Beylerbeyi Sarayı’nda Kokulu Manolyalar, Beykoz Çayırı ve Midilli Ali Reis…
30 Ağustos 2015 tarihinde öğle saatlerine doğru evden çıkıp Beylerbeyi Sarayı’na gittik. Amacımız daha önce birkaç kez girip gezdiğimiz bu muhteşem yapının bahçesini bir kez daha dolaşmak ve oradaki büyük çiçekli manolyaların fotoğraflarını çekmekti. Bunlardan birisi 180 yaşını geçmiş ve anıt hüviyetine kavuşmuştu. Gövde çapı 1,5 metreye, boyu 14 metreye ulaşan bu tarihi yadigâr, yanındaki benzer ağaçlar arasında hemen fark ediliyor, güzelliği ile göz dolduruyordu. Sultan Abdülaziz’in emriyle inşa edilmiş Beylerbeyi Sarayı’nın yapımından 25-30 yıl kadar önce dikilmiş ve bugüne kadar mevsiminde tabaklar gibi açtığı şahane çiçekleriyle tüm çevreye kokusunu yaymıştı. Onun ve civarındaki bambuların fotoğraflarını çekerken bir zamanlar burada ikamete mecbur bırakılmış cennetmekân II. Abdülhamid Han’ı düşünmekten kendimizi alamadık. Herhalde o büyük Sultan da burada geçirdiği acılı yıllar içinde sarayın bahçesine çıkmış, bu ağaçlar altına oturarak memleketinin geleceğini düşünmüştü. Belki de kendisini teselli eden tek şey şu güzelim ağaçların parlak yaprakları, büyük çiçeklerinin saldığı nefis kokulardı.
Manolya ağaçları daha çok rüzgârlı yerlerde yetişen ve yaz-kış yapraklarını dökmeyen ağaçlarmış. Yetiştirilmeleri hayli zor olmakla beraber yerlerini beğendikleri takdirde yavaş yavaş boy atmakta, bazıları 25-30 metre kadar büyümekteymiş. İstanbul’un tarihi ağaçları arasında ayrı yerleri olan bu güzel bitkileri Boğaz’ın birçok yerinde görmek mümkündür.
Biz bir süre saray bahçesinde gezindikten sonra buradan ayrılıp Çengelköy’e geldik. Fotoğraflarını çekmek istediğimiz birçok güzel ağacı bulduktan sonra Beykoz’a doğru yola devam ettik. Yolun sağ ve solundaki bazı parklar içindeki büyük ağaçları ve çeşme önündeki kadim çınarları görüp inceledikten sonra Beykoz Çayırı denilen ve şimdi halkın piknik yaptığı geniş düzlüğe geldik. Burada sağa sola serpilmiş pek büyük çınarlar vardı. Bunların bir kısmı içleri boşalmış devasa ağaçlardı ve gerçekten pek görkemli görünüyorlardı. Bazılarının etrafı demir şebekelerle çevrilmiş, koruma altına alınmıştı. Demek ki belediye ilgilileri ağaçlara bakım yapıyor, ilaçlıyor, budama işlemleri gerçekleştirerek daha uzun yıllar ayakta kalmalarını sağlamaya çalışıyorlardı.
Anadolu Kavağı’ndaki anıt ağaçları görmek için yola devam ettik. Pazar günü olduğu için bir kısım İstanbullu yol kenarını doldurmuş, denize giriyor, çay demliyor, mangal yakıp piknik yapıyordu. Midilli Ali Reis Camii kenarındaki devasa Ali Reis Çınarının fotoğraflarını çektim. Öyle daracık yolun ucunda, inanılmaz büyüklükteki gövdesiyle kaldırım döşeli yola uzanmış duruyor, tek karede fotoğrafını çekmek mümkün görünmüyordu. Yanına konulmuş tanıtım levhasında çapının 216 cm, tepe çapının ise 28,5 metre olduğu yazılıydı. Civarda belki kendisinden daha büyük bir başka çınar olduğunu öğrenmiş ve hemen yanına koşmuştuk. Bu ağaç yarısı yere yıkılmış dev Ayazma Çınarıydı ve gövde çapı 181 cm olmasına rağmen tepe çapı 34,5 metreye ulaşmaktaydı. Tabelasında yazıldığına göre bu koca devin boyu da 33 metreyi geçmişti.
Bir süre daha civarı dolaşıp çeşitli fotoğraflar çektikten ve böylece akşama kavuştuktan sonra “İnşallah her şey hayırla sonuçlanır…” diyerek Beykoz’dan Üsküdar’a döndük.
İstanbul’da seyrine gidilecek o kadar anıt ağaç var ki, onları teker teker anlatmaya kalkmak mümkün değildir. Bir kısmı Bizans döneminden kalma bu kadim ağaçlar, görenleri şaşkına çeviren muhteşem devler gibi zamana meydan okuyarak bugünlere gelmişlerdir. Sadece Topkapı Sarayı bahçesindeki ağaçlar bile ayrı bir kitap doldurabilir. Burada Gülhane Parkı önündeki devasa çınarı ve yine parkın içindeki anıt ağaçları da zikretmek gerek. Şehzâdebaşı, Süleymaniye, Fatih ve Eyüp Camii bahçelerindeki ağaçlar ise ayrı bir âlem…
Belki bir fırsat bulur Fenerbahçe Parkı içindeki iki anıt servi ile bir sakız ağacını, Çamlıca’daki “Aşıklar Ağacı”nı ve Sarıyer’de, Emirgan Korusu içinde bulunan 200 yaşını çoktan geçmiş Gümüşî Ihlamur’u seyre gidersiniz. Ah şu İstanbul’da görülmeye değer daha nice Çitlembik, Akdeniz Servisi, Fıstık Çamı, Doğu ve Londra Çınarları, Dişbudak, Kestane ve Ihlamur ağaçları vardır. Her biri başka koku, başka neşe vermekte ve elbette her biri kendi kaderine doğru yürüyüp gitmekte…