Toplumdaki bazı göstergelere bakıldığında, dine dair özellikle yeni nesilde bir prestij kaybı yaşandığı gözlemlenmektedir. Peki bu kaybın temel sebepleri nelerdir? Fakat şöyle bir saptamayı yapmalıyız. Dünya konjonktürünün de etkisiyle oluşan dine yönelik bu kaybı telafi etmek üzere inanç dindarlarca metafizikleştirildiği için bunalım daha da derinleşmektedir.
Tüm aksi iddialara rağmen toplumda bir sekülerleşme süreci işlemektedir. Bu, bir boyutuyla dinin yaşadığı prestij kaybından, yeni postmodern dinsellikten, diğer boyutuyla müslümanların gündelik hayattaki temsillerinde varolan problemlerden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar desekülerleşme denilen bir sürecin gelişmekte olduğundan bahsedilse de, son kertede desekülerleşme taleplerini karşılayacak postmodern dinimsi yapılar devreye girmektedir.
Klasik ilmihal ve kitaplarda din üç boyutlu olarak ele alınmaktadır. Bunlar; itikat, ibadet ve ahlaktır. İtikat kişinin dünyaya karşı nasıl tavır alacağını çerçeveleyen geniş kapsamlı bir teori olarak insanın kendisi, evren ve diğer insanlarla nasıl ilişki kuracağını da formüle etmektedir. Özellikle din kurumsallaştıktan sonra bu inançlar farklı şekillerde formüle edilmektedir.
İkinci boyut olan ibadet ise daha çok insanın arınması ile ilintilidir. Arınma insanın temel bir ihtiyacıdır ve bütün dinler müntesiplerine bunun imkanlarını sunarlar. Zira insan yaşadıkça ve hata yaptıkça, aslında o günahların altında ezilmeye başlar. Bu anlamda klasik ibadetler insan ile Tanrı arasında olmakla birlikte sonuçları sosyal ve kamusaldır. Bir başka deyişle, arınmanın görünürlüğünü insanın üzerinde taşıdığı dindarlık sembolleri değil, evren, eşya ve diğer insanlarla ilişkileri üzerinde izlemek gerekir.