Atasözleri “bir toplumun duygu, düşünce, inanç ve kültür yapısını yansıtan öğüt verici özlü sözlerdir”. Bu sözler, uzun yıllar yapılan gözlem ve kazanılan tecrübeler neticesinde elde edilen ve nesilden nesile aktarılarak gelen görüşleri, düşünceleri ve öğütleri ihtiva eder. Dolayısıyla da bu sözlerde hem olumlu hem de olumsuz davranışların yer aldığı ve genelleştirildiği görülür. Nitekim “Ak akçe kara gün içindir” ;“Sakla samanı gelir zamanı” veya “İyilik yap denize at, balık bilmez ise Halk bilir” gibi olumlu davranışları ifade eden atasözlerinin yanında, “ Dayak cennetten çıkmadır”, “Hocanın vurduğu yerde gül biter”, “Eti senin kemiği benim” , “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi olumsuz davranışları ifade eden sözler de bulunmaktadır. Bunlardan biri de “Merhametten maraz doğar” atasözüdür. Merhamet gibi olumlu bir duygu, nasıl oluyor da hastalık, dert ve bela anlamına gelen “maraz”ı doğuruyor, vefasızlığa ve kötülüğe kaynaklık ediyor?
Bilindiği gibi merhamet, “Acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lütuf” olarak tanımlanmaktadır. Allah’ın yaratığı bütün varlıklara olan lütuf ve ihsanlarını da kapsayan bir anlam içeriğine sahiptir. Bu nedenle “rahman ve rahîm” sıfatı, Allah Teâlâ’nın Kur’an’da sıkça zikrettiği sıfatlar arasında yer alır. Bu nedenle merhamet, insanı, beşerîlikten kurtarıp insan olmasını sağlayan önemli bir duygudur. Zira merhamet, insanları, hemcinslerine ve diğer bütün canlılara karşı duyarlı olmaya; yardım etmeye sevk etmekte ve bunlara duygusal destek sunmayı ve onların iyiliği için çaba göstermeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla merhamet, acımaktan da öte bir anlam içeriğine sahiptir, acıtmamayı ve incitmemeyi insana hatırlatan; onları sürekli olarak iyiliğe ve doğruluğa yönelten her olumlu tutum ve davranışlara sevk eden bir duyguyu yansıtır.
Bu nedenle merhameti, bir nev’i hastalık olarak görmek, anlamak ve bu anlamı genelleştirmek, fıtrata aykırı olduğu kadar, Kur’an’ın ruhuna da aykırıdır. Dolayısıyla bazı kişilerde, bu duygunun körelmiş olması nedeniyle bütün insanları kapsayacak tarzda “merhametten maraz doğar” denilmesi, ön yargının ve genelleştirmenin bir sonucudur. Böyle bir ifade, insanlardaki merhamet ve şefkat duygularını yok saymak ve onların sosyal çevreleriyle olan ilişkilerini canlı tutmalarını ve sağlıklı intibaklar yapmalarını amaçlayan Kur’an ilkelerine de ters bir tutum ve davranışı ifade etmektedir. Zira Kur’an’da merhamet ile ilgili pek çok ayet bulunmakta ve bu ayetlerde Allah’ın ve Hz. Peygamber’in merhametinden söz edilmektedir. “Rahmetim her şeyi (bütün mahlukatı) kuşatmıştır” [1] ayeti buna bir örnektir.
“Yemin olsun ki size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin küçük bir sıkıntıya düşmeniz bile onu üzer; O size çok düşkündür. Müminler için yüreği şefkat ve merhametle çarpar” [2] ayeti ile “Biz seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik” [3] ayeti Hz. Peygamber’in merhametini açıklamaktadır. Nitekim peygamberimizin insanlara olduğu kadar hayvanlara da merhamet gösterdiği; çocuklarla şakalaştığı, ilgilendiği, onları kucağına alıp sevdiği bilinmektedir. Peygamberimizin çocuğu öptüğünü gören bir kişi, “Ya Resulallah! Benim on tane çocuğum var ama hiçbirini öpmedim” dediğinde Peygamberimizin “Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim!..” [4] dediği nakledilmektedir.
Merhamet, her ne kadar “acımak, esirgemek, korumak, bağışlamak ve nimet vermek” gibi anlamlara gelse veya “bir kimsenin veya bir canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlansa da “hayır, iyilik, ihsan, nimet ve kalp inceliği” anlamlarını da ihtiva eder. Zira Kur’an’da cezaî müeyyidenin uygulanışı ile ilgili ayette “re’fet/acıma, Allah’ın yasasını uygulamakta size engel olmasın” [5] denilmektedir. Ayette geçen “re’fet” bağlamı itibariyle acıma anlamına gelmekte ve bu nedenle merhametin re’fetten daha geniş bir anlam içeriğine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim merhamet kelimesi ile aynı kökten türetildiği bilinen rahman ve rahîmin Kur’an’da Allah’ın bir sıfatı olarak zikredildiği ve pek merhametli, çok nimet verici ve çok müşfik anlamlarına geldiği görülmektedir.
Allah’ın bir ismi olarak bu kelimeyi, Türkçe’ de tam olarak karşılayacak bir sözcük de bulunmamaktadır. Bu nedenle Türkçe’deki “esirgeyen”, “bağışlayan”, “acıyan” ve “yarlığayan” kelimeleri, “rahman” kelimesinin anlamını karşılamamaktadırlar. Zira “esirgeyen” sözcüğünde kıskanma anlamı vardır ki “rahman” kelimesinde bu anlam yoktur. Acıyan sözcüğü ise rahman kelimesinin anlamını tam ifade etmemektedir. Çünkü merhamet, sadece acımak değil, acıyı, musibeti, sıkıntıyı, derdi ve belayı giderip yerine sevinci, nimeti, sıhhati, devayı, ferahı ve rahatlığı getiren bir hayrı ve iyiliği ifade etmektedir. Bağışlayan sözcüğü ise rahman kelimesinin değil, “vehhab” ve “afüv” kelimelerinin karşılığıdır.[6] Nitekim Allah Teâlâ da “İyilikle kötülük bir değildir. Kötülüğü en güzel şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık olan kimse sanki candan bir dost olmuştur.” [7] diyerek Müslümanlara önemli bir mesaj vermektedir. Tarih boyunca Müslümanlar’ın da bu mesaja uygun bir hayat yaşadıkları, dostlarına merhamet etikleri gibi düşmanlarına da merhamet etmekten de geri durmadıkları bilinmektedir.
“Geçmişten günümüze içinde yaşadığımız toplum ve kültür ortamı da bizi merhametli olmaya teşvik etmektedir. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye bıraktığı vasiyetnamesinde “Allah’ın yarattığı her şeye karşı merhametli ol” ifadesini kullanarak merhamet duygusunun özelliğini vurgulamıştır. Yunus Emre “Yaratılanı severim Yaratandan ötürü” ve Hz. Mevlana “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol” sözleriyle bu özelliğe odaklanmamızı sağlamışlardır. Bu nedenledir ki atalarımız yaşadıkları dönemde; kuşlar için özel yuvalar yapmışlar, dağda yaşayan yabani hayvanların kışın aç kalmamaları için onlara yiyecek getirmişler, toplumda yaşayan ihtiyaç sahibi kişilerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için vakıflar kurmuşlar, sadaka taşları oluşturmuşlar ve yapmış oldukları daha nice sessiz iyiliklerle merhamet duygusunu eyleme dönüştürme konusunda bize örnek olmuşlardır.” [8]
Nitekim tarihi kayıtlarda yer alan şu bilgi de ayrıca değerli bir örnektir:
“Haçlılar, Denizli’den Antalya’ya doğru ilerlerken Türklerin hücumları ile çok zayiata uğruyor; Rumlar da fırsattan faydalanarak Haçlılara darbe vuruyorlardı. Türkmenler sürülerini alarak çekiliyor; çarpışmalardan başka açlık, hastalık Haçlıları bitiriyordu. Nihayet perişan bir vaziyette Antalya’ya varan Haçlıların kont ve baronları gemilere binip Suriye sahillerine gittiler. Fakirleri Antalya’da kalınca Rumlar, Türkleri çağırdılar. Haçlılar, “Türklerin kılıcından daha ziyâde Rumların hıyanetinden” kayıplara uğradılar. Nitekim Türklerin gelmesi üzerine “iki düşman arasında kalan Haçlılar kaçıyor; esir veya ölüler çoğalıyordu. Rumların hileleri tecavüze inkılâb etti. Fakat Türkler artık acınacak durumda bulunan bu aç, hasta, fakir insanlara karşı savaştan vazgeçip merhamete geldiler. Aç ve fakirlere yemek verdiler; hastalarını tedavi ettiler ve kendilerine para dağıttılar. Böylece dindaşları Rumların zulmünden kaçıp Müslümanlar nezdinde himaye ve merhamet arayanlardan 3000’den fazla gencin Türklere iltihak eylediği söyleniyor.”
Kralın seferde papazı olarak bulunan Odon de Deuil, Haçlıların Müslüman olmasından müteessir olarak : “Ey hıyânetten daha zâlim olan merhamet! Müslümanlar Hristiyanlara ekmek vererek dinlerini satın alıyorlardı. Bununla beraber Türkler onları İslâm yapmak için bir zorlamada bulunmadılar” ifadesiyle dikkate şâyân bir müşahedeyi belirtmekten edemez.” [9]
[6] İsmail Karagöz Allah’ın Merhametine Mazhar Olabilen İnsanlar, Diyanet Dergi. diyanet.gov.tr
[8] Nevzat Tarhan, Merhamet, uskudar.edu.tr
[9] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 2014, s.211. Ötüken Yayınları. ( Geste de Louis (Bibl.Croisades),1,s.221-224; Odon de Deuil, s.242-244.)