Yılın son günü.
2020’den 21’e küresel salgınla giriyoruz. En yalın gerçek bu.
Ülkemizde her gün 250’li rakamlarla insanlarımızı son yolculuğuna uğurluyoruz. Her gün bir uçak düşmüş gibi. Kabristanlar yeni açılmış ürküntü verici mezarlarla dolu. Nerede ise yalnız veriliyor toprağa insanlar…
Yoğun bakımlarda eşten – dosttan uzak yalnız ölümler gibi.
Yoğun bakımlar… Ah o yoğun bakımlar. Doktorlar, hemşireler, oradan sağ çıkanlar .… orada yaşanan can savaşını anlatıyorlar. “Sakın düşmeyin oraya” çığlığına eşlik ederek. Doktorların, hemşirelerin ellerinin altından kayıp giden canlar konusunda ne hissettiklerini, yüreklerinde nasıl bir mukavemet geliştirdiklerini hep merak etmişimdir. Zor olmalı değil mi? Ne de olsa bir ünsiyet kazanılır şifa bulmak için çaba sarf ettiğiniz insanlarla…
Küresel bir salgın bu.
İnsanlık olarak nasıl kırılgan olduğumuz ortaya çıktı bu salgınla. 2020 Mart’ından bu yana bütün dünya boğuşuyor gözle görülmeyen bir varlıkla. Virüsle.
Virüse ilişkin efsaneler oluştu nerdeyse. Nasıl sinsice tutunuyor insanın içinde, nasıl tahrip ediyor tutunduğu mekanları ve insanı nasıl alıp götürüyor…
İnsanlık nasıl da devrim yapmıştı bilimde. Ama işte, bir virüsü keşfedinceye, onunla mücadele edecek aşıyı geliştirinceye kadar bütün dünyada yüzbinlerce insan bu mikroskobik varlığa yenik düştü.
Üstelik henüz daha kaç zaman virüsle başımızın dertte olduğunu ön göremiyoruz. 2021’de kurtulur muyuz, yoksa 2022’ye sarkar mı? Virüs mutasyon geçirirse ne olur, geliştirilen aşı mutasyon geçirmiş virüsle de mücadele edebilir mi, bunlar hep meçhul.