Nefes alış veriş gibi bir ilişki. Hayat gibi bir ilişki. Evet, ruh gibi bir ilişki. İslam’la ilişkimiz.
Günlere, aylara bağlı olarak var olan ya da devreden çıkan değil.
Her anımız İslâm’lı olacak veya olmayacak, hepsi ona göre kayda girecek.
Belli zamanlar, diyelim Kadir gecesi diriliği, diyelim Ramazan diriliği, diyelim namaz vakti diriliği, hac diriliği, bunlar ana yolculuğu besleyen özel damarlar, ama insanın İslam’la ilişkisi, bir kere o alanın içine girdikten sonra, her âna anlam katan bir aidiyet hali. Tatili de yok. Yani “Biraz yorulduk, İslam’la ilişkimize ara verelim, dinlenelim” hali söz konusu değil. Nefes alıp vermeye tatil yapıyor muyuz?
Tüm bunları söylemenin bir anlamı var.
Namazda olma, sokakta olmama hali yaşanıyor zaman zaman.
Kandil günlerinde -gecelerinde olma, ertesi gün başkalaşma hali yaşanıyor.
Ramazan’da derlenme toparlanma, Bayramla birlikte ipin ucunu kaçırma hali.
Hac’da Arafat’ta “Huzur hali” yaşama, dönüş uçağına bindikten sonra iklime yabancılaşma hali.
Neden oluyor bu?
İslam’la ilişkinin gerçek niteliği kaybedildiği için.
“İslam bizim neyimiz olur?” sorusunun cevabını belki baştan iyi kavramadığımız, sonra da cevap diye bir hassasiyetimiz kalmadığı için.
“İslam’ın kapsama alanı nedir?” gibi bir soru, hayatın akışı içinde farkında olmadan yaşatılan yeni bilinç yüklemeleri sebebiyle gündemimizden çıktığı için.
Daha da temelden baktığımızda, varoluşumuzla ilgili zihni koordinatlarımız yeterince yerli yerine oturmadığı için. Hayatı ve ölümü anlamlandıramadığımız, Yaratan ile ilişkimizin niteliğini idrak düzeyinde yaşamadığımız için.