Turizm konusunda dikkatimizden kaçan bir kör nokta var! Gelişmişliğin ülkeler üzerinden bir değerlendirilmesi yapılırsa görülecektir ki, dünyada hiçbir ülke "turizm geliri" ile kalkınmış değildir.
Turizm, insanları çalışmaya, üretmeye değil, sefahate (eğlenceye, gezip-tozmaya) özendirmektedir. Bu anlayışla insanlar kendi özel hayatlarında bile yükselemez. Biz, gelişmiş ülkelerden gelen turistlerin kendi memleketlerinde "işlerinin kölesi olduklarını" bilmiyoruz.
Gelişmenin ruhu olan ekonominin tarım, ticaret ve endüstri olmak üzere üç temel "sacayağı" vardır. Bunlardan tarım, genelde geri kalmış fakir ülkelerin geçim kaynağı durumundadır. Bu ülkeleri "çiftliği" gibi gören gelişmiş ülkeler ise, dünya ekonomisinin "ticaret ve endüstri" ayaklarını ellerinde tutmaktadırlar.
Ürettikleri bir sanayi mamulüne karşılık olarak buralardan tonlarca hazır tarım ürünü alarak hayatlarını rahatça sürdürmektedir.
Ülkemiz tarım ürünleri ile gelişilmeyeceği gerçeğini (çok şükür) son yıllarda nihayet anlamıştır. Bu nedenle kalkınma hamlemizin ağırlığı, "ticaret ve endüstri" alanına kaydırılmıştır.
Bu düşünce ile "üretim, istihdam ve ihracatımız", her geçen gün gelişme kaydetmektedir.
Ülkelerinden çıkıp turist olarak yabancı ülkeleri, (hatta kendi ülkesinde yabancısı olduğu bölgeleri) ziyarete gelen insanlar, (anlaşılır gibi değil) adeta değişik bir "ruhi atmosfere" girmektedir. Kendi ikamet mahallinde yapamadığı birçok çılgın hal ve hareketleri kendilerine adeta "mübah" görmektedir. Tabiri caizse, kendilerini "zincirden kurtulmuş"(!) olarak hissetmektedir. Böyle bir ruh hali ile "ahlaken" örfünden ve inancından kopmaktadır.
Bu nedenle turizmin hareketli olduğu yerleşim merkezlerinde ahlaki bozulma başlama daha çok görülmektedir..
Yüce dinimizde "müsaferet / misafirlik adabı" en ince detaylarına kadar ele alınmış; misafirin gittiği yerde ve misafiri olduğu hanede nasıl davranması gerektiği (gözlerine hakim olmasına kadar) adab ve erkanı ile anlatılmış olduğu halde bu ölçütler dikkate alınmamaktadır.
"Bacasız fabrika" sloganıyla ülke çapında teşviki yapılan turizmin ülkemize bulaştırdığı bir diğer hastalık(!) da şudur:
Turizm, ülkelerin milli şahsiyetini bozmakta ve "dejenere" etmektedir Adab-erkan bilmeyen ve dinlemeyen ZİBİDİLERİN "üç kuruşluk" dövizleri uğruna "milli şahsiyetimiz ve onurumuz "UŞAKLIK" zihniyetine dönüşmektedir. Buna da sözüm ona "Türk misafirperverliği" denilmektedir.
Bu düşünce ile ucuz ve hesaplı devlet kredileri, turizmi teşvik adına "çar-çur" edilmekte ve "heba" olmaktadır.
Emeklinin ücretinden bile kısarak adeta "sinekten yağ çıkarmaya" çalışan devletimizin ekonomik zihniyetinin tutumu da anlaşılır gibi değildir. Turizmin tadını parası olan çıkardığına göre, esas kaynağı (turizmi) bırakıp imkanı olmayan "GARİPLERİ" daha da sıkıştırmanın anlamı nedir?
Yediden yetmişe herkesin turizm hastalığına tutulduğu yaz aylarında yaylalarımız, dağlarımız ve denizlerimiz "çöp atığı mikroplarla" dolmakta; ormanlarımız piknik heveslisi turizm serserilerinin sorumsuz dikkatsizlikleri ile yanmaktadır.
Buradan başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere bütün devlet yetkililerine ve özellikle Turizm Bakanlığı kadrosuna seslenmek istiyorum:
Atalarımız, "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!" demişlerdir.
Her işin bir kuralı ve kanunu olnası gereken ülkemizde, turizmin adabı kalmadı ama bir kuralı ve kanunu olması gerekmiyor mu ?
Saygılarımla !
06.08 2023
Kemal CENGİZ
Emekli Müftü