Günümüzde basında “jet imam” başlığıyla yer bulan durumların benzerleri, Osmanlı döneminde de yaşandı. 1898’de Şehzadebaşı Camii’nde namazı hızlı kıldırması yüzünden imam ile cemaat arasında yaşanan tartışma kavgaya dönüşmüştü
İslamiyet'te müstesna bir yere sahip olan "ramazan", Kuran'da adı geçen tek aydır. Bu ayı diğerlerinden ayıran en önemli ibadetlerden biri de hadislerde "kıyamü şehri Ramazan" (Ramazan ayının namazı) olarak anılan teravih namazıdır.
"Teravih" kelimesi, dinlenme ve soluklanma anlamına gelir; yatsı namazını müteakip cemaatle eda edilen 20 rekâtlık nafile bir ibadettir. Osmanlı döneminde ramazan için Ertuğrul Yıldırım'ın "Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.
Yüzyıl İstanbul'unda Ramazan" isimli tezine bakılabilir.

Sultanahmet Camii'nde namaz.
RAMAZAN İBADETİ: TERAVİH
Osmanlı döneminde ramazan hilalinin görülmesiyle birlikte camilerin kandilleri yakılarak bu mübarek ayın gelişi halka ilan edilir ve o gece ilk teravih namazı kılınırdı.
Ramazanın ilanından önce camilere teravih namazı için hususi imamlar, aşırhanlar, müezzinler tayin edilirdi. Büyük cami ve mescitlerde cemaatle kılınan teravih namazlarında, her dört rekâtın ardından İhlas Suresi, salavat-ı şerife yahut ilahiler okunurdu.
İmam ve müezzinler, belirli rekâtlarda "Eviç" ve "Acem" makamlarında okuyarak tekbir getirirdi. Hatimle teravih namazı kılınan camiler halka ilan edilirdi. Padişahlar genellikle vakit namazlarını saray camisinde kılarlardı, ancak teravih namazlarını selatin camilerinin birinde kılmayı tercih ederlerdi.
Üç ayların başlangıcıyla birlikte medrese talebelerinden üst sınıflar, kasaba ve köylere giderek din hizmetleri sunar, halkın sorularını cevaplar ve çocukların eğitimine destek olurlardı. "Cerre çıkmak" olarak adlandırılan bu geleneğe göre, talebeler gittikleri yerlerde camilerde vaazlar verir ve teravih namazını kıldırırlardı. Namazdan sonra ise taşrada halkın büyük ilgi gösterdiği "Muhammediyye, Ahmediyye ve Envarü'l-Aşıkîn" gibi eserleri okuyarak sohbetler düzenlerlerdi.