“Kamus’a uzanan el namusa uzanmış, demektir”
Cemil Meriç
İbrahim GÜLSU
“Dil”in, milletlerin varlığını, bağımsızlığını, kültürünü devam ettirmedeki önemi; tartışmasız bir gerçek. Bu açıdan Cemil Meriç’in “Kamus’a uzanan el namusa uzanmış, demektir.” sözünü çok önemsiyorum.
Dilimizin ses, yapı, anlam bakımından gücünü anlatmak ve dil konusunda ayrıntıya inmek akademik bir konu. Bu alanın uzmanı değilim; ama “kamus”la “namus”u eş değerde gören bu konuda yüreği yanan bir birey olarak “dil”le ilgili kaygılarımı, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dil; bir milletin hafızası, bir medeniyetin ve kültürün taşıyıcısı, bir düşüncenin elbisesidir. Dil; toplumun bilgi, görgü, kültür birikimini geleceğe taşıyan bir kayıt aracıdır. Toplumun geçmişten geleceğe hafızasıdır. Toplumun hafızasıyla oynamak; toplumun irfanını, kültürünü, bilimsel gelişimini maziye bağlayan köprüleri yıkmak demektir.
İnsanlar, toplumlar “dil”iyle tefekkür eder. Her türlü bilimsel düşünce dille geliştirilir. Düşüncenin ufukları dille, kavramlarla zorlanır. İnsan, dille kişilik kazanır, topluluklar dille millet olur. Milletin karakteri, dünya görüşü dile yansır. Dilde bir milletin ruhu, gönlü vardır. Çünkü her toplum “kendi dili”ni konuşur.
“Kamusa uzanan el namusa uzanmış demektir.” diyen Cemil Meriç, bir millet için dilin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Milletler dilini korumada kıskanç ve direngen olmak zorundadır. Bu, dünyada millet olarak var olabilmenin temel şartıdır.
Bugün bir Alman’ın, bir Fransız’ın İngilizceye duyduğu kıskançlığı ben niçin duymayayım? Almanya ile Fransa’nın İngilizcenin yaygınlaşmasını durdurmak için AB içinde sessizce işbirliği yaptığını biliyor muyuz?
O halde ben, dilimi korumada, geliştirmede kıskanç olmalıyım. Bu milli bir görevdir. Çünkü “KENDİ”si olmayan BAŞKASI olur.
Rahmetli Prof. Oktay Sinanoğlu’nun ifadesiyle, İngilizcenin evrensel bir bilim ve kültür dili olduğu yutturmacısına daha ne zamana kadar inanacağız? Bu evrensellik kime göre? Yani, bin yıldır dünyada bilim dili İngilizce miydi? İslam medeniyetinin, Selçuklunun, Osmanlının bilim dili İngilizce miydi? İskenderiye’nin, Bağdat’ın, Kurtuba’nın, Gök Medrese’nin, Süleymaniye’nin dili İngilizce miydi? Bugün Türkçe, Arapça neden dünya dili, bilim dili olmasın? Ama dilimin gücüne önce ben inanmalıyım.
Almanya’da, Fransa’da, İsviçre’de zaruret dışı bir tek İngilizce levha göremezsiniz. Bizim gibi cadde ve sokakları, vitrinleri dillerinin dışındaki dillere ait levhalarla, isimlerle donatmamışlar. Ülke olma, millet olma gerçeği bunu gerektirir.
Son yıllarda ne hikmetse birçok yerleşim yerinin adı değiştirilmiştir. Halkın verdiği bu isimlerin hiçbiri tepeden inmece değildir. Her ismin bir mazisi, bir hikayesi vardır. Anadolu’nun her tarafında Türkçe olan köy, kasaba, coğrafya isimleri bir ihanetin veya cehaletin eseri değiştirilmiştir. Tüm isimler tekrar gözden geçirilmeli Türkçe isimler yaşatılmalı. Çünkü bu isimler Anadolu’nun tapusudur.
Neden; Çukurova – Kilikya, Selçuk – Efes, Nevşehir – Kapadokya olsun? Bugün neden İngilizce, Fransızca, Latince kelimeler cadde ve sokaklarımda adeta Batılı asker edasıyla dolaşıyor?
Unutmayalım, her sözcük; bir kültürün, bir medeniyetin sözcüsüdür. Sözcükler, ardı sıra bir tarihi, bir medeniyeti, bir psikolojiyi sürükler. Her sözcük; milletler için bir kale, bir temsil makamıdır.
Türk devletinin birinci görevi; milletin milli kimliğini, onurunu, milli kültürünü ve ses bayrağımız olan dilimizi korumaktır. Devlet bu görevi yapmazsa, karşımıza milli duyarlılığı, devlet ve Anadolu hassasiyeti olmayan, kaygısız bireylerden oluşan bir toplum ortaya çıkar.
Bugün; üniversitelerin, akademisyenlerin, araştırmacıların önündeki en büyük engel İngilizce. Göktürkçe, Uygurca, Arapça, Farsça, Osmanlıca yazılan ilmi eserlerim mahzenlerde, arşivlerde ve kütüphanelerde çürümeye terk edilmiş; ama İngilizce baş tacı. Bunun tek izahı var: KÜLTÜR EMPERYALİZMİ. Yani kendi kendimizi sömürgeleştirme. Bu ifadeler asla çağın yaygın dillerini öğrenmeme anlamına gelmez. Hele hele bir ülke, bir dili öğrenmeyle o dilde eğitim yapmayı birbirine karıştırırsa bu o millet için felaket olur.
Tekrar etmek istiyorum. Bu istekler “millet” olmanın “devlet” olmanın, “kendim” olmanın gereğidir. Batı; büyüklük kompleksinden, “birinci sınıf” olma düşüncesinden vazgeçiyor mu? “KENDİ OLMAYAN BAŞKASI OLUR.” Bu sosyolojik bir kanundur.
“NASRETTİN HOCA İNGİLİZCE ANLATILIR MI?”
Size çok ilginç bir olay nakledeyim.
Almanya’da Türk dernekleri ile konsolosluğumuz Nasrettin Hoca haftası düzenlemiş.
Türkiye’den dört prof. çağırmışlar. Bir de Japon Türkolog. Sayın konsolosumuzun konuşmacılara bir şartı var. Konuşmalar İngilizce yapılacak.
Türkiye’den gelenler İngilizce konuşmuş. Japon Türkolog, Hoca’yı İngilizce anlatmaya başlamış; ama zevkle anlatamayınca sinirlenmiş. “İngilizce, bu fıkraları anlatmaya yetmez.” deyip konuşmasına Türkçe devam etmiş. (2)
Dillerin değiştirilmesi noktasında; Romalıların Keltlere, Fransızların Cezayirlilere, İngilizlerin Hintlilere ve İrlandalılara yaptığını Türkiye’de yaptırmayız. Dilim benim namusumdur, onurumdur, ses bayrağımdır.
Fransız emperyalizminin dil oyunundan sonra, mandacı Cezayir aydını Arapçaya köylülerin dili, demeye başlamış. Ne garip değil mi? Emperyalizm, dil oyununda Anadolu’da başarılı olamayacaktır.
Türkiye’nin başkenti ANKARA, dili de TÜRKÇE’dir.
Bakın, Çin düşünürü Konfiçyüs ne diyor: “Kelimelerin kuvvetini anlamadan, milletlerin kuvvetini anlayamazsınız.” Dünyayı ve Batı kompleksi içindeki aydınlarımı, ana sütüm kadar temiz olan Türkçemi ve kültürümü anlamaya davet ediyorum.
Türkçenin ruhunu, mana gücünü ve derinliğini; Türkçe’nin anlam, ses, yapı, yalınlık bakımından gücünü Batılı dilcilerin tartışması hadlerine değil.
Dünya bilim ve kültür tarihini namusluca yazın, Batı’nın bilim ve kültür tarihine abartıldığı kadar katkısının olmadığı ortaya çıkacaktır. Bugün Batı emperyalizmi, insanlığın beynini ablukaya almıştır. Ne var, ne yoksa her şey Batı’nın eseri. Batı, daha düne kadar bilim adamlarını aforoz ederken, ünlü aydınları saraylarda lazımlıklar üzerinde saatlerce sohbet ederken (3) benim öz medeniyetim, gök medeniyetim bin yıl önce altın çağını yaşamıştır. Sekiz yüz yıllık bu bilim çağında matematik, fizik, kimya, astronomi, tıp, sosyoloji gibi ilimlerin dili İngilizce değildi. Medeniyetimin, kültürümün, bilimin dili Türkçe, Arapça, Osmanlıcaydı.
TÜRKÇE DÜNYA DİLİ OLAMAZ MI?
Atatürk “ikinci kurtuluş savaşı” dediği “dil” den bahsederken çok kararlıdır. Birgün hastalandığında ziyarete gelenlere, “Dil konusundaki çalışmaları gevşetmeyin.” demesi çok manidar. (3) Yine bir başka konuşmasında “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de başka dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır. Kat’i olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacak. Silahla sınırlar, dille bir milletin bütün milli varlığı, milli kültürü ve istikbali müdafaa edilir.” (2 Eylül 1930)
Beş bin yıldır konuşulan, iki bin yıldır yazılan Türkçenin bir dünya dili olmamasına gerekçe nedir? Türkçe, ses özellikleri, yapısı, anlam gücü bakımından yetersiz mi? Asla! Türkçenin önündeki engel Tanzimat kafası, mandacı düşünce ve aşağılık kompleksimizdir.
Osmanlı, dünyanın önemli bir coğrafyasına yüzyıllarca hakim olduğu dönemde; milletlerin hafızasına, diline, kültürüne karışmamış. Dil, kültür, inanç ve değerler konusunda Fransa’nın Cezayir’de, İngiltere’nin Hindistan’da, İrlanda’da elli yılda yaptığını, Osmanlı beş yüz yıl kaldığı bölgelerde yapmamış. Milletleri milli kimliği ve inancıyla serbest bırakmış. Dünya bunu neden dillendirmez? Milletler; kültür emperyalizmi ve Batılı zihin işgali karşısında dillerini, kültürlerini ve milli değerlerini korumada olabildiğince kıskanç ve korumacı olmalı.
Bugün, Türkçeyi dünya dili yapmayı bir kenara bırakalım, Türkçe konuşanları bile bir araya getiremedik. Bir asırdır “yeni” Türkçe “eski” Türkçe tartışmalarıyla uğraşırken İngilizce “Üsküdar”ı geçti.
Türkçe karşılığı olduğu halde, yabancısını tercih ettiğimiz yüzlerce sözcük var. İşte birkaç örnek: “Sezon – mevsim, rövanş – ikinci karşılaşma, komplo – tuzak, efor – gayret, stresli – gergin, sponsor – destekleyici, full time – tam gün, viyadük – köprüyol, deklere – açıklama” gibi yüzlercesi. Neden?
Kurtuluş Savaşı yıllarında ABD, İngiltere, Almanya, Fransa tarafından kurulan ve yabancı dille eğitim yapan misyoner okullarının beşinci kol faaliyetleri, ajan faaliyetleri yaptığını kimse inkar edemez. Tarih buna şahittir. Onun için Atatürk misyoner okullarını, mason localarını kapatmıştır. Lozan’da Batılı devletler, çok direnip Robert Koleji’yle, Saint Joseph’i kapattırmamıştır. Bu iki okulun devamı bile emperyalizme yetmiştir. Çünkü Cumhuriyet dönemindeki siyasilerin birçoğunun bu okullarda okuduğunu görünce gerçek anlaşılıyor. Mihri Belli’den Bülent Ecevit’e….
Atatürk’ün misyoner okullarını ve mason localarını kapatmasının Atatürk’ün sağlığına nasıl yansıdığı hala açıklığa kavuşturulmamıştır. Hasta yatağında “Beni Türk hekimlerine teslim edin.” ifadesi çok manidar.
Ben; yabancı dillerin, kültürlerin ACENTESİ olmam. (5) Ben bana yeterim. Batı’nın yaptığını ben yapsaydım, dört yüz yıl idaremde kalan Yunanistan, Bulgaristan, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika… bugün Osmanlı olurdu. Türkçe konuşurdu. Olmadı; çünkü ben emperyalist değilim. Dünyadan millet olarak bu takdir hakkımı istiyorum. Batı’nın “ben”i gölgelediği yetsin artık!
Yüz elli yıldır dış politikamızın özeti; AB ve ABD’ye yalvarmak, benzemek olmuştur. Bu psikoloji; haysiyetli milli kültür, milli dil siyaseti üretemez.
YABANCI DİLLE EĞİTİM
Hiçbir ülkenin okullarında “hazırlık sınıfı” diye bir dönem yok. Okullarımıza İngilizce yetmedi ikinci dil kondu. Yabancı dil öğrenme neredeyse ana okuluna kadar indi! Olmadı okul öncesine de indirin! Cumhuriyet Türkiyesi’ne sahip çıkmak, İngilizceye sahip çıkmak anlamına mı geliyor? Yabancı dil öğrenmekle, yabancı dille eğitim de birbirine karıştırılmamalı. Bu bir sömürge eğitimi, bir EĞİTİM KAPUTÜLASYONUDUR. (6) Sahip çıkma noktasında, al bayrağımla, milletimin hafızası olan ses bayrağım, yani Türkçem arasında hiçbir fark yoktur.
Anasınıfı, ilköğretim, ortaöğretim, lise ve üniversitelerdeki yabancı dil eğitiminin öğreticiliğinin ne kadar verimsiz olduğu ortada. Buna karşılık yabancı dil öğreticilerine ödenen paranın istatistiği çıkarılsa hayretler içinde kalırız.
Bu kadar rehavet yetmeli, TÜRKÇE KONUŞANLAR ve TÜRKÇE uyanmalı. Matematiğin, fiziğin, coğrafyanın, sosyal bilimlerin, teknolojinin dili Türkçe olmalı.
TÜRKİYE’DE BİR DİL KONSEYİ; TÜRK DÜNYASI ORTAK TÜRK DİLİ, TARİHİ VE YAZI KURUMU; bu kurumun kontrolünde dünyada konuşulan Türkçenin tüm lehçe ve şivelerini inceleyen, sözlü ve yazılı kaynakları araştıran bir DİL AKADEMİSİ acilen kurulmalıdır. Bu akademinin tek görevi de beş bin yıllık bir dil olan Türkçeyi her yönüyle araştırmak ve geliştirmek olmalıdır. Öncelikle dünyanın tüm bölgelerinde yaşayan Türkler arasında çok kapsamlı bir tarama sözlüğü hazırlanmalı, DİL AKEDEMİSİNDE Türkçenin yayıcıları yetişmeli ve dilde bir MİLLİ MÜCADELE HAREKETİ başlatılmalıdır. Unutmayın Cumhuriyet’in temel ilkeleri de bunu gerektiriyor.
BİR ALMAN KADAR OLAMAYACAK MIYIM?
Almancayı, İngilizcenin istilasına karşı korumak için kurulan; Dortmund Üniversitesi Profesörü Wather Krömer’in başkanı olduğu 3.000 üyeli “Alman Dilini Koruma Derneği” medya, spor, iş ve reklam alanlarındaki İngilizce kelimelerin yerine Almancasının kullanılmasını sağlamak için, İngilizce tekerleme ya da ürün ismi kullanmakta ısrar eden firmaları ve kamu yetkililerini “DİLİ BOZMA ÖDÜLÜ” ne aday göstermektedir. (7)
Bir örnek daha: “Çin’i anlamak, Çin ile iş yapmak” başlıklı bir konferans düzenleyen TÜSİAD konferansın dilini İngilizce belirliyor. Etkinliğe konuşmacı olarak katılan Almanya eski Cumhurbaşkanı’na (Christion Wulff) İngilizce konuşacaksınız, dendiğinde “Ben Almanım Almanca konuşurum. Bu konuşmayı İngilizce yapmam mümkün değil” deyip kürsüden iniyor. (8)
Alman cumhurbaşkanının dili adına gösterdiği duruşu alkışlıyorum.
Bugün emperyalizm; ülkelerdeki milli kimliğe, milli uyanışa uç, marjinal, radikal, çağdışı, gerici… yakıştırmalarıyla milli uyanışları ötekileştiriyor. Bu değerlendirmeler, emperyalist ideolojilerin gerçeği. Ama asla milli kültürlerin gerçeği değil.
Emperyalizm, sömürdüğü ülkelerde iğdiş ettiği aydınlar vasıtasıyla KÜLTÜR ACENTALARI açmış; adeta ülkelerin milli değerleriyle savaşıyor. (9)
İlginç bulacağınız bir olayla açıklamalarımızı noktalayalım.
Kültür eski Bakanı Gökhan Maraş, bakan iken milli bir icraatta bulunmak istemişti. Televizyon ve sinemalardaki yabancı yapımlara sınır getiren bir yasa tasarısı hazırlattı. Bu yasa daha meclise gelmeden BEYAZ SARAY’ın gündemine gelmiş ve rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la ABD devlet başkanı Busch’un ekonomik amaçlı buluşmasının gündemine oturmuştu. Tekstil kotasının kaldırılması konuşulması gerekirken, sayın Busch meclis alt komisyonuna sunulan bu kanun tasarısının kanunlaşmamasını istemişti.
-
Cemil Meriç (kamus: sözlük, dil…)
-
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – (Türkçe Matematik, Bilim, Gönül) – sayfa: 238
-
Prof. Dr. Afet İnan – Türklerde Hamam Kültürü (makale)
-
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – a.g.e. – sayfa: 24
-
Acenta: Hazır ürün satan bayi.
-
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – a.g.e. – sayfa: 247
-
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – a.g.e. – sayfa: 251
-
Yeni Şafak 11 Aralık 2019
-
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – a.g.e. – sayfa: 257