmektedir.
İyi veya kötü, umut veya ümitsizlik bakışları ve düşünceleriyle döndük dolaştık Allah'a geldik. Evet, bir olay var ve o olaya iki görüş hâkim, biri olumlu diğeri olumsuz. Olumsuzluklar en nihayetinde Allah yok diyor. Olumlu olanlar da en sonunda Allah vardır ve her şey iyi olacaktır.
Şimdi nereye geleceğiz? Nasıl bakacağız? Yani olaylara olumsuz mu ya da olumlu mu bakacağız? Nefsimize, bize algı ile yönetenlerin dayatmalarına yenilecek miyiz? Ya da Kur'an'ın sözlerine, uyarılarına bakarak doğru yolu mu bulacağız? Kur'an'ın ifadesi ile şu an ve gelecek için ümitli mi olacağız ya da ümitsiz mi olacağız? Bunu anlamanın en güzel yolu peygamberlerin hayatlarına, tarihe ve kendi içimizde yaşadığımız süreçlere bakacağız.
Bu sorunun cevabı için önce bazı peygamberlerin hayatlarına değinelim:
Hz. Yusuf, önce kuyuya, sonra zindana atılır. Sonrasında büyük lütuflar ikramlar peşi sıra gelir. Mısır'ın hazinelerinin başına geçer. Babasına kavuşur. Abileri pişmanlıkla ondan af dileyerek önünde eğilirler.
Hz. Musa, Medyen’e sığınır, Mısır’da Fravun’un sarayındaki tüm ayrıcalıklarını, itibarını bir gecede kaybeder. Bir zamanların prensi olan Musa çobanlık yapar. Tüm bu şerlerin arkasından Firavun’u Allah’ın yardımıyla denizde boğar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), önce yetim doğar. Peygamberliğini ilan edince Mekke’de zulüm görür. Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Orada bir devlet kurarak dünyanın en hayırlı toplumunun temelini atar.
Yani önce şer sonra hayır, önce zulüm sonra adalet önce zahmet sonra rahmet gelir. Tarihe baktığımızda Müslümanlar bazen zulüm görmüş, katliam geçirmişler ama bu kötülüklerin arkasında daha büyük daha güçlü bir medeniyet kurmuşlardır. Emevîlerin sonrasında Abbasiler, Abbasi'nin arkasından Selçuklular, Selçuklunun küllerinden Osmanlılar doğmuştur. Her bir batış daha büyük, muhteşem bir medeniyeti meydana getirmiştir. Bu, tarihin su götürmez gerçeklerinin ta kendisidir.
Konuyu fazla dallandırmadan budaklandırmadan günümüze bakalım. Maalesef içler acısı. Filistin başta olmak üzere Doğu Türkistan, Sudan, Somali ve daha nice İslam beldesi bir avuç Siyonist İsraillerin elinde hunharca katliamdan ve daha nice zulümden başını alamamaktadırlar. İşte burada “Allah yok mu? Niye bunları müsaade ediyor?” deniliyor. Moğollar varken de Allah vardı. Haçlılar gelmişken de Allah vardı. Hepimizin bildiği üzere Haçlıların ve Moğolların zulmü sona erdi. Sessiz sedasız talih sahnesinden silinip gittiler. Onların zulümlerinin ve yok ettikleri uygarlıklarının arkasından büyük medeniyetler yeşerdi.
İşte, aynen tarihte yaşandığı gibi İsrail de tarihin sayfalarından sessiz sedasız yok olup gidecektir. İslam yeniden eskisinden daha güçlü ve parlak olarak doğacak ve dünyaya iyiliği, adaleti getirecektir. Yani her zulümde olduğu gibi bu zulümden de bu katliamdan da kurtuluşa ererek ilahi Adalet tecelli edecektir.
Tamam er geç Allah’ın yardımı gelecektir. Yalnız şunu unutmamız ve iyi bilmemiz gerekir ki; Allah her şeyi bir sebebe bağlamıştır. İsrail’in yok olmasını da sebeplere bağlayacaktır. O sebepler biz olacağız. Bizim sebep olmamız bu adaletsizliğe, bu zulme karşı duruşumuz belirleyecektir. Allah’a olan kulluğumuzu samimiyetle yerine getirip devletimize, milletimize karşı sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirerek manevi olarak güçlenerek ancak sebep oluruz. "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir." (Müslim, Îmân, 78) Peygamberimiz (s.a.s) bu hadisinde bir kötülük karşısında üç aşamalı müdahalede ve bulunacağımızı öğütlemektedir.
Eee biz hangi basamakta olacağız veya hepsini birden nasıl yapacağız? Müslüman halk olarak bu hadisin tersinden yani hafiften başlayıp sona doğru gideceğiz. Üçüncü aşamasından başlayacağız.
Üçüncü basamak Kalple buğz: Dua ve boykotla direnişin temelini atmak.
İkinci basamak Dille mücadele: Sosyal medya, yazı ve konuşmalarla doğruyu anlatmak, tarafımız belli etmek ve dünyada farkındalık oluşturmak. Böylece tüm İslam aleminde hatta dünyada zulme karşı birlik ve beraberliği sağlayacağız.
Üçüncü basamak El ile karşı koymak: birlik ve beraberliği sağlayınca güçleneceğiz, kuvvetleneceğiz. Bütün İslam ve tüm milletler dünyası bir araya gelerek İsrail'i tükürüğümüzle boğacağız.
Bu üç ayak tamamlandığında ümmet olarak yeniden güçleneceğiz. Birlik ve beraberlik ruhunu yakaladığımızda, Allah’ın yardımı da bizimle olacaktır. Ve biz, zalimlere karşı sadece sözle değil, kararlılıkla “Dur!” diyeceğiz.
Son söz: Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak önce kendi içimizdeki açmazlarımızı, umutsuzluğumuzu yok etmeli, sonra millet olarak bütünlüğü sağlamalıyız. O zaman, Allah’ın inayetiyle bugün imkânsız görünenler mümkün olacaktır.