“Dinî mühendislik” kavramı toplumun bir kereste gibi şekil verilerek dinselleştirebileceğine ya da dinsizleştirilebileceğine ilişkin ütopyacı bir toplumsal vizyonunu ifade eder. Toplumsal rıza üretmeden ya da bir toplum sözleşmesi yapmadan bir grubun kendi ideallerini topluma dayatmasıdır bu. Karl Popper’in “toplum mühendisliği” teriminden ödünç aldığıma dinî mühendislik kavramını ve bu açıdan önemli bir örnek teşkil eden Rusya örneğini önceki yazımda anlatmıştım.
Yine başarısızlıkla sonuçlanan ikinci ütopyacı toplum mühendisliği örneğiyse İran’da yaşandı. İran’a ve orada yaşananlara daha yakından bakalım.
Şia ve Şii İslam nedir?
Şii İslam, İslam’ın ikinci büyük akımıdır; tüm Müslümanların yaklaşık %15’i Şii, %80’i Sünni’dir. Sünnilik en genel anlamıyla Şii olmayanları kapsar ama Şiilik gibi homojen, tek tip bir bütünlüğü yansıtmaz.
Şii anlayışın merkezinde Hz. Ali‟nin Hz. Peygamber tarafından imam/halife olarak tayin edildiği ve imametin insanlığın sonuna dek Hz. Ali‟nin soyunda devam edeceği inancı vardır. Aslında Şiiliği diğer İslam mezheplerinden ayıran en belirgin özellik de Hz. Ali’nin nass (Kuran ve Sünnet) ve tayinle imam olduğu inancıdır.
Bununla birlikte Hz. Ali soyundan imametin nasıl ve kimlere geçtiği konusundaki ihtilaflar Şiiliğin kendi içinde farklı fırkalara ayrılmasına yol açmıştır.
Şiiliğin farklı fırkalara ayrılmasına yol açan imamet inancıyla ilgili bilinmesi gereken diğer bir konu da gaybet fikridir. İran Şiiliğinin resmî mezhebi olan İmamiyye’nin inancına göre, on birinci imam Muhammed b. Hasan Askeri’nin oğlu olan on ikinci imam Muhammed el-Mehdi, 260/873-874 yılında tekrar yeryüzüne dönerek adaleti tesis etmek üzere gaybete girmiş yani gözden kaybolmuştur. İran’ın temsil ettiği İmamiyye Şiası’na göre Gaib İmam’a inanç, sadece itikadın temel ilkesi değil, aynı zamanda dinî yapının da esasıdır.
Gaybet inancının en önemli sonucu, İmamiyye mezhebindeki fıkıh alimlerinin hem iktidardaki yöneticiler hem de Şii halk üzerindeki otoritesinin genişlemesidir. Zira imamın yokluğunda otorite boşluğu fakihler tarafından doldurulacaktır. Çünkü İmam öldüğünde yerine kimin İmam olacağı kavgası çıkmakta ve toplum farklı gruplara bölünebilmektedir.
20. yüzyılın önde gelen dinî gelişmelerinden biri İran’daki İslam Devrimi’ydi ve Şah’ın düşüşü bir rejim değişikliğinden daha fazlasına işaret ediyordu. Bu, aynı zamanda Şiilerin kendi içindeki inançlarda da bir değişikliği içeriyordu. Zira, 19. yüzyıla kadar Şîî din bilginleri on ikinci imam gelene kadar İslam Devleti’ni kurma ve şeriat yetkisinin kimsede olmadığı tezini savunmuşlardı. Fakihlerin görevi ise nikâh, boşanma, zekât, humus ve yargı gibi şer’i işlerle sınırlıydı.
İran İslam Devrimi’yle ne değişti?
İran İslam Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni, İran Şiiliğinde geleneksel olan bu yapıyı yeniden kurarak Velayet-i Fakih modelini ihdas etti. Bu model, din adamlarına Mehdi gelinceye kadar topluma liderlik etme ve devlet işlerini düzenleme konusunda da yetki veriyordu. Zira, bu modele göre İmamiyye (İsnâaşeriyye) Şîîlerinin gaybette bulunan On İkinci İmamı Hz. Mehdi zuhur edinceye kadar Veli-i fakih sadece Şîîlerin dinî ve şer’i meselelerle ilgili yorumuna başvurduğu bir din bilgini değil; aynı zamanda siyasal anlamda da Şîîler ve bütün Müslümanlar üzerinde velayet hakkına yani can ve malları üzerinde tasarruf hakkına sahip olan bir mercidir. Bu açıdan Veli-i Fakih devletin en üst otoritesi kabul edilmekle birlikte Veli-i Fakih’ten itaat etmek şer’i bir yükümlülük de sayılır.
Humeynî’nin getirdiği bu yenilikle, ruhban sınıfı ve Şîî ulema iktidara taşınıp, bir fakihi devlet otoritesinin başına yerleşti. Bu yeni sınıf, yalnızca devleti yönetmekle kalmayacak onu Mehdi Devleti’ne de hazırlama görevini üstlenecekti.
Zira, Şiiler, Hz. Muhammed’in gerçek ve meşru halefi olarak Hz. Ali’nin halifeliğine dönüşe inanırlar. Bu gerekli geri dönüş, eskatolojik – kıyamet vizyonuyla bütünleştirilmiştir; bu, ütopik vizyonun ancak Gaib İmam’ın (Mehdi) geri dönüşüne dair kıyamet vizyonunun uygulanmasından sonra gerçekleşeceği anlamına gelir. Mehdi’nin gelecekteki bu dönüşü, İslam’ın bir kez daha Peygamber’in soyunun (Ali ve Fatıma’dan) yönetiminin doğru ve meşru olacağı bir tarihsel rehabilitasyonun yaşanacağına işaret eder. Toplumu ilahi hukuka göre yeniden rehabilite edecek bir kurtarıcı arayan bu ütopik vizyon, eskatolojik tedbirlere dahil olmak ve Mehdi’nin gelişine yönelik sürekli hazırlık, onun dönüşünü hızlandırmaya adanmış bir Mesih Devleti yaratmıştır. Dolayısıyla toplum bir kez daha Mehdi için tasarlanacak, şekle sokulacak, yontulacak bir militarist örgütlenme olarak karşımıza çıkar.
Devletin İslamileştirilmesi
İşte tüm bu dinsel arka plan egemenken, İslam Devrimi sonrası İran teokratik bir devlete dönüştü. Devrimi ele geçiren Şii Molaların ilk görevi ve temel amacı, geri dönülmez bir şekilde devleti yeniden yapılandırılarak İslamileştirilmek oldu.
Bu amaçla değiştirilen düzen şöyle işliyordu. İran Anayasası’nın 5. maddesine göre İslam Cumhuriyeti’nde devlet başkanlığı adalet ve takva sahibi, zamanın koşullarına vâkıf, cesur ve bilgin bir fakih tarafından yürütülür. Bu fakih de tamamı din adamlarından oluşan Uzmanlar Meclisi tarafından seçilir. Anayasa’nın 57. maddesine göre Veli-i Fakih mutlak bir otoriteye sahiptir ve yasama, yürütme ve yargı erkleri üstünde yer alır. Anayasa’nın 110. maddesine göre de Veli-i Fakih ülkenin genel politikalarını belirlemek ve denetlemek, referandum talimatı vermek, Silahlı Kuvvetlerini, yargıyı, basını kontrol etmek gibi oldukça geniş yetiklerle donatıldı.[1] İran devleti bu sistemle adeta İslami bir papalığa dönüştü.
Toplumun dindarlaştırılması ve kültür devrimi
Humeyni devleti İslamlaştırdıktan daha doğrusu Şii teokrasisine göre yeniden inşa ettikten sonra dinî mühendisliğe başlayarak toplumu biçimlendirmeye başladı.
Devrimin hemen ardından 1967 Aile Koruma Kanunu yürürlükten kaldırıldı ve İslam hukuku uygulamaya konuldu. Böylece hem kamusal hem de özel alanda kadın haklarına bir dizi gerileme dayatıldı.
İslami kıyafet kuralları uygulandı ve İslami örtünme, başlangıçta aktif kadınlar için ve daha sonra genel olarak kadın nüfusu için zorunlu hale getirildi; boşanma ve velayet konularında kadınlara önemli sınırlamalar getirildi; kız çocukları için asgari evlenme yaşı dokuza indirildi ve kadınların yargısal mesleklere erişimi yasaklandı.
İran İslam Devrimi’nin kültürel boyutu
Kanunla dinî mühendisliğinin başarılamayacağını bildiğinden Humeynî toplumu dindarlaştırmak için yeni kurumlar inşa etmeye başladı ki bunların en başında da kuşkusuz eğitim kurumlarını yeniden düzenleme ihtiyacı geliyordu.
İran’da Şiilik kültürel iktidarı için eğitim ve kültür reformu adı altında bir dizi düzenleme yapmak zorunda kaldı. Ayetullah Humeyni 1979 sonbaharında Kültür Devrimi’ni başlatarak İran’ın eğitim sisteminin komünizmin ve Batılılaşmış ideolojilerin etkisinden kurtarılması gerektiğini duyurdu. Haziran 1980’de Kültür Devrimi bahanesiyle rejim Jahadeh Daneshgahi’yi (Üniversitelerin Kutsal Savaşı/Cihadı) başlattı. Bunun amacının üniversiteleri halk kitlelerine bağlamak ve İslam inancının üniversite yaşamının her alanında yaygınlığını sağlamak olarak belirtildi. [2]
Üniversiteleri İslami olmayan unsurlardan arındırmak ve İran eğitim sistemini revize etmek amacıyla Kültür Devrimi Yüksek Konseyi kuruldu. Önce tüm okullar ve üniversiteler eğitim-öğretime ara verdi. Yabancı okulların yanı sıra tüm ilk ve orta okullar kapatıldı ve İslami olmayan akademik çevre eğitim kademelerinden temizlendi. 40.000 öğretmen ihraç edildi veya emekli olmaya zorlandı. İslami olmayan fikirlerden arındırmak amacıyla ders kitapları ve eğitim materyalleri toplandı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Kazem Akrami, üniversitenin amacının meslek erbabı insan yetiştirme yeri olmadığını, eğitim sistemimizin amacı halifeullah (saf İslami değerlere sahip temiz bir insan) yetiştirmek olduğunu söyledi.[3]
Ancak Kültür Devrimi ve eğitim sisteminin arındırılması projesinde bazı sorunlar ortaya çıktı. Öncelikle akademik kadro açığı vardı. Bu boşluğu telafi etmek için rejim, ihraç edilen öğretmenleri onlara uygun İslami eğitim verdikten sonra yeniden görevlendirmek zorunda kaldı. İkincisi, bütçe sorunları nedeniyle eğitim sisteminin konseyin tavsiyeleri doğrultusunda geliştirilmesi mümkün olmadı.
Eğitimin her seviyede özellikle de üniversitede dinselleştirilmesi başarısız oldu. Tüm üniversitede din eğitimi vermek hem kadro yetersizliğine hem de öğrencilerin direnişine takıldı.
Eğitim kurumlarının birçoğuna din dersleri konulmasına ve on binlerce saat dersler verilmesine rağmen başarı sağlanamıyordu. Sistem içinde reformist olarak tanımlanan Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, 1997’deki zaferinden sadece iki ay sonra, Dinî Lider’e yakın olan günlük Keyhan gazetesine, yönetimi değiştirmedikçe, kuralları Hizbullah lehine uygulamadıkça, İslam karşıtı dernekleri yasaklamadıkça üniversiteleri “İslami” yapamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı.
Devrimden bu yana ülkede en büyük yatırım dinî kurumlara ayrıldı. Söz gelimi bir Şii ilahiyat okulu olan El-Mustafa Uluslararası Üniversitesi’nin elliden fazla ülkede şubeleri var ve her yıl çeşitli bölgelerden yüzlerce yabancı öğrenciye sponsorluk yaparak onların İran’da eğitim görmelerine olanak sağlanıyor. 2020 yılında üniversite, İran’daki diğer tüm üniversitelerin bütçesini aşarak, o zamanki resmî döviz kuruna göre yaklaşık 100 milyon dolar olmak üzere yaklaşık 5 trilyon riyallik bir bütçe aldı.[4] İran’da emekli ve memurlar yüksek enflasyon altında ezilirken dinî kurumlar bütçeden en yüksek payı almaya devam ediyorlardı.
Hükümetin İran’da kamuoyunu şekillendirmedeki başrolüne rağmen, üniversiteler siyasi muhalefetin odak noktası olmaya devam etti. En son Mahsa Emini’nin öldürülmesinden sonra zorunlu başörtüsüne karşı direniş yine üniversitelerden yükseldi.
Toplumun militarize edilmesi: Mehdi’nin Ordusu
Toplum mühendisliğinin önemli bir aparatı da militarizmdir. Militarizm aşırı disiplin, kontrol ve ideolojik endoktrinasyon için en uygun araçtır.
1979’da Ayetullah Humeyni tarafından devrimi korumak ve şüpheli İmparatorluk ordusunu etkisiz hale getirmekle görevli paramiliter bir örgüt olarak kurulan Devrim Muhafızları, İran’ın en güçlü siyasi, ideolojik ve askerî gruplarından biri haline geldi. Devrim Muhafızları, İran devletinin ve toplumunun neredeyse tüm alanlarına nüfuz ederek, halk seferberliği ve ideolojik beyin yıkama yoluyla rejimin destek tabanını ve savunma kapasitesini artırmaya çalıştı.
Siyasi Büro’nun yanı sıra, Devrim Muhafızları’ndaki Dinî Lider Temsilciliği Ofisi, beyin yıkama için önemli bir kanaldır ve velayet-i fakih teorisinin yayılmasından sorumludur. Bu çekirdekten yola çıkarak Devrim Muhafızları’nın ideolojik kolu, kültürel faaliyetler, enstitüler, düşünce kuruluşları ve gençlik kamplarından oluşan geniş bir ağa dönüştü. Bunların birçoğu, İran İslam Cumhuriyeti Yayıncılık (IRIB), Kültür ve İslami Rehberlik Bakanlığı ve İslami Yayılım Teşkilatı gibi diğer kuruluşların faaliyetleriyle birlikte yürütülüyor.
Yalnızca Devrim Muhafızları tarafından yürütülen en önemli ideolojik kurslar arasında, ileride kendi saflarına katacakları gençler için dizayn ettikleri ve onların zihin kontrollerine adanmış olanlar var. Bu kurslar, örgütlenme modellerinden konuşma kurslarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
İran militarizmi hem toplumunu kontrol etmek için hem de yurt dışında devrimi, tüm Arap sokaklarına yayarak kendisine muhalif olan Sünni hükümetleri yıkmak için kullanmayı planladığı Direniş Ekseni etrafında örgütleyerek sürekli çatışma doktrini ile yaymak için kullanıyor. Sürekli savaş hali İran’a dış düşman yaratarak içeride de toplumu konsolide etme imkânı veriyor.
Besic: Zor yoluyla rıza üretimi
İran’da militarizmin bir diğer ayağı da Besic teşkilatı olageldi. Besic, 1980 yılında Ayetullah Humeyni’nin yeni kurulan dinî rejimi savunma emriyle kuruldu. Devrim Muhafızları’nın beş kolundan birini oluşturacak şekilde geliştirildi; donanma, hava kuvvetleri, kara kuvvetleri ve diğerini temsil eden Kudüs Gücü.
Besic, İran’ın Dinî Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in desteğiyle dramatik bir şekilde topluma yayıldı. Örneğin, 1991 yılında öğrenciler ve öğretim üyeleri arasındaki muhalifleri sindirmek ve İran üniversitelerindeki muhafazakâr değerleri savunmak için Öğrenci Besic Örgütü (SBO) hayata geçirildi.
Bugün, Besic milisleri birçok İran şehrinde yaşamın her yerinde, sosyal hayatın tüm ağlarında karşınıza çıkar. Örgüt, 1,5 ila 15 milyon arasında üyeyi kapsayan, rejimin en büyük sosyal girişimlerinden biri ve son yirmi yılda istikrarlı bir şekilde İran’ın güvenlik yapısının temel direklerinden birine dönüştü.
Örgütün faaliyetleri bazen birbiriyle bağlantılı üç alana odaklandı: kültürel faaliyetler yoluyla ideolojik propaganda, güvenlik operasyonları ve askerî faaliyetler.
Besic’in aktivizminin çoğunu kültürel ve ideolojik çalışmalar oluştursa da örgütün orduyla olan ilişkisi de oldukça etkilidir. Profesörler Besic Örgütü (PBO) İran’ın dinî rejiminin hedeflerini gerçekleştirmek ve üniversite kampüslerindeki otoriter aygıtını güçlendirmek amacıyla 2001 yılında kuruldu. İlk başkanı General ‘Ali Asghar Zare’i’ye göre PBO, İran-Irak Savaşı’na katılmış bazı kıdemli profesörlerin önerisi üzerine kurulmuştu.
Hem öğrencileri hem de profesörleri kontrol etmenin bir başka yöntemi disiplin komitelerinden (komite-ha-ye enzebati) geçer. Bu komiteler idari, siyasi ve ahlaki ihlallerde bulunan öğrenci ve profesörlere ceza vermekle görevlidir. Örneğin bir Besic hocası, kız öğrencilerinden başörtülerini daha uygun şekilde takmalarını isteyebilir ve itiraz edenleri cezalandırmak üzere disipline bildirebilir.[5] Böyle bir tartışmada, İran Bilim ve Teknoloji Üniversitesi PBO şefi 2010 yılında başörtülerini uygunsuz şekilde taktıkları gerekçesiyle birçok kız öğrencinin kaydını iptal etmiştir.
Resmî verilere göre bütçesi 500 milyon dolar olan Besic milislerinin 23 milyon 800 bin civarında gönüllüsü ve 150 bin civarında silahlı gücü bulunuyor. Besic milislerinin yasal olarak görevi beklenmedik toplumsal olaylara müdahale etmek, ahlaki emniyeti sağlamak, İslam Devrimi’nin hedefleri doğrultusunda halkı örgütlemek ve organize etmek, kanunun uygulanmasını sağlamak, iç güvenliği sağlamak, doğal afetlerde devreye girmek, askerî eğitim alarak İran’ın toprak bütünlüğünü korumak, siyasi ve ideolojik eğitimler vermek, sivil uçuş güvenliğini sağlamak, önemli kişileri ve hassas bölgeleri korumak, bölgesel savunma, çeşitli alanlarda gerektiğinde askeri ve sivil operasyonlar yapmak gibi konulardan oluşuyor. Paramiliter Besic milisleri sokak protestolarının bastırılması için kanlı yöntemler uygulamaktan da geri kalmıyorlar.
Bu yüzden Mahse Emini’nin öldürülmesi sonrası İran sokaklarındaki protestolarda kitlelerin “Besiciye Ölüm!”, “Rüşvet Yiyen Besic, Sonu Geliyor, İyi Ye!”, “Besici; Bizim IŞİD’imiz Sensin!” gibi sloganları duymak şaşırtıcı olmadı. Bu aslında toplumun Besic milislerine karşı bakışını ortaya koyuyor. Bir diğer öfke ise hatırlanırsa Mollalara karşı olmuştu. Gençler sokaklarda Mollaların sarığı düşürürken videolar yayınlandı.[6] Bu da aslında toplumda dinî mühendisliğe karşı toplumsal öfkeyi anlatan ilginç bir resimdir.
Devrim kendi çocuklarını ikna edemedi
Sovyetlere benzer şekilde bu sefer toplumun dinselleştirilmesi adına yaklaşık 44 yıldır İran’da uygulanan dinî mühendislik başarılı oldu mu peki?
[1] Babek Şahit, İslam Cumhuriyeti Döneminde İran’da Devlet Toplum İlişkisi, İstanbul, 2022.
[2] Reza Razavi, The Cultural Revolution in Iran, with Close Regard to the Universities, and Its Impact on the Student Movement”, Middle Eastern Studies , Jan., 2009, Vol. 45, No. 1 (Jan., 2009), pp. 1-17
[3] Reza Razavi, agm, s. 4.
[5] University under Siege:: The Case of the Professors’ Basij Organization Author(s): Saeid Golkar Source: Middle East Journal , Vol. 67, No. 3 (Summer 2013), pp. 363-379