Kuala Lumpur’da İlk Gün
6 Şubat 2020 Perşembe günü akşam namazından sonra oğlum Mustafa Cemil bir minibüsle gelip bizi evden aldı. Hafif kar atıştıran soğuk bir akşam. Valizlerimizi yerleştirip İstanbul Havalimanı’na doğru yola çıktık. Yanımda eşim, gelinim ve iki torunum var. Beş yolcuyuz. Küçük oğlum Ubeydullah’ın Hadis dalında doktora yapmak üzere gittiği Malezya’ya gidecek ve henüz süresini tam olarak belirlemediğimiz bir vakte kadar orada kalacağız. Kendisi üç hafta önce bu ülkeye gitmiş, bir ev tutmuş ve ufak tefek eşyalar alıp hazırlanarak bizi beklemeye başlamış.
Perşembeyi cumaya bağlayan gece saat 01.05’de İstanbul’dan ayrıldık. Umman Havayolu’na ait büyük bir uçakla Karadeniz üzerinde ilerleyip; Erzurum, İran, Dubai istikametini takip ederek tam beş saat süren bir yolculuktan sonra, sabah namazı vaktinin çıkışına yakın, Umman’ın başkenti “Muskat”a ulaştık. Daha çok bir iki katlı beyaz binaların, deniz kenarında sıralanan dağlar üzerine kondurulmuş olduğunu gördüğümüz Muskat, gerçekten otantik bir manzara sunmaktaydı. Burada bir saat yirmi dakika kadar kaldıktan sonra başka bir uçakla ve yerel saat 08.45’de tekrar havalandık. Bu sefer hiç durmaksızın altı saat sürecek olan uzun bir yolculuk yapacağız.
Öğle ve ikindi namazlarını uçakta kıldık. Saat farkının beş saate çıktığını anlıyoruz. Akşam namazı vaktinde büyük Umman uçağı Malezya’nın başkenti “Kuala Lumpur”a indi. Pasaport kontrolleri için epeyce bir süre sıra bekleyip nihayet valizlerimizi almak üzere aşağı indik. Havalimanı koridorlarında uzunca bir süre yürüdük. Ubeydullah ve iki arkadaşının dışarıda bizi beklediği haberini aldık.
Akşam namazını havalimanı mescidinde eda edip dışarı çıktık.
Torunlarım babalarına kavuştular. Ubeydullah pek sevinçli…
Valizleri Furkan ile Doğan isimli iki arkadaşın otomobillerine yerleştirip havalimanından ayrıldık. 70 km.’lik bir yolculuktan sonra Kuala Lumpur’un merkezine yakın bulunan evlerine geldik. Ubeydullah, Konya İmam Hatip Okulu yıllarından eski arkadaşı Furkan’ın oturduğu 38 katlı binanın 28. katından, sıfır bir daire kiralamış.
Manzarası olan yeni, ferah bir ev burası. Bir süre sohbetten sonra istirahata çekildik.
Bu satırları Kuala Lumpur’daki ilk günümüzde, sabah namazından sonra yazdım. İnşallah burada geçireceğimiz günleri not edeceğiz.
8 Şubat Cumartesi günü, içinde bulunduğumuz rezidansı gezdik. En üst katında büyük bir teras var. Çeşitli oturma grupları bulunan bu yerden şehrin her tarafı görülebiliyor. Kompleksin 8. katında spor alanları, yüzme havuzu, çocuk oyun parkları ve botanik bahçeye benzer yerler yapılmış. Gerçekten büyük emek çekilmiş…
İkindi namazından sonra biraz alış veriş için Furkan’ın otomobiliyle çarşıya çıktık. Önce spor malzemeleri satılan büyük bir dükkâna, sonra evin bazı ihtiyaçları için başka bir mağazaya girdik. Bugün tatil olduğu için her taraf insan kaynıyordu. Akşam namazlarını yolda, arabada kılmak zorunda kaldık.
Kuala Lumpur’dan genel bir görünüm
Kuala Lumpur 30-40 katlı yüksek binalar yanında, bir iki katlı eski baraka tipi yapıların bir arada göründüğü ve yer yer yüksek tepelerle çevrili ilginç bir şehir. Her taraf yemyeşil. Envai türden ağaçlar ve hayvanlar var.
Batu Caves’de Bir Hindu Mabedi
9 Şubat Pazar günü sabah namazından sonra Furkan’ın otomobiliyle, akşamdan sözleştiğimiz gibi yola çıktık. Hinduların üç büyük tapınağından birinin bulunduğu “Batu Caves” denilen yere vardık. Dinin mensupları için kutsal günler içindeymişiz. Epeyce kalabalık var. Yüksek ve büyük bir mağaranın ön tarafına yaldız renkle boyanmış pek büyük bir heykel yapılmış. Güya Tanrı Şiva’nın en küçük oğlu Lord Muruga’nın heykeli imiş bu…
Çeşitli yörelerden gelen ve bir kısmının başları tıraş edilmiş din mensupları, kadınlı-erkekli gruplar halinde epeyce dik merdivenlerden çıkıyorlar. Kimisi ibadet maksadıyla yüzlerce basamağı dizleri üstünde emekleyerek çıkmaya çalışıyor! Bazı erkek ve kadınların ellerinde kavanozlar var. İçlerinde ne olduğunu bilmiyoruz. Herhalde hediyelik eşyalar taşıyorlar. Mağara içinde çeşitli şebekeler kurulmuş. Bazı din adamları para karşılığında ip bağlıyor, dua ediyorlar! Ziyaretçilerin hemen hepsinin ayakları çıplak.
Batu Caves’de Lord Muruga heykeli
Bu mabet, 1800’lü yıllarda icat edildiği halde halk nazarında kutsal bir yer olarak kabul edilmiş. Hac için geliniyor. Etrafta kokulu yiyecekler, tatlılar satan pek çok dükkân var.
Merdivenleri çıkıp sarkıtlı ve çok geniş mağaraya girdik. Yol boyunca, bilhassa çocukların ellerindeki yiyecekleri ustaca çalan maymunlar gördük.
Mağara, kim bilir kaç asır içinde oluşmuş, yüksek ve geniş bir yer. Sağına soluna din adamlarınca barakalar kurulmuş. Buralarda getirilen hediyeler kabul ediliyor ve çeşitli dualar yapılıyor. Epeyce fotoğraf çektik.
Uluslararası Malezya İslâm Üniversitesi
Buradan ayrılıp “İslâm Üniversitesi”nin bulunduğu yere geldik. Furkan, önce üniversitenin çevresini, orada yapılmış öğrenci evlerini ve kurulmuş mahalleleri gösterdi. İrili ufaklı tepeler üzerine pek çok bina inşa edilmiş ve her mahalleye bir sahabenin ismi verilmiş. Büyük spor sahasının adı da “Seyyidinâ Hamza”… Kız öğrencilerin kaldığı mahallelerin isimleri “Hz. Amine”, “Hz. Hafsa”, “Hz. Esma”, “Hz. Sümeyye”… İnsan bir Müslüman olarak duygulanıyor, gururlanıyor.
Üniversitede, dünyanın değişik coğrafyalarından gelmiş olan 23.000’den fazla talebe varmış.
Uluslararası Malezya İslâm Üniversitesi mescidinden bir görünüm
Kompleksin orta yerine kurulmuş olan camiyi gezdik. Mihrabında ve bazı sütunlarında Endülüs mimarisinin izlerini gördüğüm mescit epeyce büyüktü. Cuma günleri tıklım tıklım doluyormuş.
Az öteden bir dere akıyor. İçinde balıklar da yüzen bu boz bulanık çay içinde komodo ejderleri de görünüyor. Birisini su içinde, diğerini karada böcek yakalarken izledik.
Bazı kadim ağaçların kökleri dışarıda görünüyor ve üzerlerinde değişik renkte kuşlar uçuyordu. Günlerden Pazar olduğu için ortalıkta pek kimse yoktu. Diğer günler pek kalabalık oluyormuş. Üniversite ve kurulan sistem övgüye değer görünüyor.
Buradan ayrılıp tekrar rezidansımıza döndük. Hayli yorulmuş vaziyetteyiz. Binanın sekizinci katında bulunan yüzme havuzuna girdik. Mükemmel ve oldukça büyük bir havuzdu bu. Duru su üzerine, kenarda açan beyaz çarkı felek çiçekleri dökülmüş. Keyf içinde epeyce yüzdük. Bizden başka kimse yok. Furkan birçok fotoğrafımızı çekti. Öğleden sonra yerel meyvelerin satıldığı bir Pazar yerine gideceğiz inşaallah.
Bir Sebze Pazarı ve İkiz Kuleler
Öğle namazından sonra Furkan 33. kattaki dairesinden geldi. Birlikte şehrin merkezine yakın bir yerde bulunan sebze, meyve ve et ürünleri satılan bir çarşıya geldik. Hayatım boyunca hiç görmediğim meyveler, sebzeler, balıklar ve böcekler satılan bu ilginç pazar hayli kalabalıktı. Pek çok fotoğraf çektim. Yüce Allah’ın bahşettiği bunca değişik meyvenin tadlarına bakmak için bazı çeşitlerinden yarımşar kilo aldık.
Balık kurularının pek çok çeşidi görülüyordu pazarda. Çerez gibi yiyorlarmış. Kesik sığır başları, tavuk ayakları, işkembe parçaları ve hiç tanımadığımız yiyecek ve içecekler… İnsan şaşırıyor ve milletler arasındaki damak tadı çeşitliliği karşısında biraz ürperiyor.
Malezyalı Müslümanlar Şafiî Mezhebi’ne bağlı olduklarından kabuklu kabuksuz her türlü deniz ürününü rahatça yiyorlarmış.
Kuala Lumpur’da İkiz Kuleler
Buradan çıkıp “Petronas” adı verilen ikiz kulelerin bulunduğu yere geldik. Dünyanın en yüksek binaları arasında gösterilen bu muazzam yapıların etrafı da yine böyle elli atmış katlı binalar ve kulelerle çevrilmiş durumda. Kuala Lumpur’un merkezi burası imiş. İkiz kulelerin altındaki büyük alış-veriş merkezini gezdik. Dışarıda, içi görkemli ağaçlar ve büyük bir havuzla süslenmiş olan parkı dolaştık. İkindi namazını burada eda edip akşama doğru kendi dairemize döndük.
Ubeydullah, çocuklarını havuza götürmüş ve orada ayağını feci şekilde incitmiş. Furkan’la birlikte gecenin geç bir vaktinde doktora gittiler…
Almanya’dan eniştem Rüstem aradı. “Belki siz gitmeden biz de geliriz Malezya’ya! Birlikte gezeriz…” dedi. Görelim Mevlâ’mız n’eyleyecek?
10. 2. 2020 Pazartesi günü Ubeydullah ve Furkan bazı evrakları teslim etmek için okula gittiler. Biz evde kaldık. Öğleden sonra rezidansın 8. katına indik. Çocuklar oyun oynarken ben de epeyce yüzdüm. Dışarı hiç çıkmadık.
Suriye’nin İdlip kentindeki durumla ilgili internet haberleri canımızı hayli acıtıyor. Esed güçleri, Rusya ve İran’a güvenip saldırarak beş askerimizi şehit etmiş. Beş asker yaralı imiş… Hemen karşı saldırı başlatılmış. 115 hedef vurulmuş, 101 rejim askeri veya yanlısı öldürülmüş… İşler hayli karışık görünüyor.
Çamurlu İki Nehir
Salı günü, ikindi öncesinde çocukları da alıp bir taksiye binerek “Vilayet Camii”ne gittik. Bir tepe üstünde ve oldukça büyük bir cami burası. Etrafında havuzlar var. İkindi namazını burada kıldık. Civarı gezdikten sonra yine bir taksiyle ikiz kulelere geldik. Bir süre de burada gezip eve döndük.
Akşam vakti Enes isimli bir Malay arkadaşla görüşmek için Furkan’ın otomobiliyle başka bir camiye gittik. Orada Kur’an, tespih, takke gibi şeyler satmak için küçük bir dükkân açan Enes kardeş ile görüştük. Birlikte eve dönerken bizi Kuala Lumpur’a ismini veren yere götürdü. İki büyük nehrin birleştiği bu yere “Jamek” isimli bir de cami yapılmış.
Kuala Lumpur’a ismini veren mekan ve Jamek Camii
Kuala “iki suyun birleştiği yer, haliç” demekmiş. Lumpur ise “çamur” manasına geliyormuş. Yani “iki çamurlu suyun birleştiği yer” demekmiş Kuala Lumpur. Aynı bölgede hayli eski bir yapı olduğu anlaşılan bir tren garı ve hükümet binaları yanında sonradan civarı kaplamış olan devasa gökdelenler gördük.
Enes kardeş bizi aracımızın olduğu yere getirdi. Oradan ayrılıp gece kurulan bir Malay pazarına gittik. Derme çatma eşyaların satıldığı bir yerdi burası. Bazı yiyecekler ve hatta yaş pastalar bile açıkta satılıyordu… Çevrede biraz dolaştıktan sonra kendi rezidansımıza döndük.
Çarşamba günü, yatsıdan sonra biraz alış-veriş için Ubeydullah, annesi ve ben büyük bir markete gittik. Ufak tefek şeyler alındı. Fiyatlar Türkiye’ye yakın. Malezya’nın para birimine “ringgit” deniliyor ve bir ringgit bir TL.’den biraz pahalı. Mesela 100 ringgit 120-130 TL. ediyor.
Perşembe günü öğleden önce Ubeydullah ve Furkan ile onların üniversitesine gittik. Gençler bir takım işlerle uğraşırlarken ben civarı gezdim. Değişik kuşlar, komodo ejderleri görüp bazı fotoğraflar çektim. Hava pek sıcaktı. İki saat sonra çocuklar geldiler ve birlikte rezidansa döndük.
Putrajaya’da Birkaç Saat
Öğleden sonra Ubeydullah’ın kullandığı otomobille Kuala Lumpur’un idarî merkezi olan ve buraya 40 km. kadar uzaklıkta bulunan “Putrajaya” denilen yere gittik. Bir ara şiddetli bir yağmura yakalanıp, yoğun trafik sıkışıklığına uğradık.
Putrajaya’dan bir görünüm
Yapay ve çok büyük bir göl kenarına kurulmuş olan Putrajaya bir masal şehri gibiydi. Göl üzerinde iki yakayı birbirine bağlayan ilginç köprüler, hiç birinin mimari yapısı diğerine benzemeyen hükümet binaları ve çok masraf yapılarak inşa edilmiş, büyük ve görkemli camiler gördük. Bilhassa “Putra Camii” ve Hz. Zeynelabidin adına inşa edilmiş camiler görülmeye değer güzellikte idi. Akşam namazını “Zeynelabidin Camii”nde cemaatle kıldıktan sonra civardaki bir Kazak lokantasında etli pilav yedik. Ubeydullah yemek için 100 ringgit ödediğini söyledi. Fiyatlar Türkiye’dekine yakın görünüyor.
Şehrin Simgesi Jamek Camii
Cuma günü, namazı kılmak için şehrin merkezinde bulunan Jamek Camii’ne gittik. Burası şehre adını veren iki nehrin birbirine karıştığı yerde kurulmuş olan ve değişik mimarisiyle dikkati çeken bir yer. 1900’lü yılların başlarında bir İngiliz mimara yaptırılmış! Jamek “Dua” manasına geliyormuş. Camiye “Cuma Camii” de deniliyormuş.
Yarım saat kadar süren hutbe faslından sonra namazlarımızı kıldık. Ubeydullah ve Furkan çocukları getirmek için rezidansa döndüler. Ben biraz gezip fotoğraf çekmek için orada kaldım. Kısmet olursa gelip beni alacaklar ve “Kuş Parkı”na gideceğiz.
Civarı gezdim. 1800’lü yıllarda yine bir İngiliz mimara yaptırılmış olan Sultan Abdüssamed’in gösterişli sarayının ve civardaki diğer tarihî yapıların fotoğraflarını çektim. Epeyce süre çevrede dolaştım. Malezya’nın eski mimarisi Endülüs ve Babür medeniyetlerinden etkilenmiş deniliyor. Yapılarda İspanya’da gördüğüm revak biçimleri hâkim görünüyor. Süslemeler de benzerlik gösteriyor.
Kuala Lumpur, her tarafı gökdelenlerle doldurulmuş ve şimdilerde Avrupa ve Amerika şehirlerini andıran bir yer. Bizde olduğu gibi eskiden kullanılan Arap alfabesi, yerini Latin alfabesine bırakmış. İngiliz sömürgesi sebebiyle halkın hemen hepsi İngilizce öğrenmeye mecbur olmuş. İslâm’ın özüne dair pek çok şey unutulmuş ve bütün şehir ve dükkân tabelaları İngilizce olarak hazırlanmış. Bir Batı şehrinden farkı kalmamış Kuala Lumpur’un. Ezanlar okunuyor ama camilerde cemaat pek az. Alış-veriş merkezleri ise tıklım tıklım dolu…
Müslümanların zahirdeki hâkimiyetleri “Ilımlı İslam”(!) denilen zehirle karışmış görünüyor. İdarecilerin laik, demokratik ve Batı zihniyetine sahip kimseler olduğu belli oluyor.
Müslüman kadınlar, çocuklar da dâhil başlarını örtüyorlar ama çoğu pantolonlu vaziyette. Modernizm’in etkileri ağır basıyor.
Şehir pek çok köprü ile dolu. Trafik zaman zaman sıkışsa da bu köprüler ve alt-üst geçitler sebebiyle akıyor. Her yan büyük ağaçlar, parklar ve yeşil alanlarla kaplı görünüyor.
Cuma namazı sırasında, fotoğraf çekmek için oraya buraya koşturmam sebebiyle sırılsıklam terlediğimi fark ettim. Seccadeye terimi damlarken gördüm.
Çocukları beklerken yağmur başladı. Sultanın eski sarayında, saat kulesinin altına girip yağmurdan korunmaya çalıştım. Önce yavaş başlayan yağmur sonra pek şiddetlendi ve caddeler adeta sele teslim oldu.
İslâm Eserleri Müzesi’nde
Kuş parkına kadar gittik ama yağmur sebebiyle içeri giremedik. Bunun üzerine hemen yakında bulunan “İslâm Eserleri Müzesi”ni ziyarete karar verdik.
Kişi başına 14 ringgit ödeyerek bu önemli yeri gezdik. Bilhassa Hindistan ve çevresindeki ülkelerden elde edilmiş tarihî eserler; kitaplar, minyatürler, ahşap ve bakır eşyalar, eski elbiseler ve kumaşlar, hat levhaları, takı ve mücevherlerle göz kamaştırıcı bir müze yapılmış. İçerisi klimalar sebebiyle hayli serin. Epeyce bir süre gezdik, fotoğraflar çektik. Gerçekten emek çekilerek hazırlanmış bu müzede bazı Osmanlı eserleri de vardı ama bunlar diğerlerine göre pek azdı. Hat sanatları galerisinde de durum böyleydi.
Hayli üşümüş olduğumuzdan müzenin üçüncü katına da hızlıca göz gezdirip dışarı çıktık. Yağmur devam ediyordu. Otomobilimize binip rezidansa döndük.
Kuşlar, Kuşlar…
Cumartesi günü öğleye doğru Ubeydullah, Furkan, eşim ve ben dördümüz Kuş Parkı’na gitmek üzere yola çıktık. Şehrin merkezine yakın bir yerde bulunan parka geldik. Kişi başına 63 ringgit ödeyerek dört bilet aldık. Ubeydulah ve Furkan öğrenci kimlikleri sebebiyle biletler için 25’er ringgit ödediler.
Hava oldukça sıcak ve bunaltıcı ama Kuş Parkı gezilip görülmeye değer bir yer. Pek geniş ve bakımlı. Çok büyük kafesler yapılmış. Ağaçlar üzerine kurulmuş yüksek tel örgüler sebebiyle kuşların dışarı kaçması önlenmiş. Uçamayan büyük kuşlar için böyle kafeslere bile gerek görülmemiş. Envai türde ve renkte kuşlar gördük. Yüce Allah’ımızın eşsiz yaratma gücüne her seferinde şahit oluyor ve “Sübhanallah” diyoruz. Birçok kuşun yanına kadar sokuluyor, hatta kuyruğundan tutabiliyoruz. Pelikanlar, tavus kuşları ve daha başka pek çok tür yanımızda yöremizde dolaşıp adeta poz veriyorlar. Epeyce fotoğraf çektik.
Kuş parkında irili ufaklı maymunlar da o ağaçtan bu ağaca zıplıyor, bir yiyecek vereceğimizi ümit edip ayaklarımızın dibine kadar sokuluyorlar. Kimisi bir dalda uyukluyor, kimisi incecik bir dala tutunup maharetle sallanıyor.
Negara Mescidi ve Botanik Park
Kuş Parkı’ndan çıkıp hemen yakında bulunan “Mescid Negara” yani “ulusal, milli mescid” denilen görkemli camiye girip öğle namazlarımızı eda ettik. Pek teşkilatlı görünen bu caminin bir havuz üzerindeki yüksek ve zarif minaresi ile içindeki Endülüs mimarisine uygun mihrabı da görülmeye değer güzellikteydi.
Namazdan sonra yine yakınlarda bulunan “Botanik Park”a vardık. Pek geniş bir alana kurulmuş ve içine yapay bir göl yapılmış olan bu ilginç yerde birçok çeşit ağaç ve bitkiler görüp yine Mevlâ’mızın sonsuz kudretine şahit olduk. Park içinde geyik benzeri bazı hayvanlar için de yer yapılmış. Yüksek ve bodur ağaçlar, çiçekli ve meyveli dallar, yağan bol yağmur ve hemen ardından çıkan güneş sebebiyle pek neşeli görünüyorlar…
İkindi namazını park içindeki küçük bir mescitte eda edip, hayli yorgun ama memnun vaziyette kendi mahallemize döndük. Vakit hayli ilerlemiş, akşam ezanları okunmuştu.
18. 2. 2020 Salı günü akşam namazından sonra Ubeydullah’ın okul arkadaşlarından Doğan kardeşin davetine icabetle onların evine gittik. Yeni doğmuş olan ikinci oğlu için verdiği yemeğe iştirak ettik. Burada, Üniversite hocalarından Saim Bey ve birkaç doktora öğrencisi ile tanıştık. Herkes hatıralarından bahsetti. Saim Hoca’yı hoş sohbet ve acılı bir kimse olarak gördüm. Malezya’ya geleli 12 yıl olmuş… Türkiye’ye dönünce Karabük Üniversitesi’nde hocalık yapacakmış.
Davette Doğan kardeşin Mısırlı hanımının erkek kardeşi, bir doktora öğrencisi ve Gazzeli bir arkadaş daha vardı. Kızarmış tavuk ve pilav ikram edildi. Ayran ve daha sonra çay içildi.
Doğan kardeş sevimli, fedakâr ve çalışkan bir kimse. Malezya’ya iyice alışmış görünüyor. İslâm hukuku dalında doktora yapıyormuş.
Mariamman Mabedi
21. 2. 2020 Cuma günü namazı Ubeydullah ve Furkan’la beraber ismi “Cami-i İhsan” olan büyük bir mescitte eda ettik. Hutbe Malayca okunduğu için Arapça kısımları hariç bir şey anlamadık.
Kuala Lumpur’da Mariamman Mabedi
Namazdan sonra yine Furkan’ın otomobiliyle şehrin merkezinde bulunan ve içine iki yüzden fazla ikon yerleştirilmiş bir Hint mabedini görmeye gittik. İsmi “Mariamman” imiş. Ara caddelerin birindeki bu ilginç yerde epeyce fotoğraf çektik.
Buradan çıkıp başka bir Çin mabedine girdik. Taoistlere aitmiş. Görevliye dinin kurucusu Lao Tse’yi sorduk. “O, sadece bu dine mensup büyük bir filozoftu” demiş İngilizce…
Çin pazarına ve bazı Hint, Japon eşyalar satılan büyükçe bir pazar yerine gidip dükkânları gezdik. Uyduruk mallar yanında pek kaliteli ve pahalı eşyalar da gördük ama bir şey almadık.
Genting Highland ve Hayat Üniversitesi
Merkezden ayrılıp İslâm Üniversitesi istikametinden Kuala Lumpur’un sayfiye mekânı olan “Genting Highland”a doğru yola çıktık. 40-50 km. ilerleyip, bir karış yeri bile çıplak olmayan ve her tarafı pek çok ve çeşitli ağaç ve bitkilerle kaplanmış yollardan ilerleyerek “el-Attas” ailesine ait bir komplekse ulaştık. İlginç ve küçük evlerin yapıldığı ve adına “Hayat Üniversitesi” denilen bu yerin sahibini aradık ama adam yoktu. Kenarından küçük bir derenin de aktığı evler terk edilmiş gibi ve hayli bakımsızdı. Aramızda, “İnziva için mükemmel bir yermiş!” şeklinde konuştuk…
Buradan ayrılıp yörenin en yüksek kısmına doğru ilerledik. Yolda devasa ağaçlar ve maymunlar gördük. Nihayet üzerine teleferikle de ulaşılan noktalara geldik. Hava inanılmaz derecede değişmiş ve soğumuştu. Sobaya ihtiyaç gösterecek kadar soğuk olan bu bölgeye pek çok ve yüksek oteller yapılmış. Bir Çinli, görkemli bir mabet inşa ettirmiş. Dört yanı gezdik. İkindi namazını açık havada ve esen şiddetli rüzgârla kılıp, sisler arasından aşağıya, Kuala Lumpur’a indik. Vakit hayli ilerlemişti. Akşam namazını bir petrol istasyonunda eda edip rezidansa geldik. Oldukça verimli bir gün geçirdiğimizi söyleyebilirim. “Yarın belki çocukları da o bölgeye götürebiliriz” diye düşündük. Hava sıcaklığındaki fark şaşırtıcı derecedeydi.
Cumartesi günü, öğleden sonra çocukları Genting Highland’a götürmek için yola çıktık. Para bozdurmamış olduğumuzu fark edince oto yola giremedik. Bir petrol istasyonunda bankadan para çekmek istedik ama bu da mümkün olmadı. Buradakiler doları da bozmak istemiyor ve bir şey alacaksak mutlaka ringgit istiyorlardı. Mecburen yol değiştirip Ubeydullah’ın okuluna gittik. Arabayla civarı ve kampüsü dolaşıp şehrin merkezine döndük.
Salı günü için İstanbul’a, Dubai aktarmalı iki uçak bileti aldık. Orada bir saat bekleyip sonra İstanbul’a uçacakmışız. Hayırlısı ne ise o olsun diye dua ediyoruz.
Dönüş
24. 2. 2020 Pazartesi günü öğle namazını kıldıktan sonra Ubeydullah, annesi ve ben, Kuala Lumpur merkezinde bulunan meyve pazarına gidip, buraya ait ilginç meyvelerden bir miktar aldık. Onları Türkiye’ye götürmek istiyoruz. Daha sonra ikindi namazını Jamek Camii’nde eda ederek, hediyelik eşyalar satılan büyükçe bir çarşıya gittik. Çocuklara ufak tefek şeyler aldık.
Salı günü saat 06.00’da kalktık. Namazları kılıp yola çıktık. Furkan’ın sürdüğü otomobil ile havaalanına geldik.
Yedi saatlik bir uçuştan sonra Dubai’ye ulaştık. Araya sora İstanbul’a gidecek uçağı bulup bindik. Beş saat süren bir yolculuktan sonra İstanbul’a geldik. Hiçbir zorlukla karşılaşmadan valizlerimizi alıp çıktık. Torunlarım Ahmet Safa ve Muhammed Akif bizi karşılamaya gelmişler.
19 gün süren Malezya seyahatimiz böylece tamamlanmış oldu.
Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a muhsustur.