25 Ağustos 2015 tarihinde, on kişilik küçük bir kafile halinde, iki otomobile doluşup İstanbul’dan yola çıktık. Önce güzergâhımız üzerindeki Tekirdağ, Malkara, Keşan, Bolayır gibi yerleri gördük. Keşan’da Hersekzâde Ahmet Paşa Camii’ni, Bolayır’da Orhan Gazi oğlu Süleyman Şah’ın türbesini ziyaretten sonra -Bu türbenin haziresinde Namık Kemâl’in de kabri vardır.- yol üzerinde, Saroz Körfezi’ne kurulmuş pek çok tatil köyünden birine uğrayıp, deniz kıyısında çay içtik. Buradaki bir zat, “Saroz gibi dünyada sadece üç yer var. Deniz burada kendi kendini temizliyor…” dedi. Bulunduğumuz yer Güneyli Köyü’nün aşağı kısımlarıydı.
Gelibolu’ya geldik. Yola devamla Akbaş Şehitliği’ne ulaştık. Çanakkale Savaşı sırasında burada bir hastane kurulmuş ve ağır yaralılar vefat edince yine buraya defnedilmiş. Binlerce şehitten bahsediliyor…
Akbaş’tan ilerleyip Kocadere Şehitliği’ne geldik. Ortalıkta kimse görünmüyor. Bazı büyük ağaçların altında birkaç mezar taşı ve yuvarlak bir duvarla çevrili yalnız ve rüzgârlı bir şehitlik… Sanki bundan tam 100 sene önce buraya defnedilmiş aziz şehitlerin ruhları dolaşıyor ağaçlar altında. İbrahim oğlu Mehmet, Hasan oğlu Ali… Kimi Gazzeli, kimi Halepli. Erzurum, Sivas ve Kayserili şehitler… Osmanlı coğrafyasının dört bir köşesinden gelmiş on binlerce yiğit adam. Şu tepe, bu tepe, şu dağ, şu bayır. Her taraf şehitlik…
Gelibolu kaynıyor.
“Gece sessizce dolaşan şehitler görüyoruz bazen…” diyormuş yaşlı köylüler. Birileri, “Bir şehit bana kurşun verdi…” diyormuş ürpererek. Efsaneler de büyüyor bir yandan. Unutulmaz hikâyeler fısıldıyor toprakta kaybolmaya yüz tutmuş küçük mezar taşları. 250.000’den fazla şehide sayısız rahmet ve minnet… Onlar cihanın asla unutulmaz kanlı gülşenlerini kurup göçtüler bu dünyadan. Anne, baba, kardeş ve sevgililerini bıraktılar geride. Bir inanç, bir mukaddes dava uğruna canlarından geçip, sayısız destanlar yazdılar.
Gelibolu’yu dolaşıyoruz hüzünlü yüzlerle. Dudaklarımızda İhlâslar, Fatihalar…
Kocadere Şehitliği’nden Kabaktepe’ye geldik. Oradan Anzak Koyu’na, Arıburnu yarlarına… Sonra dönüp Conkbayırı, Alçıtepe, Abide Şehitliği, İlk Şehitler Anıtı, Yahya Çavuş… Derken Soğanlıdere ve Havuzlar Şehitliği. Sonra Seyit Onbaşı, Mecidiye, Hamidiye Tabyaları ve Kilit Bahir…
Buradaki müzeyi geziyoruz. İçerde savaştan arta kalan top, tüfek, kasatura, kurşun, çanak, çömlek parçaları sergileniyor. İbretle bakıyoruz eski, çürümeye yüz tutmuş, üzerinde kurşun delikleri olan mataralara. Elbise düğmeleri, at gemleri, şarapnel parçalarına…
Bu unutulmaz gezi sırasında beni en çok etkileyen şeylerden biri de Sargı Yeri Şehitliği’nde gördüğüm, döne döne büyümüş “Burgulu Servi” ağacıydı. Binlerce şehidin kanıyla yoğrulmuş şehitlik üstünde ve muhakkak ki onların aziz ruhlarını temsil etmek ister gibi toprağı kucaklamış. Sonra belki kutsal hüzün ve kederi sebebiyle böyle döne kıvrıla ve kendi içine sarılarak başını göğe kaldırmış. Sırım gibi sağlam gövdesi üzerinde öylesine alımlı ve güzel büyümüş ki, ilk bakışta nazlı bir gelin edası gösteriyor. Kim bilir hangi yıl ve hangi kutlu el tarafından toprağa atılmış tohumunu çatlatıp böyle bütün dünyaya meydan okuması insanı bin bir düşünceye sevk ediyor. Gecenin korkunç karanlıklarında ve düşmanın amansız ateşi altında dahi nöbet yerini terk etmeyen aslan yürekli bir nefer gibi duruyor! Ne başında esen amansız rüzgârlara aldırış etmekte, ne de savrulup duran kara. Soğuk ve sıcak dinlemeden öyle dimdik bekliyor. Kim bilir daha kaç asır bekleyecek altında yatan kahraman erlerin başında. Sanki onların mezar taşıdır ve asla yıkılmayacak…
Yolunuz Gelibolu’ya düştüğünde siz de bu muazzez serviyi mutlaka görüp, koyu gölgesinde şu unutulmaz Çanakkale Savaşı’nın bin türlü safahatını hatırlayın. Vatan diye bellenmiş bir toprak parçasının nasıl on binlerce can vererek korunduğunu düşünün. Çok derinlerden gelen sesleri duyup Abdullah oğlu Mehmetler, Cemal oğlu Süleymanlarla konuşun. Önlerinde saygıyla boyun büküp, yazdıkları destanı dinleyin… Şu burgulu servinin gövdesine sarılıp mübarek dallarını öpün. Belki size de “Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber / Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!” diyecektir.