Aşk-ı Turkuaz ile Özbekistan’a yaptığımız unutulmaz seyahati Seyfullah Yiğit kardeşimin akıcı, düşünceye daldırıcı, tarihi keşfederken aslında kendimizi ve geleceğimizi keşfettirici tahayyül gücünden okumaya devam ediyoruz bugünkü yazıda da.
TARİH’E GİRMEK VE TARİHİ BUGÜNE GETİRMEK…
Urgenç’ten Hive’de yer alan hotelimize geçiyoruz… Biraz istirahat ettikten sonra açık müze gibi duran Hive’de seyahat etmeye başlıyoruz. Bu arada rehberimiz Yıldız kardeşin de heyecanı gidiyor, mahir bir rehber olduğunu hemen fark ediyoruz. Tabii Yusuf Hocamızın etkisiyle olsa gerek grup arasında çok çabuk bir ünsiyet oluşuyor. Tek bir vücut gibiyiz sanki.
Tarihî bir şehir’e, şimdi içinden çıkıp gelen değil de sanki tarihin içinden çıkıp gelen ve tarihî bir şehir olduğu halde ruhunu kaybeden Hive’ye yeniden tarihteki ruhunu vermeye gelmiş gibiyiz…
Böyle bir neşve hâli var üzerimizde.
Bu neşveyi henüz Hive’de yakalayabilmiş olmak çok güzeldi gerçekten. Çünkü bazen ruh ve beden aynı anda seyahat etmiyor. Beden olarak gittiğiniz yere ruh olarak gidemeyebiliyorsunuz. Biz Hive’deydik her birimiz ayrı ayrı ve yek vücut olarak…
Tabii şehrin her tarafı tarihî eserlerle dolu. Oradan çıkıp oraya, şuradan çıkıp oraya gidip geliyoruz. Fotoğraflar çekiliyor. Güneşten yanıyoruz. Ama şikâyet etmiyoruz; derdimiz, ölü tarihi diriltip kendine getirerek yarınlarımızı inşa edecek bir hikâye inşa etmek çünkü.
Hive’de çok güzel bir Cuma namazı eda ediyoruz. Çok sade bir makamla ezan okunuyor. Çok sevdim ezanı. Hoca da çok sevmiş olmalı ki, videoya almamı söyledi.
Tesbihat sonrasında cemaatin en yaşlısının dua etmesi dikkatimi çekti. Bunu şöyle yorumladım: En azından cami içinde en büyük olana değer verilerek Müslüman cemiyette yaşlıya, büyüğe verilen önem, hürmet bir şekilde diri tutulmuş oluyor. Ayrıca beli bükülmüş ihtiyarların öncülüğünde Allah’a(cc) niyazda bulunmak daha çok rahmete de vesile olurdu.