3 Kasım 2020’de gerçekleştirilecek Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerine Başkan Donald Trump bu yılın başında gayet olumlu bir havada hazırlanıyordu. Cumhuriyetçi Parti içindeki sağlam pozisyonu, azil süreci gibi badireleri kazasız atlatması, Demokrat Parti’nin başkan adayını belirlemede zorlanması ve ABD ekonomisinin gösterdiği başarılı performans gibi faktörler bunu mümkün kılmıştı. Daha sonra bütün dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 salgını ise Trump’ın seçim hesaplarını bir anda alt üst etti. Bu süreçte Demokratların bile önemli bir kısmının içine sinmeyen bir aday olan Joe Biden’ın seçilme ümidi çoğaldı.
Aylarca süren ve şehirleri esir alan sokak olayları belirsizlikleri artırdı. Amerikan toplumu hiç olmadığı kadar kutuplaştı. Seçim yarışının akıbetini kestirmek çok daha zor hale geldi. Bütün bunların yanında, posta yoluyla oy kullanma gibi faktörler sebebiyle seçim sonuçlarının uzun süre belli olmaması ihtimali belirdi. Artık çıkacak sonucun bütün taraflarca itirazsız bir şekilde kabul edileceğinden bile emin olunamıyor. Donald Trump şimdiden seçim sonucunu tanımayabileceğine dair mesajlar veriyor. Böylelikle ABD krize gebe bir seçime doğru yol alıyor.
Demokrat Parti’de ideolojik ayrışma sürüyor
ABD başkanlık seçimlerine iki ay kala, Demokrat partinin adayı olan eski başkan yardımcısı Joe Biden, anketlerde önemli çekişmeli eyaletlerde Donald Trump’ın önünde gidiyor. Her ne kadar Trump’ın zaferi öncesi Hillary Clinton’ı önde göstermiş olmaları anketlerin güvenilirliğini sorgulanır hale getirse de Biden yıl başından bu yana bir ivme yakalamış görünüyor. Fakat yine de Demokrat Parti’de şu ana kadar yürütülen tartışmalarda ılımlılar (moderates) ile ilericiler (progressives) arasında ideolojik bir ayrışma sürüyor. Bu gruplaşma, aday belirleme sürecinde net bir şekilde görülmüştü. İlericiler ılımlıları yeterince cesur vaatlerde bulunmamakla itham ederken; ılımlılar ilericileri tutamayacakları sözler vermekle suçluyor. Her iki grubun yaklaşımı da aslında Demokratlar adına risk içeriyor. Birinci risk, aşırı sol eğilimli ilerici fikirleri ön plana çıkararak, Amerikan halkının çoğunluğunu teşkil eden ılımlılara hitap edememek. İkinci risk ise yeterince ilerici olmayan bir strateji tercih ederek, Demokrat tabanı memnun edememek. Demokrat Partinin önde gelen isimleri bu risklerden hangisinin daha büyük olduğuna hâlâ karar verememiş görünüyor.
Demokratlar seçim gününden önce postaya verilen oy pusulaları seçim kuruluna seçim gününden sonra bile ulaşsa geçerli sayılması için çeşitli eyaletlerde mücadele veriyor. Cumhuriyetçiler ise oy pusulasının geçerli olabilmesi için seçim gününden önce ulaşmasının şart olduğunu söylüyor. Demokratlar ile Cumhuriyetçiler ayrıca posta yoluyla oy kullanacak kişilere ne kadar süre verilmesi gerektiği konusunda da anlaşamıyor. Oyu geçerli olsun diye haftalar öncesinden oyunu gönderecek kişinin seçim günü gelene kadar kararını değiştirebileceği hatırlatılıyor. Dış güçlerin sahte oy pusulaları üretip posta yoluyla seçimlere karışabileceği dillendiriliyor. Sadece talep eden kişilerin mi yoksa bütün seçmenlerin mi adreslerine oy pusulası gönderilmesi gerektiği tartışılıyor. Kayıtlı her isme otomatik gönderim yapılırsa, hayatta olmayan kişilere de oy pusulası gönderileceği söyleniyor. Bazı eyaletlerde oy pusulalarının sokaklardaki kontrolsüz posta kutularına bırakılmasının denetimi zorlaştıracağı ve güveni sarsacağı iddia ediliyor.
Örneğin, iki seçimdir Demokrat Parti’nin başkan adaylığı için iddiasını son ana kadar sürdürmeyi başaran ilerici Senatör Bernie Sanders, Biden’ın yürüttüğü seçim kampanyasından duyduğu endişeyi ifade ediyor. Biden’ın sağlık hizmetleri ve ekonomik planları hakkında daha fazla konuşması ve genç liberaller arasında popüler olan Alexandria Ocasio-Cortez gibi isimlerle daha fazla kampanya yapması gerektiğini düşünüyor. Eğer meselelerde sürekli orta yolu bulmaya çalışan tavrından vazgeçip Demokrat Parti’nin ilerici kanadını ikna eden bir üslup benimsemezse; gençler, siyahiler ve Latin asıllılar gibi grupların yeterli desteğini alamayacağından korkuyor.
Her ne kadar Biden daha ılımlı bir strateji izlemeye çalışsa da partinin ilerici kanadı sürekli baskı uyguluyor. Mesela, Demokratların çoğunluğa sahip olduğu Temsilciler Meclisi’nde esrar kullanımını federal düzeyde yasallaştırma oylamasını yapmak istiyor. Fakat ılımlılar, böylesine kritik bir seçim öncesinde atılacak bu tip bir adımın Biden’ın seçilme şansına darbe vurma ihtimali olan bir kumar olduğunu düşünüyor.
Trump sorunlarla boğuşuyor
Her şey yolunda gidiyor gibi görünürken bir anda beklenmedik şekilde ortaya çıkan Kovid-19 salgınının yıkıcı etkileri Donald Trump’ı zor durumda bıraktı. Bu sene içinde salgın sebebiyle milyonlarca ABD’li işsiz kaldı; yaklaşık 200 bin ABD vatandaşı hayatını kaybetti. Salgınla mücadelede karşılaşılan büyük başarısızlık, ABD’nin hem kamu hem de özel sektör kabiliyetlerine dair büyük soru işaretleri oluşturdu.
George Floyd isimli siyahi ABD vatandaşının polisler tarafından öldürülmesi ile başlayan ve aylarca devam eden gösterilerde sivilleri ve hatta basın mensuplarını doğrudan hedef alan polis güçleri, devletin ne kadar acımasızlaştığını gösterdi. Pek çok eylemcinin yağma ve hırsızlığa yönelmesi toplumsal çürümenin boyutlarını ortaya çıkardı. Siyasetçilerin sağduyulu açıklamalar yapmak yerine birbirleriyle kavgaya tutuşması toplumsal uzlaşı zeminini ortadan kaldırdı. Uzun süredir devam eden ve görmezden gelinen eşitsizlikler yeniden gündeme geldi. Ülkenin bastırılan ve ötelenen sorun alanlarını yok saymak iyice imkânsızlaştı. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki anlaşmazlıklar bütün sistemi kilitlemeye başladı. Trump’ın “Ordu yönetimi beni sevmez, ama askerler sever. Pentagon’dakiler bombaları, uçakları ve diğer şeyleri üreten şirketleri mutlu etmek için savaşmaktan başka bir şey yapmak istemiyorlar,” demesi, kurumlar arası uyumsuzluğun geldiği boyutu gösterdi.
Seçim sürecinde sona yaklaşılırken, Donald Trump'ın lehine kaydedilebilecek bazı gelişmeler de yaşandı. Örneğin, Trump aşırı sağcı Norveçli bir politikacı olan Christian Tybring-Gjedde tarafından İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki normalleşme anlaşmasında üstlendiği rolden ötürü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Benzer şekilde, İsveç Meclis Üyesi Magnus Jacobsson tarafından da Kosova ile Sırbistan arasında gerçekleştirilen ekonomik işbirliği ve ticaret görüşmelerindeki katkılarından dolayı ödüle aday gösterildi. “Ben büyük bir Trump destekçisi değilim” diyen Tybring-Gjedde, girişimini “Son yıllarda Barış Ödülü’nü alan insanlar Donald Trump’tan çok daha az şey yaptı. Örneğin, Barack Obama hiçbir şey yapmadı” diyerek savundu.
ABD başkanlık seçimlerine iki ay kala, Demokrat partinin adayı olan eski başkan yardımcısı Joe Biden, anketlerde önemli çekişmeli eyaletlerde Donald Trump’ın önünde gidiyor. Her ne kadar Trump’ın zaferi öncesi Hillary Clinton’ı önde göstermiş olmaları anketlerin güvenilirliğini sorgulanır hale getirse de Biden yıl başından bu yana bir ivme yakalamış görünüyor. Fakat yine de Demokrat Parti’de şu ana kadar yürütülen tartışmalarda ılımlılar (moderates) ile ilericiler (progressives) arasında ideolojik bir ayrışma sürüyor. Bu gruplaşma, aday belirleme sürecinde net bir şekilde görülmüştü. İlericiler ılımlıları yeterince cesur vaatlerde bulunmamakla itham ederken; ılımlılar ilericileri tutamayacakları sözler vermekle suçluyor. Her iki grubun yaklaşımı da aslında Demokratlar adına risk içeriyor. Birinci risk, aşırı sol eğilimli ilerici fikirleri ön plana çıkararak, Amerikan halkının çoğunluğunu teşkil eden ılımlılara hitap edememek. İkinci risk ise yeterince ilerici olmayan bir strateji tercih ederek, Demokrat tabanı memnun edememek. Demokrat Partinin önde gelen isimleri bu risklerden hangisinin daha büyük olduğuna hâlâ karar verememiş görünüyor.
Seçim süreci krize gebe
Kovid-19 salgını sebebiyle doğrudan oy kullan(a)mayacak kişilerin posta yoluyla oy kullanması uygulaması, seçim sonucunun tartışmaya açık hale gelmesi riskini barındırıyor. Geçmişe kıyasla çok daha fazla oranda posta yoluyla gönderilecek oyların sayımının çok uzun süreceği öngörülüyor. Facebook CEO’su Mark Zuckerberg “Bizim ve diğer medyanın yapmaya başlamamız gereken şey, Amerikan halkını, tüm oyların sayıldığından emin olmak için ek günler veya haftalar gerektirecek bu seçimin gayrimeşru olmadığına inanmaya hazırlamaktır” diyerek bu görüşü dillendiriyor.
Donald Trump şimdiden seçim sonuçlarını tanımayabileceği mesajını veriyor. “Posta yoluyla oy vermenin seçime şaibe düşüreceğini düşünüyorum” diyen Trump, seçim sonuçlarını tanıyıp tanımayacağına dair soruya şöyle cevap veriyor: “Sonucu görmeliyim. Görmek zorundayım. Şimdi bu sorunuza ne evet diyeceğim ne de hayır.”
Postayla gönderilen oy pusulalarının en büyük düzenbazlığa yol açacağını öne süren Trump, “Seçimi yapmak istiyorum. Ama aynı zamanda üç ay beklemek ve sonra oy pusulalarının eksik olduğunu ve seçimin hiçbir şey ifade etmediğini öğrenmek de istemiyorum. Ama olacak olan bu” diyor. Trump’ın seçim kampanyasının iletişim direktörü Tim Murtaugh da posta yoluyla oy kullanmayı Demokratlar tarafından seçimin sıhhatine gölge düşürmeye yönelik taktiklerden biri olarak tarif ediyor.
Demokratlar seçim gününden önce postaya verilen oy pusulaları seçim kuruluna seçim gününden sonra bile ulaşsa geçerli sayılması için çeşitli eyaletlerde mücadele veriyor. Cumhuriyetçiler ise oy pusulasının geçerli olabilmesi için seçim gününden önce ulaşmasının şart olduğunu söylüyor. Demokratlar ile Cumhuriyetçiler ayrıca posta yoluyla oy kullanacak kişilere ne kadar süre verilmesi gerektiği konusunda da anlaşamıyor. Oyu geçerli olsun diye haftalar öncesinden oyunu gönderecek kişinin seçim günü gelene kadar kararını değiştirebileceği hatırlatılıyor. Dış güçlerin sahte oy pusulaları üretip posta yoluyla seçimlere karışabileceği dillendiriliyor. Sadece talep eden kişilerin mi yoksa bütün seçmenlerin mi adreslerine oy pusulası gönderilmesi gerektiği tartışılıyor. Kayıtlı her isme otomatik gönderim yapılırsa, hayatta olmayan kişilere de oy pusulası gönderileceği söyleniyor. Bazı eyaletlerde oy pusulalarının sokaklardaki kontrolsüz posta kutularına bırakılmasının denetimi zorlaştıracağı ve güveni sarsacağı iddia ediliyor.
Böylesine temel konularda bile anlaşmazlıkların olması, seçim sonucunun hesaplanması sürecinin kaosa dönüşmesi ihtimalini güçlendiriyor. Her iki adayın da zaferini ilan etmesi, bir tarafın sonucu tanımaması, seçimin tekrarının talep edilmesi, sokak olaylarının ve kargaşanın çıkması senaryoları akıllara geliyor. Seçime bu kadar az süre kalmışken sürece dair bu kadar çok belirsizliğin olması, 46. Amerika Birleşik Devletleri başkanının kim olacağını öğrenmek için seçim gününden sonra uzun bir süre beklemek zorunda kalabileceğimizi gösteriyor.
[Doktora çalışmalarını İngiltere Warwick Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar bölümünde tamamlayan Dr. Oğuzhan Yanarışık, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır]