Zaman... Kim bilir, kimine göre belki en büyük ilaç, belki de en acımasız kavramdır. Ya da insanı içine çekip yaşanmışlıkları, güzellikleri ve hakikatleri daha anlamlı kılan bir güç. Bunların hepsi doğru olabilir. Nereden baktığınız ve zamanı nasıl değerlendirdiğiniz önemlidir.
Şimdi başlıkla bu anlattıklarımın ne alakası var diyebilirsiniz. Hayatın ve tarihin ortak çatısı olan zaman yaşadıklarımızın hep içinde olduğundan başlıkla çok ilgisi var. Çünkü zaman, içinde yaşanmışlıklarla kahramanları, kahramanlar kutsal mekânları ve bu mekânlarda Mukaddes davaları meydana getirir. Bazen aynı mekânda kahramanlar, kutsal mekânlar ve yüce davalar iç içe yaşayarak büyük kutsallıklar meydana getirebilir. Mukaddes mekân; bir şehir, bir dağ, bir nehir veya o şehirdeki bir mabet ya da yapı olabilir; oranın kutsallığını belirler.
Tarih denen zaman, uğruna savaşılan, kan dökülen, destanlar yazılan mukaddes mekânları doğurur; mukaddes mekânlar ise bu yerler için mücadele eden kahramanları çıkarır. Böyle kendisi için kan dökülmüş yerler o toplumun medeniyetinin kutsal merkezleridir.
Bu mukaddes mekanların içinde öyle kutsal yerler vardır ki, onlar bizzat ilahi kaynaktan, Allah'ın belirlemesiyle kutsal kılınmıştır. Buralar da savaşlara, zulümlere, katliamlara sahne olmuş, nice kahramanlar çıkarmıştır.
Dünyadaki en büyük kutsal yer, hepimizin bildiği ve yöneldiği Mekke'dir, ilk bina, ilk ev, ilk mabet Kâbe olmasıyla Ona en kutsal mekan olma özelliğini kazandırır. İkinci ise; üç dinin, hatta tüm insanlığın merkezi sayılan; peygamberlerin yaşadığı, çile çektiği, doğduğu, nice hüzünlerin, sevinçlerin yaşandığı, vahiylerin indiği, uğruna ne canların feda edildiği, kanların akıtıldığı, soykırımların yaşandığı ve Miraç'ın basamağı olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’dır.
Kudüs, insanlığın ortak vicdanıdır. Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. Davut’un, Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in izlerini taşır. Vahyin, çilenin, sabrın ve direnişin şehridir. Hz. Ömer’in adaletiyle, Selahaddin Eyyubi’nin cesaretiyle yeniden yücelmiştir.
Kudüs, insanlığı namusudur. Kudüs, İslam'ın, barışın, bereketin, birlik ve beraberliğin şiarıdır. Kudüs, dünyanın merkezidir ve dünya medeniyetinin hem kültürel hem tarihsel hem de dini yönden beşiğidir. Bu sebeple Kudüs’ü elinde bulunduran dünyaya hükmeder.
Kudüs, sadece Mescid-i Aksa'yı barındırmasıyla, peygamberlerin yaşamasıyla ya da Peygamberimizin "Ziyaret edilmesi gereken üç mescitten biridir" (Buhari, Fadlu's-Salâh) demesiyle değil; bizzat Cenab-ı Allah'ın "Çevresini bereketli kıldık" (İsra 17/1) ayetinde buyurduğu gibi, taşıyla, toprağıyla, insanıyla mübarek kılınmıştır.
Evet, Kudüs’ün insanın bereketliliği hakkında bir parantez açmak gerekir ki, şu an şanlı bir direniş, kahramane bir savunma, sarsılmaz bir cesaret, yılmaz bir sabırla tarihin belki de hiç böylesine destansı kahraman görmediği Filistin Milletini bünyesinde barındırıyor.
Bütün kutsallığıyla Kudüs... Uğruna dökülen kanlar, yaşanan çilelerle başka hiçbir şehir kutsallık adına onun ödediği bedeli ödememiştir. Kudüs’ün makus bir kaderi vardır; çünkü İslam medeniyeti dışında onu ele geçirenler, şehre hep kan ve zulüm getirmiştir. Müslümanlar Kudüs’ü fethedince adının manasına yakışacak şekilde barış yurduna dönüştürmüştür.
Kudüs, barış, esenlik ve huzur bulunan yer demektir. Bunu da Hz. İsa'nın, Hz. İbrahim'in, Hz. Musa'nın, Hz. Davut Aleyhisselam'ın tevhid inancının insanlara kazandırdığı manevi inançla güven ve huzur bulmuşlardır.
Maalesef Kudüs, barışın huzurun, kaynağı, bütün dünyaya iyilik, güzellik dağıtması gerekirken hüzün, acı, ıstırab ve zulüm dağıtıyor.
Dünyanın gözü önünde yaşanan katliama ve zulme dünyanın sessiz kalmasına, vahşeti izlemesine, vicdanların kalplerden sökülmesine ve tamamen masum ve bir o kadar da dayanma gücüne sahip olan Filistinli kahramanları da yalnız bırakan dünyaya Kudüs küstür.
Kudüs’ün bize söylemek istediğini tercüman olmaya çalışayım:
“Kudüs, şu an âleme küs, tarihine makus… Ve biz, onun uğruna ömrünü adayanların torunları, belki de en çok ona bedel bir ömrün borçlularıyız.”